Türk-Rus ilişkilerinde son on yılda yaşanan inişler ve çıkışlar dikkate alındığında, ikili ilişkilerin 2021’deki performansına bakarak 2022’nin neler getireceğine ilişkin öngörülerde bulunmak kolay değil. Her ne kadar Putin, Erdoğan’a ilettiği yeni yıl mesajında; 2021’de pandemiye karşın başta enerji, ticaret ve askeri-teknik alanlarda işbirliği olmak üzere, ikili ilişkilerin gelişmesi adına tarafların ‘pek çok şeyi yapmayı başardıklarını’ kaydederek, “bu verimli işbirliğinin 2022’de de devam edeceğinden şüphe” duymadığını vurgulasa da ikili ilişkiler, bölgesel ve küresel gerginliklerin ağır etkisi altında, kaygan bir zeminde seyretmeye devam edecek gibi görünüyor. Bu bakış açısıyla; Ukrayna, Kırım ve Karadeniz bağlamında kuzeyde yaşanan ve yaşanacak muhtemel gelişmeler, Suriye’den Libya’ya uzanan Orta Doğu ve Doğu Akdeniz’deki dönüşümler, Karabağ ve Türkiye-Ermenistan ile Azerbaycan-Ermenistan ilişkileri bağlamında Kafkasya’da, yani doğuda yaşanacak muhtemel bölgesel gelişmeler ikili ilişkilerin 2022’deki gerçek gündemini ve elbette seyrini belirleyecek. Fakat bu gelişmeleri ve ikilinin tercihlerini daha çok küresel siyaset ve güvenlik konuları belirleyecek. Her iki ülkenin ABD ile ilişkileri, başta Almanya olmak üzere AB üyesi Avrupalı aktörlerin yaklaşımları ve NATO’nun belirleyeceği yeni konsept yakından izlenmesi gereken esas sahneyi şekillendirecek. Hazar ötesinde yaşanan gelişmeler ise yan faktörler olarak göz ardı edilmemesi gereken alanlar olarak vurgulanabilir.
Son dönemde Türkiye-Rusya ikili ilişkilerini ele alan değerlendirmelere genel olarak bakıldığında karşımıza ‘karmaşık yapı’, ‘rekabet’, ‘çatışma ve işbirliğini birlikte yürütme’, ‘pragmatizm’ gibi birkaç temel kavram çıkıyor. Bu kavramlar, taraflarca ‘çok boyutlu’ olarak nitelenen ikili ilişkilerin seyrine ilişkin, öngörülü ve uzun vadeli değerlendirmelerin yapılabilmesinin zorluğu nedeniyle analizcilerin kendilerini güvenli alanda tutma eğilimlerinin bir yansıması. İkili ilişkilerdeki konuların karmaşıklığı, tarafların ortak hedefler ve stratejiler geliştirmekten ziyade konu ve süreç odaklı bir yaklaşımı tercih etmelerinin bir sonucu. Bu durum ilişkileri açıklamada ‘kompartımantalizasyon’ ya da ‘perakendeci yaklaşım’ gibi nitelemeleri de karşımıza çıkartıyor. Dikkate alınması gereken bir başka faktör, her iki tarafta da süreci şekillendiren ‘lider odaklı’ anlayış. Son dönemde her iki liderin popülist yaklaşımları, iç politika odaklı beklentileri ve dönemsel önceliklerine göre farklılaşan söylemleri ana belirleyiciler olarak yakından izlenmeli. Bu genel saptamaların ışığında, tarafların neredeyse yirmi yıldır, liderlerin gölgesinde, sürekli biçimde ‘bardağın dolu kısmına bakmak’ boş tarafını geçiştirmek eğilimiyle hareket ettikleri iddia edilebilir. Başarı hanesine yazılan, ortak çıkar alanı olarak görülen konular sürekli biçimde öne çıkartılarak vurgulanırken sorunlu, can sıkıcı konu ve alanların üzerinden sanki yokmuş gibi davranılarak ya da hızlıca değinilerek geçiliyor. Ana eğilim daima olumlu şeklinde nitelenen konular üzerinden ilerlemek. Oysa sorun başlıkları, taraflar arasında son yıllarda sıklıkla tecrübe edildiği gibi, diğer başarı alanlarını zehirleme potansiyelini bünyesinde barındırıyor. Bu bakış açısıyla değerlendirmeye bardağın dolu tarafından başlayabiliriz.
Bardağın Dolu Kısmı
Türk-Rus ikili ilişkilerinin son döneminde en çok vurgulanan iki lider arasındaki çözüm odaklı, yakın ilişkiler olduğudur. İlişkilerin bu boyutu pandemi koşulları nedeniyle istenilen düzeyde seyredemedi. 2019 başından Mart 2020’ye kadar 10 ayrı görüşme gerçekleştiren (bunların üçü Ocak-Mart 2020 arasında) Erdoğan ve Putin, bu tarihten bugüne sadece bir kere (Eylül 2021’de Soçi’de) bir araya gelebildiler. İkili arasındaki telefon trafiğinin ise yoğun olduğu belirtilebilir. Belki de bu noktada yapılması uygun olacak önemli bir hatırlatma liderlerin bizatihi yönetimi altında yapılan Türkiye-Rusya Üst Düzey İşbirliği Konseyi’nin 2019’dan bugüne toplanamadığıdır.
İkili ilişkilerde olumlu seyir izleyen konu başlıklarının başında neredeyse otuz yıldır daima ekonomik ve ticari ilişkiler yer alır. İkili ticaret rakamlarına bakıldığında, Rusya Türkiye’nin 2021’de Çin’den sonra en çok ithalat yaptığı ikinci ülke oldu. Bunda kuşkusuz artan doğalgaz alımı ve enerji alanında son dönemde yaşanan aşırı fiyat artışlarının etkisi bulunuyor. Türkiye’nin Rusya’dan ithalatı 2021’de yaklaşık 26 milyar dolara ulaştı. Bu miktar 2020’de 17.8 milyar dolardı. Türkiye’nin 2020’de 4.5 milyar dolar seviyesindeki ihracatının ise geçen yıl ancak 5.1 milyar dolara çıktığı görülüyor. İkili ticari ilişkilere hâkim olan bu asimetri neredeyse 1990’lı yılların başından itibaren değişmedi. Türkiye’nin aleyhine seyreden bu tablonun değişeceğine dair herhangi bir işaret de görünmüyor. 2023’te 100 milyar dolara ulaşma hedefinin liderlerin konuşma metinlerinden tamamen çıkartılmış olduğuna bakılınca tamamen rafa kalktığı anlaşılıyor.
Enerji ticareti bağlamında Türkiye, 2021 yılının ilk yarısında Rusya’dan 14.64 milyar metreküp doğalgaz satın alarak, 2017’de ulaşılan 14.436 milyar metreküplük rekorunu tazeledi. Bir diğer dikkati çeken nokta tahıl tedarikinde her geçen gün artan Rusya bağımlılığı. Kısıtlamalar ve engellemeler nedeniyle sık sık haberlere konu olduğu üzere Türkiye de Rusya Federasyonu’na domates, salatalık ve benzeri ürünler tedarik ediyor.
Turizm, bardağın dolu kısmında yer alan bir diğer konu başlığı. 2021, 2020’de yaşanan gerileme sonrasında eskiye dönüşün yaşandığı bir yıl oldu. Türkiye 2019’da toplam 7 milyon dolayında Rus turiste ev sahipliği yapmışken, bu sayı pandeminin ilk yılı olan 2020’de sert bir şekilde 2 milyona düşmüştü. Rus turistlerin sayısı 2021’de yeniden 5 milyonu buldu. Böylelikle Rusya, 2021 yılında Türkiye’ye en çok turist gönderen ülke oldu. Rus turistler bu dönemde Türkiye’ye gelen tüm turistlerin yüzde 20’sini oluşturdu. Taraflar arasında imzalanan ‘Ortak Turizm Eylem Planı’ ile turizm alanında 2022’de yeni rekorlar kırılması bekleniyor.
Bardağın dolu kısmında yer alan bir diğer konu başlığı nükleer alanda işbirliği. 2021’deki en somut gelişme Akkuyu Nükleer Santrali’nin üçüncü ünitesinin temelinin atılması oldu. 2022 sonunda ya da 2023 başında santralın ilk ünitesinin devreye girmesinin beklendiği Akkuyu projesi, Erdoğan tarafından “Türk-Rus işbirliği sembollerinden biri” olarak nitelendi. Erdoğan’ın inşa edilmek istenen diğer iki nükleer santrali de Ruslar ile birlikte yapma yönündeki değerlendirmeleri, bu konunun gelecekte daha fazla gündemi meşgul edeceğine işaret ediyor.
Bizi bardağın dolu kısmından boş kısmına aktaracak, hangi kısımda yer verilmesi gerektiği konusunda soru işaretlerinin söz konusu olduğu alan ise savunma ile askeri-teknik işbirliği. Bilindiği üzere S-400 konusu Türkiye’nin Rusya ile olan ilişkilerinin yanı sıra başta ABD olmak üzere müttefikleri ile ilişkilerinin de ana gündem maddelerinden biri. Rus tarafı bir NATO ülkesi olan Türkiye’ye savunma sistemleri satışını, devlet savunma sanayi şirketi Rostec’in Genel Müdürü Sergey Çemezov’un değerlendirmesiyle, “ABD’ye karşı kazanışmış bir zafer” olarak görüyor. Bazı parçaların Türkiye topraklarında üretilmesi ve teknoloji transferine ilişkin belirsizlikler ise hala giderilmiş değil. Alım nedeniyle Türkiye’ye ABD yaptırımı uygulanması ve 5. Nesil savaş uçağı olarak nitelenen F-35 projesinden çıkarılan Türkiye’ye Rusya’nın yeni sağlayıcı olarak girmesi konusundaki çabaların 2021’de olduğu gibi 2022’de de devam edeceği görülüyor. Erdoğan’ın değerlendirmesiyle uçak motorları, savaş uçakları, savaş gemisi ve denizaltı yapımı ikili arasındaki yeni potansiyel işbirliği alanları olarak sıralanıyor.
Ya Bardağın ‘Boş’ Kısmı?
İkili ilişkilerin sorun başlıkları ağırlıklı olarak siyasi ve güvenlik konularından oluşuyor. İki ülkenin yakın çevresi olarak adlandırabileceğimiz komşu bölgelerde yaşanan gelişmeler karşısında çıkarları, dolayısıyla geliştirdikleri politikalar zaman zaman temelden farklılaşıyor. Türkiye ve Rusya’nın ortak yakın çevrelerini şekillendirmeye yönelik ortak bir vizyonları olduğu söylenemez. Olayların seyri karşısında izledikleri politikalar ve kullanılan siyasi söylemler çok çabuk farklılaşabiliyor. Güvenlik bağlamında zaman zaman işbirliği söylemiyle ortaklaşa hareket alanları yaratılsa da bunlar genelde taktiksel seviyede kalıyor. Süreç odaklı biçimde ve ortaya çıkan gerginliğin tırmanmasının önüne geçmek adına atılan sınırlı adımlara dönüşüp kayboluyor.
2021’in ikinci yarısında öne çıkan ve muhtemelen 2022’de de, son 10 yılın en hassas konusu olan Suriye’nin de önüne geçecek gibi duran konu başlığı, Ukrayna ve bağlantılı olarak Kırım ve Karadeniz olacak gibi. Rusya ile Ukrayna arasındaki gerilimde Türkiye’nin Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü ve Kırım’ın işgal ve ilhakını kabul etmeyerek Ukrayna’ya insansız hava araçları vermesi Kremlin’i rahatsız etti. Türkiye’nin Kırım’daki parlamento seçimlerinin sonuçlarını tanımaması, Kırım Platformu gibi yapılanmalara destek vermesi tarafların gelişmelere farklı pencerelerden baktığının işareti. Nitekim hem Putin hem de Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov her fırsatta Rusya’nın “Ukrayna’yı Kırım konusunda cesaretlendirmeyi, Rusya’nın toprak bütünlüğüne kastetmek ile eşdeğer” gördüğünü Türk tarafına iletmekten geri durmuyor. Rusya’nın Ukrayna sınırına geçtiğimiz yaz aylarından bugüne yaptığı büyük askeri yığınak ile Ukrayna’nın, Türkiye’nin verdiği Bayraktar TB insansız hava araçlarını sınır hattında etkili bir biçimde kullanmaya başlamasıyla konu ikili arasında bir sorun başlığına dönmüş durumda. Donbass’a yönelik olarak yapılacak olası bir Rus askeri harekâtının Batılı aktörlerin tepkileri çerçevesinde NATO’da bir takım kararlar alınmasına neden olması ve Türkiye’nin de bu cephede yer almasıyla konunun gündemi meşgul etmesi beklenmeli.
Bağlantılı biçimde gelişmelerin etki ettiği bir diğer hassasiyet de Karadeniz’de yaşananlar ve Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin tartışılmaya başlaması. Montrö konusunda Türkiye ve Rusya’nın pozisyonları şimdilik uyumlu. Bahar aylarında Kanal İstanbul ile gündeme yeniden gelen Montrö konusu, NATO müttefiklerinin artan Rusya tehdidi karşısında NATO’nun yeni konseptinde yer alacak yaklaşım ile Karadeniz’de icra edilecek devriye görevleri ve tatbikatlar dikkate alındığında artarak gündemde yer edinecek gibi görünüyor.
İkili ilişkilerin son dönemdeki en hassas ve en dengesiz konu başlığı Suriye ve bağlantılı biçimde Libya’ya kadar uzanan geniş alanda Doğu Akdeniz’e yönelik yaklaşım farklılıkları. Taraflar, Suriye konusunu Astana Üçlüsü şemsiyesinde, gelişmelerin ikili ilişkilere olumsuz etkilerini en aza indirecek biçimde ele almaya çalışıyorlar. 2021’de her iki lider yaptıkları açıklamalarda Suriye’de durumun istikrara kavuşması ve barış sürecinin başlatılması amacıyla yürütülen işbirliği seviyesinden duydukları memnuniyeti dile getirdiler. Fakat bu iyi niyetli söyleme rağmen gerilimin Suriye’de (Rusya tarafından terörist olarak nitelendirilen) silahlı muhalefetin kuzeyde çekildiği son kalelerden biri olan İdlib odaklı olarak zaman zaman artarak devam ettiği görülüyor. Rus tarafı ortak devriye görevlerine rağmen TSK birliklerinin yayılmış olduğu geniş bir bölgede hava harekâtlarını sürdürmekte bir sakınca görmüyor. Türkiye’nin görevini yerine getirmediğini değerlendiriyor. Beklenti Türkiye’nin bu bölgedeki teröristler ile muhalif grupların birbirinden ayrılması görevini yerine getirmesi. Nitekim TSK’nın Suriye’ye asker gönderme yetkisinin uzatılmasının tartışıldığı ve Ankara’dan da Suriye’nin kuzeyine yeni bir harekât düzenlenebileceğinin sinyallerinin verildiği Ekim 2021’de, Rusya’dan, “herhangi bir askeri hazırlık yapılırken Suriye’nin toprak bütünlüğünün göz ardı edilmemesi gerektiğine” ilişkin bir uyarı da yapıldı. 2022’de gelişmelerin ne getireceğini yakından takip etmek gerekiyor.
İkili siyasi ilişkilerde bardağın dolu kısmına kayması ihtimali olan alanlardan birisi Kafkasya. Karabağ konusunda imzalanan anlaşma sonrasında bölgeye Rus askerinin yerleşmesi yeni bir durum. Karşılığında Türk askeri de artık sahada yer alıyor. Dağlık Karabağ’da sağlanan ateşkesi gözetlemek için Rusya ve Türkiye savunma bakanları 11 Kasım 2020’de bir mutabakat belgesi imzaladılar. Bu çerçevede kurulan Rus-Türk Ateşkesi İzleme Merkezi aktif olarak faaliyette. Diğer yandan Moskova’nın Ermenistan ile Türkiye arasında başlatılan normalleşme sürecine destek verdiği ve özel temsilcilerin ilk toplantılarını Moskova’da yaptıkları da akılda tutulmalı. Bölgede bir normalleşme söz konusu olursa bu ikilinin ilk bölgesel başarısı olarak kayıtlara geçebilir.
İkili ilişkilerin önümüzdeki dönemdeki genel seyrini belirleyecek olan çerçeve ise Rusya ve Türkiye’nin başta ABD olmak üzere Batılı aktörlerle ilişkileri olacak. Rusya’nın Ukrayna krizini canlı tutarak Avrupa güvenlik mimarisinde kendi lehine önemli kazanımlar elde etmeyi hedeflediği anlaşılıyor. Ukrayna sınırına yığmış olduğu askeri varlığa rağmen, Moskova’nın NATO’nun eski Sovyet cumhuriyetlerine doğru genişlememesi veya Baltıklar ve Karadeniz gibi bölgelerdeki askeri faaliyetlerini arttırmaması gibi konularda Batı’dan koparacağı tavizler karşılığında mevcut krizi yatıştırma yoluna gitmesi pek şaşırtıcı olmayacak. Aksi gelişmeler ise gerginliği tırmandıracak. Rusya’nın artarak gerginleşen ilişkilerinin NATO üyesi Batılı bir aktör kimliğine sahip olan Türkiye’yi etkisi altına almaması mümkün değil. Bu durum Türk-Rus ikili ilişkilerinde iniş ve çıkışlara yol açma potansiyeli taşıyor. 2022’nin 2021’den daha zorlu bir yıl olacağı söylenebilir.