KÜRESEL GÜNDEMDEKİ GRÖNLAND

PAYLAŞ

Büyükelçi (E) Koray Targay

Grönland, Danimarka Krallığı’na yaklaşık 3 bin km uzaklıktadır. Buna karşın, mesela Kanada’nın bazı kuzey takımadalarına 1.100 km mesafededir. Yaşam şartlarının bugün bile çok zor olduğu Grönland’da yaklaşık 4.500 yıldır bizim kısaca Eskimo diye andığımız “kutup halkları” yaşıyor.

Bugünün şartlarında bile adada tarım neredeyse hiç yok. Sadece güneyinde kısıtlı bir arazide patates yetişiyor, o kadar. Ada, neredeyse baştan sona buzla kaplıdır. Adaya, 13. yüzyılda Kanada’nın kuzeyinden Inuit halkı, yani Eskimolar, kalıcı olarak yerleştiler ve bugün de bu halk adada hâkimdir.

Grönland’da yaşam, 1500’lerden itibaren, o zamanlar birleşik olan Norveç ve Danimarka krallıklarının hükümranlığında sürüyordu. Hükümranlık onların olsa da, aslında nadiren adaya ulaşabildiklerinden, bu durum Inuit’leri çok da rahatsız etmiyordu. 1814’te Danimarka ve Norveç krallıkları ayrılınca, Grönland Danimarka’da kaldı.

ABD’de Grönland’a ilgisi, satın alma şeklinde ilk defa 1867’de de gündeme geldi.  Dönemin Dışişleri Bakanı William H. Seward, Grönland’ı ve hatta İzlanda’yı satın almak, bu sayede Kanada’yı kuşatmak ve nihayetinde işgal etmek istiyordu. Yanına bir senatörü alsa dahi, 1867’de Kongre’yi ikna edemedi ve bu proje rafa kaldırıldı.

ABD, ikinci denemesini 1950’de yaptı. İkinci Dünya Savaşı nedeniyle 1946’da Ada’nın yönetimini geçici olarak üstlenen Amerikalılar, 1950’de Grönland için Danimarka’nın kapısını 100 milyon dolarlık bir teklifle çaldılar; fakat Danimarka kapıyı açmaya yanaşmadı. Lakin ABD, adada bugün de varlığını sürdüren bir askeri üssünü Danimarka’dan koparmayı başardı. Eski adıyla “Thule Hava Üssü” bugün “Pituffik” adıyla varlığını sürdürüyor.

1953’te Danimarka’nın Grönland üzerindeki “sömürgeci” konumu sona erdi ve ada resmen Danimarka toprağı olarak kabul edildi.( Danimarka’nın kuzeyinde tıpkı Kardak Adası gibi küçük bir adacık yüzünden Danimarka ile Kanada arasında 1973’ten başlayıp iki yıl öncesine kadar devam eden kansız bir savaş vardı: Viski Savaşı. Hans Adası olarak bilinen bu minik adacığa Kanada 1984’te Kanada bayrağı dikip bir şişe de Kanada viskisi bırakınca, savaşın ismi ‘Viski Savaşı’ oldu. Neticede iki ülke 2022’de barıştı.)

Grönland, 2009’dan bu yana tam anlamıyla özerktir. Ülkede 58 bin civarında insan yaşıyor ve ülkede Inuit geleneklerine, diline ve kültürüne olan bağlılık son dönemde oldukça artmış durumda. Devlet daireleri dışında kendi dillerini, yani Kalaallisut’u konuşurlar.

Ada halkında, Danimarka’dan tamamen ayrılmak yönünde ciddi bir talep vardır. Fakat, bu talep bağımsızlık talebidir; başka bir Devletin yönetimi altına girme talebi değildir. Nitekim bunu,  Ada’nın yerel halkının bir üyesi olan Grönland Başbakanı da açıkça dile getirmektedir.

Normal şartlar altında bu talep, Danimarka’nın izin vereceği bir referandumla  kolayca halledilebilirdi. Neticede, üzerinde yaşamanın çok zor olduğu, buzlarla kaplı bir ada kimsenin dikkatini çekmeyebilirdi. Ancak, küresel ısınma bu yaklaşımı değiştirdi.

İklim Krizi ile Ortaya Çıkan Fırsatlar ve Arktik Üzerinde Mücadele

Küresel ısınma nedeniyle Grönland uzun yıllardır erimektedir. Bu da, adada buzlar altında binyıllarca saklı kalmış değerli madenlerin artık çıkarılabilir hale gelmesi demektir.

Bir diğer mesele de, Kuzey Buz Denizi’nin yine ısınma nedeniyle daha az buzullu bir denize dönüşmesidir. Bu da, Avrupa ve Asya’nın kuzeyinden Kuzey Amerika’ya şimdiye dek tercih edilmeyen bir ulaşım yolunun açılması demektir.

Deniz ulaşımı eski ve yeni kıtalar arasında şimdiye dek hep doğu-batı ekseninde gerçekleşirken,  küresel ısınma kuzey-güney doğrultulu yeni bir hattın doğmasına imkan tanımaktadır.

Arktik bölgesinin yasal sınırları henüz kesinleşmiş değil. Şimdilik 66. kuzey paraleli ile Kuzey Kutup Noktası arasındaki 27 milyon km2’lik alan Arktik bölge olarak kabul ediliyor.

Bunun 9 milyon km2’si karasal bölgedir. (ABD’den 2, Avrupa’dan 3.5 kat daha büyüktür.)

Arktik Okyanusu’na kıyısı bulunan ülkeler, Arktik beşlisi olarak adlandırılan Rusya, ABD, Norveç, Danimarka ve Kanada’dır. Okyanusa kıyıları olmamasına rağmen Arktik Dairesi’nde yer alan ülkeler ise İzlanda, İsveç ve Finlandiya’dır.

Kıyıda yer alan beş ülke ve Arktik Dairesi’nde yer alan üç ülke, Arktik Sekizlisi olarak bir araya geldi ve Kanada’nın girişimiyle 1996’da Arktik Konseyi’ni oluşturdu. Çin Halk Cumhuriyeti, 2013 yılında Arktik Konseyi’nde gözlemci oldu ve Rusya’yla bazı ortak projeler yürütüyor.

Hukuki bir düzenleme olmaması nedeniyle, Arktik Konseyi üyeleri arasındaki sorunlar gün geçtikçe artmaktadır. Çünkü bölgeye dair tek düzenleme, 1982 tarihli Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne dayanan düzenlemedir. Ancak, bu konuda şöyle bir sıkıntı var: Arktik Beşlisi’nin dört üyesi Deniz Hukuku Sözleşmesi’ni imzaladı, ancak ABD imzalamadı.  Mevcut durumda Arktik Okyanusu’na en fazla kıyısı olan ülke Rusya’dır; Arktik Okyanusu kıyılarının %53’ünde Rus egemenlik alanı vardır.

Dünyanın en fazla ticaret yapan ülkesi olan Çin ile Batı Avrupa arasındaki geleneksel deniz ulaşımı rotası güney rotasıdır. Bu rota Güney Çin Denizi, Malaka Boğazı, Hint Okyanusu, Kızıldeniz, Süveyş, Akdeniz ve Atlantik’i izlemektedir.

Arktik Okyanusu’ndaki buzulların erimesiyle ortaya yeni bir rota, “kuzey rotası” çıkmış oldu. Bu rota, güney rotasına göre daha kısadır. Bu, hem zamandan hem de yakıttan tasarruf demektir. (Bu rotayı ilk kez Danimarka şirketi Maersk kullandı ve zamandan ve yakıttan %40 tasarruf etti.)

Kuzey rotası, büyük oranda Rusya’ya ait bölgeden geçiyor; ancak ABD, bu bölgenin iç suyu değil, uluslararası su yolu olmasını savunuyor.

Şu ana kadar yapılan rezerv çalışmalarına göre petrol ABD, Kanada ve Danimarka (Grönland) bölgesinde; doğalgaz ise Rusya bölgesinde fazladır.

Arktik Bölge, aynı zamanda zengin maden rezervlerine sahiptir. Altın, gümüş, demir, bakır, uranyum, çinko, elmas, kurşun ve nikel rezervlerinin ABD’nin iştahını kabarttığı aşikâr.

ABD açısından daha önemlisi, Danimarka’nın özerk bölgesi olan iki milyon km2’lik Grönland’ın nadir element rezervlerine sahip olmasıdır. Üstelik bu nadir elementler, ABD’nin Çin’den almak zorunda olduğu bazı nadir elementleri kapsamaktadır. Bunlara sahip olmak, ticaret ve karşılıklı yaptırım savaşlarında ABD’nin elini güçlendirecektir.

ABD bu nedenle Arktik Okyanusu’nda alan kazanmak istiyor ve bunu iki şekilde yapmaya çalışıyor:

-Birincisi doğrudan satın almalara yönelerek,

-ikincisi de NATO’yu bu bölgede genişleterek.

Trump’ın Grönland’ı satın almaya çalışması ve ABD’nin NATO’yu İsveç ve Finlandiya ile genişletmesinin bir nedeni de budur.

Çin’in Kuşak ve Yol Girişimleri ve Arktik Yolu

Küresel ısınmanın etkisiyle ortaya çıkan ve deniz taşımacılığında yeni ufuklar açarak, taşıma süre ve maliyetlerini büyük ölçüde düşürmesi beklenen potansiyel deniz yolları, Çin’in “Kuşak ve Yol”  Projesinin paralel ticari bağlantılarıdır. Çin hedeflerini belirlerken, küresel ısınmanın bu yan etkisini dikkate almıştır.

Çin’in Grönland’a, ender metaller başta olmak üzere, yakın ilgisi vardır. Grönland, potansiyel deniz yolları üzerindedir. Kanada ile yıllardır geliştirdiği ciddi yatırım ve ticaret anlaşmaları bulunmakta, karşılıklı yatırımlar hızla büyümektedir. Keza, Kanada da potansiyel yeni deniz yolları üzerindedir

Panama’nın konumu ise coğrafi olarak biraz farklıdır. Panama, demiryolları ve limanlar gibi alt yapı projeleriyle Çin’in radarındadır. Panama Kanalı yıllar boyunca sığlaşmış, yeni yatırımlar yapılmazsa geleceği pek parlak olmayan bir geçiş yolu haline gelmiştir. Panama’daki geçiş trafiğinin Kasım 2023 tarihinden bu yana oldukça azaldığı yine yayılan haberler arasındadır.

Bu arada, Kızıl Deniz’deki Houthi saldırıları sonrasında çok sayıda deniz taşımacılığı şirketi Süveyş Kanalını terk ederek daha uzun olmasına rağmen güvenli yolları tercih etmeye başlamıştır.

Çin, 1925 yılında daha Çan Kay Şek iktidardayken, hasılı Milliyetçi Çin döneminde, Norveç’le imzaladığı Svalbard Anlaşması ile kuzeyde, dolayısıyla kutuplarda küçük bir bölgenin kullanım ve kaynaklarına erişim hakkını garanti altına almıştı.

2004 yılında, bu defa Çin Halk Cumhuriyeti olarak, ilk Arktik üssünü söz konusu bölgedeki Yellow River Station’da faaliyete geçirdi. Çin’in bu hamlesi, Arktik bölgesine sınırı olan başta Rusya olmak üzere diğer ülkelerin de dikkatlerini çekti.

Çin yetkilileri,“Yakın Arktik Ülke” söylemi altında dünyanın ortak mirası olarak düşündükleri kutup bölgelerinin birinden yararlanabilmek için gerekçe yaratmak istediler. Amaç, çevre korunması, güvenlik, bilimsel araştırma gibi konuları da ileri sürüp, yeni kazanımlar elde etmekti.

ABD’nin doğal tepkisi ise güvenlik endişeleriyle ortaya çıktı. Dünya denizaşırı ticaretinin en yoğun olduğu Güney Çin Denizi ve Malaka boğazının ticari gemiler için tek alternatif olduğu dönemde, güvenlik problemi yaşayan Amerikan gemileri için yeni bir ticaret yolu düşüncesi, değişik bir oyun planını gerektirdi.

Nazi Almanya’sının Grönland’ın sahibi Danimarka’yı işgal ettiği 1941 yılından beri Amerika’nın endişe duyduğu kutup bölgesi güvenliği, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı sonrasında farklı bir anlam taşımaya başladı ve NATO’nun da ciddi olarak dahil olduğu bölge bir anda stratejik konuma geldi.

Çin-Rus Yakınlaşması

Nisan 2016’ya gelindiğinde, Arktik bölgesine yakın yarım kalmış ve finansman bekleyen dev Rus yatırımlarını gözüne kestirerek destek sağlayan Çin, Rusya ile artık yeni bir yola girmiştir. Rusların Yamal’daki dev LNG yatırımına 12 milyar dolar için destek sözü veren Çin, kendisini Kuzeydoğu Denizinde kilitleme potansiyeli olan Ruslara karşı temkinli davranmayı ise hiçbir zaman ihmal etmemiştir.

Çin Milli Petrol Şirketi CNPC ile Rus Novatek Devlet Şirketi, Putin’in 2014 yılındaki Çin ziyareti sırasında bir anlaşma imzalayarak, işbirliğini daha da öteye götürmüşlerdir.

Gelişmeler ABD’nin endişelerinin gittikçe büyümesine neden olurken, Çin yetkililerini Çin nüfuzunu Arktik’e de yaymak yönünde iyice cesaretlendirmiştir. Çin, 2020’li yılların sonlarında Avrupa ve batıyla olan dış ticaretlerinin önemli bir payının Rusya kontrolündeki Kuzeydoğu Deniz yolundan rahatlıkla yapılabileceğini öngörmeye başlamıştır.

Asya ve Avrupa’da Kuşak ve Yol Projesini hızla gerçekleştirmeye çalışan, Afrika ve Latin Amerika’da agresif yatırım atakları yapan Çin şirketleri, Kuzey Denizini Rusya’nın iç bölgelerine bağlayan demiryolunu tamamlamaya çalışırken, Kuzeydoğu Deniz Yolu üzerinde, büyük tonajlı gemiler için yapılması planlanan Arhangelsk Limanını ve bu limana Urallardan kömür taşıyacak olan demiryolu projelerini yakın plana almışlardır.

Çin yönetimi ilaveten, Arktik’e yakın ve komşu ülkelere ilgi göstermeye başlamıştır. İlk sıraya İzlanda ve yarı özerk Grönland’ı almıştır.

Çin’in İzlanda ve Grönland Girişimleri

İzlanda-Çin Serbest Ticaret Anlaşması kapsamında Çin, İzlanda’yı buzkıran gemilerinin imalatı için ağır sanayi merkezi olarak planlamıştır. İzlanda, Çin’in Arktik Konseyi’ne girmesi için destek verdi. Çinli şirketler için İzlanda sahillerinde petrol ve gaz arama lisansları çıkarmıştır.

Grönland Ada’sındaki  ABD askeri üssünün varlığı ve füze fırlatma rampaları Çin için oldukça düşündürücü bir görüntü verse de, Ada yönetimi, maden arama lisansları konusunda Çin’e geniş imtiyazlar tanımış, oldukça cömert davranmıştır. Görüşmeler sırasında, yabancı işçi mevzuatı değiştirilerek, yüzlerce Çinli işçinin adaya gelmesi sağlanmıştır. Çinli yatırımcıların ender metallere olan ilgisi bölgede büyük tepki çekmesine rağmen, Çin şirketleri olanca hızıyla faaliyetlerine devam etmektedir. ABD, dünyanın en büyük ve en bakir adasındaki bu gelişmelerden memnun değildir.

Çin-Kanada İlişkisi

Son on yıldır iki ülke gittikçe artan güçlü bir ekonomik ilişki içine girmişlerdir. Başta Vancouver olmak üzere yerleşik Çinli göçmen sayısı, toplam nüfus içinde önemli bir yer tutmaya başlayınca,  durumu frenlemeye çalışan Kanada yönetimi, yabancıların mülk almasını zorlaştıran tedbirler uygulamaya yoluna gitmiştir. Bu arada Çin, ABD’nin ardından Kanada’nın en büyük ikinci ticari ortağı konumuna gelmiştir.

Kanada’nın Çin’deki konumu da, başta sigorta ve mali sektörler olmak üzere, gittikçe önem kazanmış; Kanada Çin’deki ikinci en büyük yatırımcı konumuna yükselmiştir. Buna karşılık Çin, Kanada’da ilk beş büyük yatırımcı ülke arasına girmiştir. Ticari ilişkilerin genişliği ve artan karşılıklı yatırımlar, ABD’nin Kanada üzerindeki hassasiyetinin yükselmesine neden olmaktadır.

Çin Panama İlişkisi

 Güney Amerika’nın tamamında olduğu gibi, Panama’daki yatırımları da hızla artan Çin, bu ülkeye yoğun bir işgücü kaydırarak, 135.000 gibi oldukça kalabalık bir azınlığı temsil eder hale gelmiştir.

Çin, gelinen aşamada ABD’den sonra Panama Kanalı’nı en fazla kullanan ülke konumundadır. Son zamanlarda yapılan bir anlaşmayla, Colon konteynır limanını 900 milyon dolarlık  bir yapım maliyetiyle üstlenen Çin, başkent Panama ile Chiriqui şehri arasında yapılması planlanan 400 milyon dolarlık demiryolu bağlantısını da üstlenmiştir.

Diğer yandan, Kanal’ın her iki ucunun iki Çin’li şirketin (Çin Şirketi Landbridge Group ile Hong Kong’lu CK Hutchison Holdings) kontrolü altında olduğu konusu Amerikan yönetimince defalarca bildirilmesine rağmen, Panama yönetimi yapılan bu ikazlara kayıtsız kalmıştır.

Tarihsel olarak Panama Kanalı, 1903 yılında Kolombiya ile yapılan görüşmelerin başarısızlıkla sonuçlanması üzerine Başkan Roosevelt’in “Gunboat Diplomacy” adı verilen çabalarıyla bugünkü konumuna gelmiştir. Bu süreçte Kanal’ın işletme hakkı ABD’ne verilerek, Panama Cumhuriyeti bağımsızlığına kavuşmuştur.

ABD BaşkanI Trump, Kanalın tarafsız olarak yönetilmek zorunda olduğunu, askeri gemilerin geçişinin hiçbir şekilde engellenmemesi gerektiğini vurgulamıştır. Trump’a göre, Panama devletinin Kanal yönetimini gevşetme eğiliminde olması ABD tarafından kabul edilemez bir davranış biçimidir ve Kanal’ın yeniden ABD’ne dönmesi gerekir.

ABD’nin Arktik Politikasının Temel Öğeleri

Amerika Birleşik Devletleri Jeolojik Araştırmalar Kurumu Raporlarına (USGS) göre, Arktik buzul bölgesi yeryüzündeki toplam kara büyüklüğünün, Alaska dahil, %6’sını kapsamaktadır. Ana kıtalardan uzak, “off-shore” olarak tanımlanan bu bölgede henüz keşfedilmemiş büyük petrol ve doğal gaz rezervi bulunmaktadır. 2016 yılı itibarıyla bölgede tahmini olarak 90 milyar varil petrol (mevcut rezervlerin %13’ü), 1,669 trilyon ft3 doğal gaz (rezervlerin yüzde otuzu) ve 44 milyar varil LNG stoku (toplam rezervlerin %20’si) bulunmaktadır.

Araştırma raporunda, altın, platin, kurşun, demir, bakır, uranyum ve ender metaller açısından Arktik bölgesinin tahminlerin ötesinde rezerve sahip olduğu vurgulanmıştır.

ABD Çevre Koruma Kurumu verilerine göre de, Arktik buz kütlesi 2012 yılı itibariyle, 1979-2000 yılları ortalamasına göre %49 küçülmüştür. 2016 yılı verilerine göre bu küçülme daha da artmış, bölgedeki iki potansiyel kuzey geçiş koridorundan geçişi kolaylaştırabilecek seviyelere ulaşmıştır. Gözlemler, güçlü buzkıran gemileri ile bu geçişlerin yakın zamanda tamamıyla deniz trafiğine açılabileceğine işaret etmektedir.

Uygun limanlar ve iç kesimlere bağlantı yolları olmaması nedeniyle yeterli altyapıya sahip bulunmayan bu koridorların, ilerde Panama kanalına alternatif olarak ticari taşımacılığı daha cazip hale getireceği düşünülmektedir.

Destek hizmeti sağlamak üzere halihazırda Amerika’nın sahip olduğu buzkıran gemisi sayısı, araştırma amaçlı kullanılan Polar Star ve Healy olmak üzere sadece ikidir. ABD bu alanda, Kuzeydoğu Deniz Yoluna hakim  nükleer buzkıran gemileri olan Rusya’ya göre oldukça geri durumdadır. Buna rağmen, 2011-2015 yılları arasında Kuzeybatı koridorundan 75 gemi geçmeyi başarmıştır. Günümüz verilerine göre bu yol, Panama kanalı geçişine göre 4 gün daha avantajlı durumdadır.

Kuzeydoğu Deniz Koridoru bu açıdan daha iyi durumdadır. Avrupa ve Asya arasındaki seyahat süresini Süveyş Kanalına göre on gün daha kısaltan bu yol, gelecekte ticari taşımacılık için daha güvenli ve hızlı bir alternatif olabileceği görüntüsünü veriyor.

1941 yılında Nazi Almanya’sının Danimarka’yı işgal ettiği günlerde,  gizli bir anlaşma imzalayarak Grönland’ın güvenliğini kontrol altına alan ABD yönetimi, henüz İkinci Dünya Savaşına bile girmeden bu devasa adaya ve Arktik alana olan ilgisini net bir şekilde ortaya koymuştur.

ABD’nin 1971 tarihli Milli Güvenlik Memorandumu’nda, Arktik bölgesi öncelikleri olarak çevresel olumsuzlukları en aza indirmek, deniz taşımacılığı ile uzay araştırmalarının önünün açılması yoluyla bölgesel güvenlik ve işbirliğini en üst seviyelere getirmek hedefleri açıklanmıştır.

ABD Başkanı Reagan döneminde bu üç maddeye “bilimsel araştırmaların yapılması” dördüncü unsur olarak eklenmiştir. ABD, 2009 yılından itibaren bu bölgede önceliklerinin sayısını artırmak yoluna gitmiştir.

Arktik Üzerinde Bölgesel İşbirliği

Arktik’e sınır ülkeler arasında bulunan Kanada, Danimarka (Grönland ve Faroe Adaları dahil), Finlandiya, İzlanda, Norveç, İsveç, Rusya ve ABD 1996 yılında altı yerli halkın temsilcisiyle birlikte “Arktik Konseyi”ni kurarak, bölgesel iş birliğini başlattılar. Konsey, çevre, bilimsel araştırma ve ekonomik işbirliğini ön plana alan bir modeli benimsedi. İşbirliğinin içinde askeri ve bölgesel savunma konularına özellikle yer verilmedi.

ÇHC, 2013 yılında Arktik Konsey’e gözlemci statüsünde dahil oldu. Çin’li yetkililer bu gelişmeyle, ülkelerinin Arktik bölgesindeki yasal haklarının korunmaya başladığını düşündüler. Süreci dikkatle izleyen Çin, bölge için ciddi bir bütçe hazırladı. İlk iş olarak, Norveç’le yaptığı anlaşmaya dayanarak Svalbard’ta Ar-Ge faaliyetlerine öncelik verdi. Hava sahası ve deniz geçişleri üzerindeki rolünü, yönetim hakkını ve mineraller üzerindeki sahiplik imkanlarını araştırdı, değerlendirdi.

Aynı yıllarda Çin’li yöneticiler, Çin’in “Arktik’e Yakın Ülke” konumuna geldiği yolunda hiç beklenilmeyen bir söylemi dolaşıma soktular. Açıklamalarda, Çin’in Arktik’te en önemli paydaşlardan biri olduğu vurgulandı. Bu açıklamalarla Çin’in gelecek politikaları konusunda ipuçları ortaya çıkmaya başladı ve ABD’nin tedirginliği daha da arttı.

Gelişmeleri yakından izleyen Avrupalı ve Amerikalı uzmanlar Çin’in temel hedeflerini sıralarken, Arktik’teki  madenler, deniz ürünleri ve enerji kaynaklarının ilk sıralarda olduğunu saptadılar. Çin’in, sırası geldiğinde,  finansman ihtiyacı olan Rusya ile ve “Kuşak ve Yol” Proje ortaklarıyla birlikte gereken adımları atmaya yöneldiği gözlendi.

Diğer yandan Çin, Güney Çin Denizi ve Malaka Boğazına alternatif olarak mesafeyi kısaltan yeni ticari deniz yollarının önemini gittikçe daha fazla kavramakta ve önemsemektedir. Yeni deniz yolları, iklim değişikliğinin doğal bir sonucu olarak ortaya çıkmakla birlikte, Çin için büyük stratejik öneme sahiptirler. Çinli uzmanlar, yeni ticari yolların Çin’in rekabet gücünü artıracağını, Kuşak ve Yol Projesiyle birlikte Çin’in enerji ve ulaşım ağını güçlendireceğini raporlarında vurgulamışlardır.

İlgili Yazılar