Afrika Üzerinde Doğu-Batı Rekabeti Kızışırken

PAYLAŞ

Son bir ay içinde geri bırakılmış kıtaya 3 üst düzey ziyaret gerçekleştirildi. İlkbaharda, ikinci bir dönem için seçilen Fransız lider Macron, temmuz ayı sonlarında Kamerun, Benin ve Gine-Bissau’yu kapsayan ziyareti vasıtasıyla, ülkesinin Batı Afrika’da kötüye giden imajını düzeltmeye gayret etti. Aynı günlerde, Rusya dışişleri bakanı Lavrov, Mısır, Etiopya, Brazavil-Kongo ve Uganda’da görüşmeler gerçekleştirdi, Afrika’da ortaya çıkan gıda krizinin sorumlusunun Batı olduğunu iddia etti. Ağustos ayı başlarında ABD dışişleri bakanı Antony Blinken, Güney Afrika, Kongo Demokratik Cumhuriyeti (KDC) ve Ruanda’da muhataplarını, Amerika’nın yanlarında olduğuna ikna etmeye gayret ederken, Afrika’nın karşılaştığı gıda krizinde Rusya’nın payı bulunduğuna dikkat çekti. Peki, Çin nerede kaldı diye sorarsanız, onlar ziyaretlerini sene başında yaptılar. Çin dışişlerinde gelenektir: Dışişleri bakanı her yıl ilk ziyareti Afrika kıtasına yapar.

 

Soğuk savaş döneminde, Afrika’da, batı bloğuyla, yoğun biçimde rekabet edebilen Ruslar, SSCB’nin yıkılmasıyla birlikte, çeyrek asır süreyle kıtada gözükmediler. 2014-15 yıllarında, dünya sahnesine, süper güç iddiasıyla geri dönen Rusya’nın, 2017 yılından itibaren, kaos içindeki Merkezi Afrika Cumhuriyeti üzerinden ( BM Güvenlik Konseyinin onayıyla), Afrika’da yeniden oyun kurucu aktörler arasına dahil oluşunu hep birlikte izledik. Günümüzde, SSCB mirasının katkısı yanında, batı sömürgeciliğinin henüz silinmeyen olumsuz yankılarının da etkisiyle, Rusya’nın en fazla rağbet gördüğü kıtanın Afrika olması dikkat çekicidir. Putin’in, şubat ayında komşusu Ukrayna’ya saldırmasıyla başlayan sıkıntılı süreç, savaşın yol açtığı tahıl krizi ve enerji fiatlarında kaydedilen artışlar, geri bırakılmış kıtada, Moskova’ya puan kaybettirmemiştir. Mart ayında BM Genel Kurulunda yapılan oylamada 141 daimi temsilci Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısını kınarken, kınamaya dahil olmamayı tercih eden 47 ülkenin yarısını  Afrika başkentleri oluşturmuştur.

 

Batı, Rusya’nın kayıp olduğu yıllarda, global cihatcı terörle mücadeleye öncelik vermeyi tercihle, Afrika halklarını yanına çekmeyi becerememiş, kıtanın istikrar ve kalkınma sorunlarının çözümüne kalıcı bir katkıda bulunamamıştır.  Kaddafi sonrasında Libya’da yaşanan karmaşa, buradan Sahel bölgesine sirayet eden ayrılıkçı ve cihatçı saldırılarda doğrudan sorumluluğu mevcuttur. Sudan’da devam edegelen istikrarsızlığın, Güney Sudan’da sona ermeyen iç çatışmaların arka planında, Vaşington’un Ömer El-Beşir karşıtlığı rahatlıkla görülür. Batının iyi niyetli çabalarına ve askeri-mali desteğine rağmen Somali 30 yıldır bataklıktan çıkamamıştır. 2013 yılında isyancı gurupların ülkeyi ele geçirmeleri ile (Seleka ve anti-Balaka çatışmaları), Merkezi Afrika  Cumhuriyeti’nde başlayan kaos karşısında Fransa’nın ve batının çaresiz kalması neticesinde, 2017 yılında, Afrika kapıları  Rusya’ya yeniden açılmıştır.

 

2021 yılında Merkezi Afrika Cumhuriyeti’nde duruma hakim olan Rusya, son bir yıl içinde, Paris-Bamako gerginliğinden de (Fransa’nın Mali nezdindeki büyükelçisi şubat ayında persona non grata ilan edildi, geçen hafta Mali Fransa’yı teröristlere yardım ediyor gerekçesiyle BM Güvenlik Konseyi’ne şikayet etti, vs.) yararlanmak suretiyle, bu kilit Sahel ülkesinde de batının yerini almak üzere art arda adımlar atmaktadır. Nitekim, Mali’deki Fransız ve AB görev gücü (Takuba) askerlerinin tamamı, geçtiğimiz aylarda, ülkeyi terk ederek komşu Nijer’de konuşlanmaya başlamışlar ve bu süreç geçen hafta tamamlanmıştır. Öte yandan, Bamako’daki junta yönetiminin, 9 yıldır ülkede görev yapan BM barış gücüne (MİNUSMA : 57 ülkeden 12 bin asker) yönelik eleştirilerin dozunu yükseltmeye başladığı ve  MİNUSMA üzerindeki baskıyı arttırdığı dikkat çekmektedir.

 

Görüleceği üzere, Ukrayna savaşı ve savaşın kıtadaki olumsuz yansımalarına rağmen, Rusya, Afrika’daki ilerleyişini emin adımlarla sürdürmektedir. Bu yükseliş Batı aleyhine seyrederken Çin açısından olumsuz bir veçhe teşkil etmemektedir. 2019 yılında Soçi’de düzenlenen ilk Rusya-Afrika zirvesinin ardından, ikinci zirvenin 2023 yılında yapılmasını teminen çalışmaların devam etmesi, Moskova’nın ayağını gaz pedalından kaldırmadığı manasına gelmektedir. Avrupa Birliği, Fransa’nın tepki toplayan Afrika siyaseti nedeniyle, Orta Afrika Cumhuriyeti ve Mali’de ciddi seviyede zemin kaybetmiş olmakla birlikte, kıtaya yönelik taahhütlerinin arkasında sağlam biçimde durmayı sürdürmektedir. 2022 yılı başından itibaren Afrika’da hızlanan doğu-batı rekabetinde, batı açısından iyi haberler bu defa Vaşington’dan gelmektedir. Trump döneminde kıtayı radarından silen ABD’nin, Biden döneminin ikinci yılında, yanlış siyasetten geri döndüğüne şahit oluyoruz.

 

ABD başkanlarının görev süreleri boyunca Afrika’yı bir kez ziyaret etmeleri adettendir. Trump, bu uygulamaya rağbet etmediği gibi, Afrika kıtasından haz etmediğini beyanlarına da yansıtmış, medyaya yansıyan tepkilere yol açmıştır. Barack Obama’nın, 2014 yılında, Vaşington’da, ilk ABD- Afrika zirvesini düzenlemek suretiyle, ülkesinin Afrika’ya bağlılığını güçlendirme mesajı verdiğini biliyoruz. Biden yönetiminin, gecikmeli de olsa, Afrika’da, Rusya ve Çin karşısında kaybedilen zeminin telafisine yönelmesi, kıta açısından bir kazançtır. 13-15 Aralık tarihlerinde ABD’nde düzenlenecek ikinci Afrika zirvesi, süper gücün, Rusya ve Çin’e “meydan artık boş değildir” yönündeki mesajıdır. Antony Blinken’ın, Kinşasa ve Kigali ziyaretleri sırasında, KDC ve Ruanda arasında ki gerginliğe eğilmesi ve tarafları müzakereye zorlaması, çok hassas ve son derece zor ve karmaşık bu sorunun çözümüne ABD’nin kayıtsız kalmadığı manasına gelmektedir. Kinşasa’nın yıllardır çözemediği ve bölgesel işbirliği sağlanmadan çözülmesi mümkün görülmeyen “doğu Kongo” sorunun halline Vaşington’un kenarından dahil olması, Büyük Göller Bölgesi’ne barış ve istikrar getirilmesi açısından olumlu bir adım sayılmalıdır.

 

Ukrayna savaşının tetiklemesiyle, gecikmeli de olsa,  ABD’nin 2022 yılında Afrika’ya geri döndüğünü söyleyebiliriz. Bu dönüşün gerekçeleri arasında, sağlık, demokrasi, insan hakları, ekonomi ve çevre gibi unsurlar öne çıkarılsa da, asıl itici gücün süper güçler arası rekabet olduğu biliniyor. Afrika açısından bakıldığı takdirde, söz konusu rekabetin, kıtanın menfaatleri doğrultusunda işleyebileceği ve kıtanın kazançlı çıkmasını sağlayabileceği akla geliyor. Öte yandan, jeopolitik/stratejik rekabetin, Sahel bölgesindeki cihatçı-ayrılıkçı gruplara karşı mücadelede ve demokrasi rayından çıkan Gine-Konakri, Burkina-Faso, Mali, Çad ve Sudan’da, iktidarların seçimle gelen hükümetlere devri konusunda da, yarar getirmesini temenni ediyorum.

İlgili Yazılar
Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir