Türkiye-Yunanistan ilişkiler tarihi iniş çıkışlarla doludur. İki ülke arasında zaman zaman bahar havası yaşanırken, bazen de savaşın kıyısından dönülmüştür. Atatürk-Venizelos dostluğu, Özal ile baba Papandreu’nun başlattığı Davos ruhu ve İsmail Cem ile George Papandreu’nun dışişleri bakanlıkları dönemindeki yakınlaşma ilişkilerin parlak yılları olmuştur. Kıbrıs Barış Harekatı, Kardak krizi ve Ege’de hareketliliğin hız kazandığı yıllar ise gerginliğin tavan yaptığı dönemler olarak hatırlanır.
2021 yılı da Türk-Yunan ilişkilerinin değişken seyrinden farklı geçmedi. Gerilimlerle dolu, savaşın eşiğinden dönüldüğü 2020 yılından sonra yeni yıla güzel bir başlangıç yapılmıştı. 2002 yılından bu yana Ege sorunlarının ele alındığı istikşafi görüşmeler beş yıllık bir aradan sonra 25 Ocak’ta yeniden başlatıldı. İsmi Türkiye tarafından herhangi bir açıklama yapılmadan istikşafiden istişariye dönüştürülen görüşmeler yılın ilk yarısında iki tur daha gerçekleştirildi. Dışişleri bakanlıkları arasında müsteşarlar düzeyindeki istişareler tekrar canlandırıldı. 15 Nisan’da Yunan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias, bu sıfatıyla ilk kez Türkiye’yi ziyaret etti. Bu ziyaretin sonundaki basın toplantısı iki bakan arasında sert ifadeler içeren söz düellosuna sahne olsa da, kalıcı bir tahribata yol açmadı. 30-31 Mayıs’ta Çavuşoğlu’nun Batı Trakya’dan başlayıp Atina’da sona eren ziyaretiyle buzlar iyice eridi. İki ülke bir kez daha ihtilaf alanlarını bir kenara bırakarak positif gündem üzerinde odaklaşmaya karar kıldılar.
İkili ilişkilerdeki bu gelişmeler 2021 yılı içerisinde Yunanistan’ın, Türk-Yunan sorunlarını Avrupa Birliği gündemine taşıyarak istediği sonuçları almasına büyük ölçüde engel oldu. AB Konsey sonuçlarında yaptırım uygulaması gündemden düşerek Türkiye’ye ilişkin bölümlerde daha kısa ve daha yumuşak ifadeler kullanılmaya başlanıldı. Yılın ilk yarısında girilen bu bahar havası çok uzun ömürlü olmadı. Yazın sona ermesiyle karşılıklı yayınlanan NAVTEX’ler, verilen sert demeçler ve Birleşmiş Milletler’de daimi temsilcilerce yayınlattırılan mektuplar ortamı yeniden germeye başladı.
AB’den beklediği desteği göremeyen Yunanistan bu kere bir yandan silahlanma yarışına hız verdi ve diğer yandan da Fransa ve ABD ile ikili savunma işbirliği anlaşmaları imzalama yoluna gitti. Bu çerçevede 11 Eylül’de daha önce Fransa’dan sipariş ettiği Rafale uçağı sayısını 18’den 24 çıkardı. Başbakan Mitsotakis’in Paris’e yaptığı ziyaret sırasında imzalanan savunma ve güvenlik alanında stratejik işbirliği anlaşmasıyla da 3 adet fırkateyn satın alacağını açıkladı. Fransa ile imzalanan anlaşmanın can alıcı maddesi, iki ülkeden birinin topraklarına bir saldırı olduğunu müştereken saptamaları halinde silahlı kuvvetlerin kullanılması dahil ellerindeki her türlü imkanla birbirlerine yardım etme taahhüdünde bulunmalarıdır. Fransa makamları daha sonra toprak kelimesinin ihtilaflı deniz alanlarını kapsamadığını açıklayarak bir ölçüde Yunanistan’ı sukutu hayale uğratmıştır.
Yunanistan Ekim ayının ilk haftası içerisinde de ABD ile mevcut Karşılıklı Savunma işbirliği Anlaşmasını yeniledi. Anlaşmada Fransız anlaşmasındakine benzer bir güven garantisi yer almayınca Yunanistan’ı tatmin etmek için bu kere ABD Dışişleri Bakanı Blinken Yunanistan Başbakanı Mitsotakis’e 12 Ekim’de bir mektup gönderdi. Blinken’in mektubunda güvenlik garantisinden sözedilmeden toprak bütünlüğü, Deniz Hukuku Sözleşmesi gibi kavramlara yapılan atıflarla Yunanistan tatmin edilmeye çalışılmıştır. Ancak birkaç gün sonra ABD Dışişleri Sözcüsü Ned Price, deniz yetki alanlarının sınırlandırılması ihtilaflarında taraf tutmama politikalarında değişiklik olmadığını belirterek Yunanistan’ı bir kez daha hayal kırıklığına sevketmiştir.
Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunlar, Ege’de deniz yetki alanlarının sınırlandırılması, Kıbrıs ve azınlık meseleleri olmak üzere başlıca üç başlık altında toplanabilir. Son yıllarda bunlara bir de yasa dışı göçü ekleyebiliriz. Yunanistan aksini iddia etse de, Ege’de birbirleriyle bağlantılı birden fazla sorun vardır ve bunların hepsi istikşafi görüşmelerde ele alınmaktadır. Bu sorunların çoğu egemenlikle doğrudan ilgili olduğundan bugünden yarına çözümlenmesi beklenmemelidir. 2021 yılında tüm diyalog kanallarının yeniden açılmış olması memnuniyet vericidir. Müzakere süreçlerinde bir tarafın isteklerinin hepsini karşı tarafa kabul ettirmesi gibi bir beklenti içine girilmesi doğru değildir. Yunanistan’ın Türkiye’nin taraf olmadığı 1980 tarihli Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesini öne sürerek Ege’nin tamamında hak iddia etmesi kabul edilemez. Yunanistan’da medyanın da yönlendirmesi nedeniyle büyük bir Türkiye korkusu mevcuttur. Türkiye’nin de Yunanlı muhataplarını uluslararası hukukun kendisine tanıdığı haklar dışında Yunanistan’a saldırmak gibi bir emeli olmadığına inandırması gerekmektedir.
2022 yılına, Türk-Yunan ilişkileri bakımından ihtiyatlı bir iyimserlikle girildiği söylenebilir. Aramızdaki sorunların tek çözüm yöntemi diyalog ve barışçıl çözüm yöntemlerinin kullanılmasıdır. İki tarafta da siyasi irade ortaya çıktığı takdirde ilişkilerin geleceği açısından iyimser olmamak için bir neden yoktur.