Filistin-İsrail: Kudüs Yine Merkezde

PAYLAŞ

Kudüs’te başlayan ve Gazze ile İsrail’e yayılan olaylar, İsrail’in Filistin topraklarını işgali şemsiyesi altında, iç içe geçmiş gelişmeler neticesinde yaşanan  patlamanın sonucudur.

 

İki devletli çözüm ve başkenti Doğu Kudüs olan Filistin devleti İsrail-Filistin meselesinin çözümünün temeliydi. Trump, “yüzyılın anlaşması” olarak tanımladığı çok tartışmalı bir hamleyle, Arap-İsrail/Filistin-İsrail  ihtilafında yeni bir sahne kurdu. Damadının koordinasyonunda oluşturulan bir paket çerçevesinde İsrail’in BAE, Bahreyn, Fas ve Sudan’la diplomatik ilişki kurması da sağlandı. “Filistinlilerin haklarının ve topraklarının verilmesi karşılığında tanıma” temelindeki Arap Barış Planı bir kenara konuldu.

 

İsrail, Trump dönemindeki dış politika kazanımlarına mukabil içeride oldukça sıkıntılı bir dönemden geçmekte.  2009’dan beri Başbakan olan Netanyahu yargıya intikal etmiş olan yolsuzluk ve suistimal suçlamalarıyla karşı karşıya.  İsrail’de son iki yıl içinde dört seçim yapıldı ve halen hükümet kurulamadı. Sonuncusu Mart ayında yapılan seçimlerde Netanyahu’nun lideri olduğu Likud en fazla sandalyeyi (30) kazanmasına mukabil, 120 sandalyeli Parlamentoda hükümeti kurabilmek için gerekli 61 sandalyeyi sağlayacak koalisyonu oluşturamadı.

 

Filistin tarafında 22 Mayıs ve 31 Temmuz’da sırasıyla milletvekili ve başkanlık seçimleri yapılacaktı. Ama Filistin siyaset sahnesi de gayet karışık.  El Fetih içindeki kaynamalar, Arafat’ın yeğeni Nasır Kidwa ile hapisteki Barguti’nin  hazırladığı ortak liste ve Hamas Filistin Devlet Başkanı Abbas’ı zorluyor, iktidar elinden gidebilir. Bu ortamda,  Filistin Yönetimi 29 Nisan’da yaptığı açıklamada, seçimlerin ertelendiğini duyurdu. İsrail’in Doğu Kudüs’te seçim yapılmasına izin vermemesini gerekçe olarak gösterdi.

 

Şeyh Cerrah’daki Filistinli ailelerin tahliyeleri meselesi de son yaşananların fitilini ateşleyen olay oldu. 1948 savaşından sonra yurtlarından edilen bazı Filistinli aileler, Doğu Kudüs’ün o dönem idaresini elinde bulunduran  Ürdün ile BM’nin mültecilerle ilgili kuruluşu arasında varılan mutabakatla, Şeyh Cerrah semtine  yerleştirildiler. 1967 savaşında Kudüs’ün tamamı İsrail tarafından ele geçirilince, bölgedeki şartlar da değişti. 1972’de bir grup Yahudi yerleşimci, Filistinli ailelerin Şeyh Cerrah’ta yaşadıkları arazi üzerinde hak iddia ettiler, bazıları da buralardaki kimi evlere zorla yerleştiler. İsrail mahkemelerinde başlatılan uzun hukuki süreç sonunda Filistinlilerin evlerini tahliye etmeleri kararı çıktı. Filistinliler evlerinden ve arazilerinden çıkmamakta direniyor. Konu İsrail Yüksek Mahkemesinde.

 

İslam’ın en kutsal mekanlarından biri olan Harem-i Şerif’in yönetimi,  Kudüs İslam Vakfı’ndadır. Harem’in ana girişlerinde İsrail polisi ve Filistinli görevliler bulunur ama içerideki güvenlik Vakfa bağlı görevlilerin sorumluluğudur. Buna mukabil, aşırı Yahudi gruplar buralara girip gösteri yapabiliyor,  İsrail güvenlik güçleri her daim giriyor. Son olarak birkaç gün önce Aksa Camine girdiler, gaz bombası da kullandılar. Harem-i Şerif ve Doğu Kudüs yine savaş alanına döndü. Olaylar yayıldı, Gazze İsrail tarafından uçaklarla ve füzelerle vuruldu, sivillerden de çok sayıda can kaybı meydana geldi, yerleşim yerleri yıkıldı. Gazze’den de Tel Aviv, Aşkelot, Aşdod ve Kudüs’ün dış mahallerine füze atıldı, bu saldırılar neticesinde de  can kayıpları yaşandı.

 

Hamas’ın Gazze’den İsrail’in çeşitli şehirlerine ve bu kadar çok sayıda füze atmayı başarmış olması İsrail’in güvenlik kalkanı açısından yeni ve çok sorunlu bir konu olarak ortaya çıktı. Bu kadar çok sayıda füzenin nasıl sağlanabildiği, füzenin kendisinin veya yerinde üretim için gereken materyalin Gazze’ye nasıl sokulabildiği, İsrail güvenlik birimlerinin bu durumu nasıl fark edemediği, İsrail’in koruma kalkanı Demir Kubbe’nin niye açık verdiği soruları İsrailli yöneticileri herhalde tedirgin etmektedir.

 

İsrail nüfusu 9 milyon civarındadır ve bunun 2 milyonu Arap asıllı yani Filistinli İsrail vatandaşıdır.  Bu insanlar en son ikinci İntifada’da bazı yerlerde protesto gösterileri yapmışlardı. İsrail vatandaşı Filistinliler bu defa şiddet de kullanarak tepki gösterdiler. Tel Aviv’e 15 km mesafede Lod şehrinin 77 bin civarında nüfusunun yaklaşık yüzde 30’u  Arap asıllı İsraillilerden oluşmaktadır.  Araplar, bir Sinagog ve işyerlerini ateşe verdiler. Yahudiler de yoldan geçen Araplara saldırdılar. Ortalık savaş alanına döndü. Şehirde olağanüstü hal ilan edildi. Ramla ve Akra gibi Yahudilerin ve Arapların bir arada yaşadığı şehirlerde de çatışmalar yaşandığı haber veriliyor. Bu gelişmeler İsrail devleti bakımından özellikle endişe verici.

 

Olaylar karşısında, Arap Ligi’nin, yine etkisiz, ama yapmış olmak için yapılan bir açıklaması oldu. BM Genel Sekreteri endişe beyan etti ve şiddete son verilmesi çağrısında bulundu. BMGK konuyu görüşmek için toplandı ama ABD’nin müdahalesi nedeniyle ortak açıklama yapılamadı. Görünen o ki, Demokrat Biden da İsrail’i gereğinden fazla üzmek istemiyor.

 

Türkiye’den bu tür konularda her zamanki resmi açıklama noktalarından çok sert tepkiler geldi.  TBMM de ortak açıklama yaptı. Sokağa çıkma yasağına rağmen, Ankara ve İstanbul başta olmak üzere İsrail Temsilciliklerinin önünde toplanan binlerce kişi protesto gösterisi gerçekleştirdi. Dışişleri Bakanlığı İsrail’i kınadı, Dışişleri Bakanı da Riyad ziyaretinde yaptığı açıklamada “hep böyle kınıyoruz ama ümmet adım atmamızı bekliyor” dedi. “Uluslararası koruma gücü gönderilmesi dahil koruma mekanizması oluşturulması amacıyla çalışmaların hızlandırılması” çağrısında bulundu.

 

Bundan üç yıl önce, 22 Mayıs 2018’de, bakan Çavuşoğlu partililerinin katıldığı bir toplantıda ABD Büyükelçiliğinin Kudüs’e taşınması sonrasında çıkan olayları konu alan bir konuşma yapmıştı. Birkaç siyaset yorumcusu tarafından “tarihi ve efsane” olarak nitelenen bu konuşmasında aynen şöyle demişti: “….ve ilk defa İslam dünyası bir karar aldı. Filistinli kardeşlerimizin, Kudüs’ün korunması için oraya uluslararası bir güç göndereceğiz ve bundan sonra İsrail istediği zaman Filistinli kardeşlerimize saldıramayacak. Ve çok daha önemli bir şey, ilk defa, Kudüs’ün statüsünü ihlal edecek ve oraya Büyükelçiliğini taşıyacak ülkelere karşı hangi yaptırımları uygulayacağız, buna çalışıyoruz. Bundan sonra yaptırım var, önlem var. Susmayacağız, bundan sonra, sadece kınamayacağız, bundan sonra karşı adımlarımızı atacağız ve bunların atacağı yanlış adımların da önüne geçeceğiz”. İsrailliler ve Büyükelçiliklerini Kudüs’e taşımış olan ülkeler bu konuşmadan bihaber olmalı ki, fütursuzca davranmaya devam edebiliyorlar…

 

Netanyahu iç siyasette karşılaştığı zorluklar karşısında, İsrail halkında her zaman var olan derin güvenlik kaygılarını istismar etmek, aşırı sağcılar ile  radikal Yahudileri etrafında toplamak ve taraftarlarını konsolide edebilmek peşinde. Bunu da, “ne yaparsam İsrail’in güvenliği için” ve “İsrail’in güvenliğini ancak ben sağlarım” ambalajıyla İsraillilere sunuyor.  Sivil yerleşimlerin vurulduğu, çocukların öldürüldüğü ve insan onurunun hiçe sayıldığı bir ortamdan ne İsrailliye, ne Filistinliye hayır gelmez.  İsrail’in güvenlik içinde varlığını sürdürmesi, Filistinlilerin cesetleri ve hakları üzerinde inşa edilen bir sistemle sağlanamaz. Filistinlilerin hakları verilmeli, İsrailliler de güven içinde yaşayabilmelidir. Başka çözüm olamaz.

 

Her iki taraftan aklı başında insanlar, gerçek vatanseverler, şiddetin, akan kanın durdurulması ve iki devletli çözüm temelinde bir anlaşma sağlanabilmesi için kolları sıvamalıdır. Meydanı siyaset simsarlarına ve ideoloji bağımlılarına bırakmayın.

İlgili Yazılar
Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir