KIBRIS GERÇEKLERİ VE HAYALLER

PAYLAŞ

Kıbrıs Rum Yönetimi, Amerikalı Demokrat Senatör Robert Menendez’e bir liyakat madalyası vermiş, o da bir konuşma yaparak “Hedefim Kıbrıs’tan son Türk askerinin çekildiğini görmektir” diye buyurmuş. Aynı zamanda ABD Senatosunun Dış İlişkiler Komitesi Başkanı olan Menendez, herhalde Afganistan’dan son ABD askerinin çekilmesini içine sindiremediğinden olacak, fazla kafa yormadan, Kıbrıs’ın tarihini araştırmadan, 1960 Londra ve Zürih Antlaşmalarını, Kıbrıs’ta Türkiye’nin etkin ve fiili garantisinin her türlü koşul altında devamını isteyen bir Türk halkı olduğunu düşünmeden, elmalarla armutları karıştırarak konuşmuş.

 

Diyelim ki bunları bilmiyor, Türkiye gibi bir ülkenin, ister Kıbrıs’ta çözüm olsun isterse çözümsüzlük devam etsin, burnunun dibindeki bu Ada’da Kıbrıslı Türklerin ve Anadolu’nun güvenliğini tehlikeye atmayacağını düşünmesi gerekmez miydi? Belli ki bütün derdi ABD’deki seçmenlerden oy devşirmek. Türkiye’yle bu denli uğraşan bir politikacının tabii ki bunları bilmesi gerekirdi, ama belki de Ermeni eşinin etkisiyle, bu senatör eskiden beri gerek 1915 olayları gerek Azerbaycan’ın Ermeni işgalindeki toprakları konusunda Türkiye karşıtı söylemleri kendine iş edinmiş.

 

Kıbrıs’ın gerçekleri neydi? Kıbrıs adası 1878’de İngiliz yönetimine geçmeden önce üç yüz sene Osmanlı egemenliğinde kaldı. Ada’da bir dönem Türklerin nüfusu Rum nüfusunu geçmişti. 1950’lerde İngiltere sömürgelerini tasfiye sürecine başladığında, Türkiye Kıbrıs’ın eski sahibine, yani kendisine verilmesini talep etti. Yunanistan ve Rumlar ise Enosis, yani Yunanistan’la birleşme talebinde ısrar ediyordu. Sonunda üç devlet, İngiltere, Türkiye ve Yunanistan 1960 yılında yapılan görüşmelerle Londra ve Zürih Antlaşmalarını imzaladı ve Kıbrıs adası, anayasası fonksiyonel bir federasyon olarak nitelendirilebilecek, kendine özgü bir devlet haline geldi. Ancak bu devletin bağımsızlığı, farklı bir çözümle, üç devletin, yani Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin garantörlüğüne bağlandı.

 

İşte bu düzenleme iledir ki Kıbrıs’ta, Türklerin Anavatanı olarak Türkiye’nin 650 askerinin, Rumların Anavatanı olarak da Yunanistan’ın 950 askerinin bulundurulması kabul edildi. 1960’ta Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayının (KTBK) gelişini Türkler büyük coşkuyla karşıladı. Yani Sayın Menendez istediği kadar “Son Türk askeri” diyedursun, uluslararası antlaşmaların gereği olarak en azından bu birlikler orada kalacaktır, herhangi bir çözüm olsun olmasın.

 

Meseleye sırf Ada’daki askeri güç dengesi açısından bakarsak, 1963 olaylarında Rumlar tarafından Türk toplumuna yapılan saldırıların geri püskürtülmesi için sadece alay düzeyindeki bu sembolik birlik kafi gelmemiştir. Türklerin yok oluşunu önlemek için 1974 müdahalesi gerekmiştir. Yani 1964’te sözde barışı sağlamak için Kıbrıs’ta görevlendirilen Birleşmiş Milletler Barış Gücü askerleri hiçbir şekilde Türkleri koruyamamıştır. Türkiye’nin 1974’te Devletler Hukukuna dayanarak yaptığı yasal müdahale ve bulundurduğu Kolordu sayesindedir ki o zamandan bugüne kadar Kıbrıs’ta bir çatışma yaşanmamıştır. Dünya alem biliyor ki Kıbrıs’ta günümüzde gerçekten barışı ve istikrarı sağlayan güç Türk askeridir; orada turist gibi dolaşan ve birkaç yüz askerden oluşan BM gücü değil.

 

ABD’li Senatör belli ki Türk askerini istemiyor, onu işgal gücü olarak görüyor. Peki, bir an için öyle olduğunu düşünsek dahi, hiç Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti gibi dünyada örnek gösterilen bir demokrasiyle yönetilen ülkede, halk herhangi bir “işgal” gücüne nasıl katlanırdı? Oysa bunun tam aksi geçerlidir; Kuzey’de yapılan tüm kamuoyu yoklamalarında Kıbrıslı Türklerin, ezici çoğunlukla, vazgeçmek istemediği iki önemli talebi vardır: 1) Türk askerinin kalması, 2) Türkiye’nin etkin ve fiili garantisinin sürmesi.

 

Menendez’in Rumlara uygulanan Amerikan silah ambargosunun kaldırılması için var gücüyle çalışmış bir siyasetçi olduğunu da hatırda tutmak lazım. Konuşmasında nitekim adadaki Yunan askerleri konusuna girmemiş.

 

Türk askerine yönelik bu düşüncenin sonu nereye varır bilinmez. Kıbrıslı Türklerin 1963 Aralık ayında uğradığı saldırıların tekrarlanmayacağını kim garanti edebilir? Bu kanlı eylemlerin Rum failleri henüz yargı önüne çıkarılmadı. Türklere tazminat ödenmedi. Bu nedenle Türkiye’ye bakışı hasmane olan bir yönetim Ada’nın Güneyinde bulunduğu sürece Türklerin korunma ihtiyacı devam edecektir. Bunun için Türk askerinin caydırıcı etkisinin yaşamsal önemi vardır. İskenderun ve Mersin limanlarının güvenliği, Doğu Akdeniz’deki petrol ve olası doğal gaz boru hatlarının korunması için de Türk askerinin varlığı gereklidir.

 

Menendez’in gerçekçi davranması pek zor görünüyor, ama en azından bilsin ki onun arzusu ve hülyası gerçekleşmeyecek.

İlgili Yazılar
Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir