On yıl önce yitirdiğimiz, Kıbrıs Türklerinin hak ve özgürlük mücadelesinin unutulmaz lideri Rauf Denktaş’ı saygı ve rahmetle anıyoruz. Onunla ilgili yazılanlar arasında, uzun yıllar onun danışmanlığını yapan Prof. Dr. Mümtaz Soysal’ın geride bıraktıkları hayli dikkate değer. Mümtaz Soysal, Türkiye’nin Ermeni meselesinde de -Orly Havaalanı saldırısı davasında- bilim insanı hüviyetiyle güçlü biçimde ülkemizi savunmuştu. Her vesileyle Kıbrıs davasının Türkiye’nin sırtında bir kambur değil, aksine bir onur meselesi olduğunu savunan Mümtaz Hoca, Kıbrıs üzerine Milliyet gazetesinde yazdığı makaleleri 1995 yılında Aklını Kıbrıs’la Bozmak adlı kitapta (Bilgi Yayınevi, Ankara, 170 sayfa) toplamıştı. 2019’da yitirdiğimiz Hoca, Denktaş’ın mücadelesini verdiği Kıbrıs ihtilafına bakışını şu cümlelerle özetliyor:
“Kıbrıs’taki şahlanış, geri çekilmeye, Asya ya da Anadolu içlerine sürülüşe ‘Dur’ deyişin, çiğnenen hakkını bileğinin gücüyle geri alışın göstergesidir.” 8 Haziran 1988, s.119
“Türkiye, (Kıbrıs Barış Harekatıyla) kendi hakkını kendi başına korumayı bilen bir devlet olduğunu göstermiştir. O çıkarma olmasaydı bugün Kıbrıs’ın bütünü çoktan Yunanistan’a ilhak edilmiş olacaktı.” 18 Temmuz 1981 (s. 67)“Unutmayalım ki Kıbrıs sorunu Avrupa ortalarından Anadolu içlerine kadar sonu gelmeyen gerileyişler yaşamış bir halkın gözünde, dış haksızlıklara ‘dur’ deyişin sembolik ağırlığını kazanmıştır.” 19 Aralık 1984, sayfa 96.
Mümtaz Hoca, Kıbrıs Türklerine karşı yıllardır uygulanan haksız ambargolar konusunda ise şu değerlendirmeyi yapıyor: “Batı dünyasının Hıristiyan ve Musevi olmayan toplumlara karşı çifte standart uyguladığı, son yılların çeşitli olaylarıyla iyice kanıtlandı. Dolayısıyla Kıbrıslı Türklerin sıkıntıları konusunda şimdiye kadar gösterilen kayıtsızlık hiç de şaşırtıcı değil.”19 Kasım1983, s.85)
Batı, karşısında ezilip büzüleni bulunca daha da yüklenir, dişe diş mücadele edip kafa tutunca pes eder. Bu, Türk diplomatlarının uzak ve yakın tarihten çıkardıkları önemli bir derstir. Türk diplomasisinin ondokuzuncu yüzyıldan devralınmış bir yetenekle Türkiye’ye karşı kurulan oyunları boşa çıkarmakta hayli becerikli olduğunu belirten Mümtaz Hoca, Atlantik ötelerinin ve Batı başkentlerinin havasına kapılan kimilerinin ise, Kıbrıs gibi yüzde yüz haklı olduğumuz konuda bile “Yumuşak davranmazsak mahvoluruz” dediğini kaydederek şunları söylüyor: “Bir adam, Denktaş, inançlı tutumuyla, direnciyle, bilgisiyle, zekâsı ve kişiliğiyle bu moralsizliğin buralara bulaşmasını önlemiş, Ankara’nın sıkı durmasına yardımcı olarak, uzaklarda tezgahlanan oyunu boşa çıkarmıştır.”12 Haziran 1984, sayfa 94.
Türkiye’de zaman zaman “Şu Kıbrıs olmasa her şey ne güzel olacak. Avrupa’ya katılmamızı Kıbrıs meselesi engelliyor. Her meselede karşımıza bu sorun çıkıyor. Kıbrıs bize çok pahalıya mal oluyor. Birleşik bir Kıbrıs kurulsa Rumlarla Doğu Akdeniz’de birlikte ne güzel yaşarız” diyenler çıkıyor.
Kıbrıs’ın Türk ekonomisi ve Türkiye’nin savunma harcamaları üzerindeki yükü önemsiz denecek kadar küçüktür. Lefkoşa’da Büyükelçi olduğum dönemde, nüfusu KKTC kadar olan bir ilimizin (ya da ilçemizin, zira birçok ilçemizin nüfusu KKTC’den büyüktür) yıllık giderleriyle Kıbrıs’ın yıllık giderini karşılaştırmış, arada anlam ifade edecek büyük bir fark olmadığını görmüştüm. Mümtaz Hoca da bu harcamaların askeri yönü konusunda şunları vurguluyor:“…dünyanın bilmediği ya da bildiği halde çarpıttığı bir şey var: Türkiye için iki tümen askeri Kıbrıs’ta tutmak, aynı kuvveti Kuzeydoğu Anadolu’da Sovyet sınırının zor koşulları altında tutmaktan kat kat ucuzdur. …Türkiye’nin NATO uğruna Sovyet sınırında asker tutunca batmayıp Kıbrıs’a gidince batacağını söylemek, ikiyüzlülüğün ve yalancılığın ta kendisidir.” (22 Ocak 1988, s.112)Herhalde bugün Mümtaz Hoca yaşasaydı, Rumların Avrupa Birliğinde ve Doğu Akdeniz’de aleyhimize ne düzenbazlıklar çevirdiğini de görmüş olurdu.
Kitapta Denktaş’ın iletişim yeteneğine de ilginç bir anı ile vurgu yapılıyor: 1988 yılında Güney Kıbrıs Rum Yönetimi liderliğine seçilen Yorgo Vasiliyu, daha önceki Rum liderlerine kıyasla davasını gülücüklerle, şakalarla savunmaya çalışan değişik bir siyasetçi tipiydi. Vasiliyu, dünyada görüşmeye ve uzlaşmaya açık, işbilir, iş bitirir, yumuşak kişilikli, sempati toplayan biri görüntüsünü yaratmıştı. Diğer bir deyişle, Denktaş’ın karşısına “Şeytan tüyü var” denen bir lider çıkmıştı. Mümtaz Hoca, geçmişte Makarios’ta da şeytan tüyü olduğunu, ama hazretin şeytan tüyünden çok, yüzündeki kurnazlık ifadesiyle şeytanın kendisi olduğunun söylenebileceğini, Kipriyanu’nun ise şeytan tüyü konusunda bir felaket olduğunu, özellikle Denktaş ile karşı karşıya geldiğinde renginin sarardığını, sesinin titrediğini yazıyor. Bu nedenle Denktaş-Vasiliyu karşılaşmasının merakla beklendiğini belirten Hoca, en büyük kişisel tutkusu fotoğraf merakı olan Denktaş’ın toplantıya fotoğraf makinesiyle girerek Vasiliyu’ya şunları söylediğini kaydediyor: “Vallahi, arada bir paralellik olsun diye söylemiyorum; ben bu makine ile Makarios’un da fotoğrafını çekmiştim. Ne yazık ki adamcağız dört ay sonra öldü.”
Mümtaz Soysal, Kafkasya ve Orta Asya’da büyük hayaller peşinde koşup “Kıbrıs dosyası kapanmadıkça bir yere gidemeyiz” diyenlere şu cevabı veriyor: “(İnsana) ‘Sizde yetenek olsaydı, Kuzey Kıbrıs gibi avuç içi kadar yeri kendi ayakları üzerinde durur hale getirir ve bu kadar kolay havlu atmazdınız’ derler. İnandırıcı olmak için Türkiye Kıbrıs’ta başarı kazanmak zorundadır.”12 Mayıs 1992, s.139
Sonuç olarak, kitapta Mümtaz Hoca’nın bizlere, Kıbrıs meselesinin bir kambur değil, Anadolu’da yaşayan Türk insanı için ikiyüz yıllık geriye çekilişi durduran bir onur kavgası olduğu mesajını verdiğini söyleyebiliriz. (s.152)
Büyük devlet adamı Denktaş’a aramızdan ayrılışının onuncu yılında bir kez daha Allah’tan rahmet diliyoruz. Ruhu şâd olsun.
*Bu yazı İlkses gazetesinde 15 Ocak 2022 tarihinde yayınlanmıştır.