“İKİNCİ VATAN TÜRKİYE” Ernst Reuter’in Türkiye Yılları

PAYLAŞ

Önemli bir göç ülkesi haline gelen Almanya’da Angela Merkel’in 16 yıllık Şansölyeliği de sona eriyor. Merkel, İkinci Dünya Savaşı sonrası Alman demokrasisinin göreve getirdiği, sevilen, takdir edilen, alçakgönüllü ama kararlı bir devlet insanı idi. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ülke yönetimine seçilen Konrad Adenauer, Willy Brandt, Helmut Schmidt gibi, ülkelerine saygınlık kazandıran devlet adamlarının arasına onu da rahatlıkla katabiliriz.

 

Nazi döneminde Alman demokratları ve aydınları büyük acılar çekmişti. Onlardan biri de Berlin eski Belediye Başkanı Ernst Reuter’di. Nazi zulmünden kaçarak Türkiye’ye sığınan ve o dönemde üniversitelerimize  katkılarda bulunan Alman aydınlarından biri de oydu. Ankara’daki Alman Okulu hâlâ onun adını (Ernst-Reuter-Schule) taşıyor. 1933 yılında Magdeburg Belediye Başkanı iken Naziler tarafından görevinden alınarak toplama kampına gönderilen, daha sonra hayatının 1935-1946 yılları arasındaki bölümünü eşi ve çocuklarıyla sığındığı Ankara’da geçiren Reuter’in anıları, İkinci Vatan Türkiye adıyla kitap halinde çıktı. Türkiye İş Bankasının kültür yayınları arasında yer alan, çevirisini Ahmet Arpad’ın yaptığı 446 sayfalık kitabın ikinci baskısı 2020’de gerçekleşti.

 

Kitapta, Türkiye’ye o dönemde sığınan Almanlar için doğru biçimde “sığınmacı” tanımı kullanılıyor. Günümüzde gelişigüzel kullanılan “misafir, mülteci, ilticacı” gibi sözcüklerin yerine, haklı olarak “Siyasi nedenlerle ülkesini terk etmek zorunda kalmış, ancak henüz mülteci statüsü kazanmamış” kimselere verilen “sığınmacı” tabiri tercih edilmiş. O dönemde Reuter’le birlikte Türkiye’de seksen Alman profesör, yüz’ün üzerinde doçent, asistan, laborant ve kütüphaneci görev yapıyordu. Türkiye’ye sığınan ünlüler arasında sanatçı Carl Ebert, iktisatçı Fritz Neumark, hukukçu Ernst E. Hirsch ve sosyolog Gerhard Kessler de vardı: Her birinin bilime ve aydınlanmaya katkıları hâlâ takdirle anılıyor.

 

Reuter’in Türkiye yılları, Avrupa’yı Nazi saldırganlığının kasıp kavurduğu, ardından İkinci Dünya Savaşının yaşandığı korkunç döneme rastlıyor. Türkiye bu dönemde dikkatli ve ilkeli bir tarafsızlık politikası izliyordu. Bu nedenle, yeni kurulmakta olan Ankara ve İstanbul üniversitelerine değerli akademik katkılarda bulunan Avrupalı sığınmacıların, Türkiye’yi zor duruma düşürmeyecek şekilde, etkinliklerini mümkün olduğu kadar siyaset dışında kalarak sürdürmeleri arzu ediliyordu.

 

Reuter Ankara’ya geldiği ilk günlerde hemen Türkçe öğrenmeye başlamıştı. Üniversitede, uzmanlık alanı olan şehircilik konusunda derslerini Türkçe vermiş,  birkaç yıl içinde yeni Türk şehirciliğinin kurucusu olmuştu. Ankara’da yaşadığı sürece Atatürk’ün devrimci bir girişimle modernize ettiği genç Cumhuriyet’i daha iyi anlamış ve sevmişti.

 

İkinci Vatan Türkiye kitabına günümüzdeki gelişmeler açısından baktığımızda, bize ilginç gelebilecek bazı hususlar da görebiliyoruz. Kitapta, Alman toplumunun karakterini hedef alan dikkat çekici görüşlere ve o zaman yürütülen tartışmalara da yer veriliyor. Dönemin İngiliz Hariciyesinin ikinci adamı Robert G. Vansittart’ın 1941’de yazdığı Kara Sicil (Black Record, Germans, Past and Present) adlı kitap Alman toplumunu yerden yere vuruyordu. Vansittart, saldırgan ve yayılmacı siyaseti Alman ırkının olağan yaradılışına bağlıyor, savaşın çıkmasından bütün Almanların sorumlu olduğunu, yani suçlunun bütün Alman halkı olduğunu iddia ediyordu. İngiliz diplomat, “Kıskançlık, yakınma ve acımasızlık Almanlara özgüdür. Hep saldırgan oldular. Geçmişte de medeni değillerdi.” diyordu.

 

Oysa Hitler’den kaçan ve böyle düşünmeyen pek çok Alman vardı. Sosyal Demokrat görüşe sahip Reuter’in arzusu, Alman toplumunun İkinci Dünya Savaşından olgunlaşmış, suçunu kabullenmiş, kötülüklerden arınmış halde çıkması yönündeydi. Bu nedenle Reuter, Ankara’da bulunduğu dönemde, çeşitli ülkelerdeki Alman sığınmacıları Nazi rejimine karşı bir araya getirmeyi düşünmüştü. 1943 yılında Ankara ve İstanbul’daki arkadaşlarıyla beraber bir toplantı yaparak, diğer ülkelerde yaşayan sığınmacıların dikkatini çekmek,onları Nazi rejimi çöktükten sonra Almanya’nın nasıl inşa edileceği konusunda aydınlatmak amacıyla “Alman Özgürlük Birliği”ni oluşturmak istedi. Bu amaçla, Amerika Birleşik Devletlerine sığınan Nobel ödüllü ünlü Alman yazar Thomas Mann’a bir mektup yazarak, ondan sığınmacıları bir araya gelmeye davet eden bir çağrıda bulunmasını istedi. Fakat Mann bu önerinin yararına pek inanmıyordu; Reuter’e uzun bir aradan sonra verdiği yanıtta, dışarıda yaşayan sığınmacıların Almanların diğer toplumlara yaşattığı dehşeti, çektirdiği acıları bilemeyeceğini söylüyordu. Ancak Mann,  Vansittart gibi de düşünmüyordu: “Alman toplumu Nazi sarhoşluğundan uyandığında tekrar kendine gelecektir. Yine Dürer’in, Bach’ın, Goethe’nin, Beethoven’in Almanya’sı olacaktır.” diyordu.

 

Savaş bittiğinde Ernst Reuter Almanya’ya dönmeye karar verdi. 1946’da Türkiye’den ayrılarak Berlin’e gitti. Batı Berlin’e yüksek bir çoğunlukla (% 64,5) Belediye Başkanı seçildi. 1951’de seçimi tekrar kazandı. 1953’te görevinin başında vefat etti.

 

Savaş sonrasında Almanya, Reuter’i ve Mann’ı haklı çıkararak, demokrasi, özgürlük ve hukukun üstünlüğü yolunu seçti, bu yolda ilerledi. Baskı ve savaştan kaçan diğer ülkelerden sığınmacıları zaman zaman kendisi de ülkesine kabul etti.

 

Kendisine ve ailesine kucak açan ülkenin gösterdiği yakınlığa ve misafirperverliğe her zaman için minnet duyan, orada hüsnükabul görerek hayatının on bir senesini geçiren Ernst Reuter’in, Ankara’dan ayrılmadan önce bir arkadaşına yazdığı mektupta dile getirdiği, biz Türklerle ilgili izlenimi ise hayli ilginç, hatta biraz felsefi:

 

“İnsan bu ülkede çok şey öğreniyor…Hayatı telaş içinde geçen biz Avrupalılar burada bilge oluyor; bazı şeylerle arasına mesafe koymayı, sabırlı olmayı, istenirse karmaşık konuların bu ülke insanlarının yaptığı gibi çok kolayca çözümlenebileceğini de öğreniyoruz.”

İlgili Yazılar
Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir