2019 yılı sonunda patlak verip, 2020 Mart’ında DSÖ tarafından ilan edilen pandeminin 2020’de küresel işbirliğine dayalı bir anlayış geliştirmesi umuluyordu. Salgına karşı küresel çaptaki çabaların, iklim değişikliğinin doğurduğu olumsuz sonuçlara karşı mücadele eşliğinde dayanışmayı ön plana çıkarıp, nispeten olumlu bir güvenlik ortamına yol açabileceği beklentisi gündemdeydi.
Süreç, beklenti ve temenniler temelinde ilerlemedi. Uluslararası güvenlik ortamını etkisi altına alan ihtilaflar, çatışmalar ve rekabet umulduğu ölçüde yatışmadı. Stratejik rekabetin dip dalgaları pandemi koşullarına rağmen debisini korudu. ABD-Çin çekişmesi yeni boyutlar kazandı. 2014 yılından bu yana sicili yeni yaralar alan Rusya ile Batı dünyası arasındaki ihtilaflar zinciri son bulmadı. Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika kuşağında yeni sarsıntılar ve çatışmalar su yüzüne vurdu. 2021 Aralık ayında Libya’da yapılacak genel seçimlerin Kuzey Afrika havzasında ve ötesinde nasıl sonuçlar doğurabileceği mercek altına alındı. Dolayısıyla, sistemik rekabetin Afrika olsun, Latin Amerika olsun yansımaları oldu. 2021 yılına girildiğinde dünya gündemine kalan miras buydu.
2021 yılı Ocak ayında ABD’de Biden sancılı bir süreç sonunda işbaşına geldi. Yeni Başkan görevi devralmadan ABD Kongre binasına aşırıcı Trump taraftarlarının yer aldığı bir güruhun yaptığı baskın hafızalarda kolayca silinmeyecek izler bıraktı.
Biden’ın ifadesiyle ‘Amerika geri dönmüştü’; diğer küresel aktörler bir nebze de olsa rahat nefes aldıklarını düşündüler. ABD’nin Paris İklim Sözleşmesine yeniden taraf olması, 2021 Şubat ayında Yeni START Antlaşmasının süresinin uzatılması, ABD dış politikasında çoktaraflılığa yöneliş, transatlantik ilişkilerin önceleneceğine dair umutlar yeşermeye başlamıştı. Acaba ABD, ‘hür dünyanın’ liderliğine yeni bir anlayışla geri mi dönüyordu sorusu zihinleri meşgul etmeye başlamıştı.
2021 Nisan ayında yeni ABD yönetimi kendine dönük geleceğe dair beklentileri köreltecek bir karar açıkladı: Biden, NATO bünyesinde yeterli danışmalar yapmadan 11 Eylül tarihine kadar Afganistan’daki kuvvetlerini geri çekeceğini ilan etti. Bu tarihi bilahare öne çekti. Sürecin son halkası olan çekilme hazin ve unutulmayacak görüntülere sahne oldu. Transatlantik camia içinde ilk çatlak bu nedenle patlak verdi. Ancak, piyesin perdeleri daha kapanmamıştı.
Bir dizi zirvenin gerçekleştiği 2021 Haziran’ındaki etkinliklerin ortaya çıkardığı nispeten olumlu iklim, Afganistan’daki fiyasko üzerine 2021 Eylül ayında arka arkaya ilave darbeler aldı. Önce Eylül ortasında ABD-İngiltere-Avustralya arasında Çin’e karşı üçlü bir savunma paktı (AUKUS) oluşturuldu. Başta Avustralya’yla denizaltı modernizasyon projesi son bulan Fransa bu gelişmeye tepki koydu. Çin, bunu Hint-Pasifik bölgesinde kendine karşı Soğuk Savaş başlatıldığı yönünde algıladı. AUKUS’un hemen ardından Vaşington’da QUAD (ABD, Hindistan, Japonya ve Avustralya) zirvesi düzenlendi. Zirve sonunda yayımlanan kapsamlı bildiri ABD’nin ilgi odağının artık Hint-Pasifik bölgesine kaydığını bir kez daha teyid etti.
Transatlantik bünyede filizlenen görüş ve algı farklılıkları AB’nin stratejik otonomi arayışına hız ve ivme kazandıran bir iklimin ortaya çıkmasına neden oldu. Bu atmosferde Almanya’da sosyal demokratların öncülüğünde yeni bir koalisyon hükümeti kuruldu. Almanya’nın, AB’nin stratejik otonomi arayışına farklı bir ruh getirip getirmeyeceği merak uyandırdı. Yılın son çeyreğinde Manş denizindeki balıkçılığa dair haklarla ilgili olarak Fransa ile İngiltere arasında patlak veren ihtilaf da gündeme damga vuran olaylar arasında yer aldı.
‘Doğu Cephesi’nde de ilişkiler gerildi. 2021 Nisan ayında Rusya-Ukrayna arasındaki kriz alevlendi. Diplomatik çabalar sonucu olası bir çatışmanın eşiğinden dönüldü. Buna paralel olarak Karadeniz’de sular ısındı. Rus ve NATO donanma ile hava unsurları Karadeniz’de karşı karşıya geldi. ABD’nin temelde Rusya ve Çin’i bölgede çevrelemek/dengelemek/caydırmak için Yunanistan’a yaptığı askeri yığınak Türkiye başta olmak üzere bölgede endişe yarattı. Karadeniz’deki ve bölge kaynaklarının paylaşımına dayalı çatışan çıkarlar dolayısıyla Doğu Akdeniz’deki gerilim dinmedi. Türkiye’nin de müdahil olduğu gövde gösterileri ayyuka çıktı, ipler iyice gerildi.
2021’in son çeyreğinde Rusya-Ukrayna gerilimi yeni bir aşamaya geldi. Rusya’nın, Ukrayna sınırı boyunca yaptığı geniş çaplı askeri yığınaklanmaya odaklanan kimi analistler, 2022’de Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesi senaryosuna ağırlık vermeye başladılar.
2021 yılı, uluslararası güvenlik gündemini derinden sarsan gelişmelere beşiklik etti. 2022 yılında barış, huzur ve istikrar beklemenin gerçekçi bir zemini bulunmadığı görüldü Üç ana kutup arasındaki stratejik rekabetin ve buna bağlı gelişmelerin yeni boyutlar kazanarak sürdüğü bir ortamda 2021’in ilk aylarında Türkiye’deki mevcut iktidar çevrelerinin Batıya yönelik söylemlerinde nispeten yumuşak tonlar belirdi. 2020’nin hararetli söylemleri ve sahada sergilenen sert güce dayalı eylemleri yerlerini hem bölgede hem ötesinde daha sakin sayılmaya müsait bir çizgiye bıraktı.
Uzun bir dönem ertesinde artık ‘yerimiz Avrupa, rota yeniden NATO müttefikliğiydi’. 2021’in ilk çeyreğinde Türkiye’nin ‘demokrasi, insan hak ve özgürlükleri ve hukuk devleti’yle olduğu varsayılan bağlarını kuvvetlendirecek reformlar açıklandı. Bu reformlar açıklanırken Türkiye’nin öncülüğünde hazırlanan kadına ve aile içi şiddete karşı İstanbul Sözleşmesinden tek taraflı bir kararla çekilmek ihmal edilmedi! Artık reformların yönü ve amaçları konusunda şüphe kalmamıştı! 2021 Temmuz ayında ‘Taliban’ın sahip olduğu değerler/inanç sistemi ile aramızda fark bulunmadığının’ resmen ilan edilmesi birkaç ay önce açıklanan reformların niteliği üstüne tüy diken bir söylem olarak belleklerde yerini aldı.
Türkiye’nin bölge ülkeleriyle olan ilişkilerini normalleştirmeye dönük girişim ve ziyaretlere tanıklık ettik. Bu çabalar Türkiye’nin bölgedeki Don Kişot veya Deli Dumrul rolünün son bulup bulmayacağı hususunda henüz somut bir tablo ortaya koymadı. Uzun yıllar kanlı bıçaklı olduğumuz BAE prensinin son yaptığı ziyarette nelerin alınıp verildiğini de tam olarak anlamadık. Altına imza atılan onca mutabakat metninin Türkiye’ye ne getirip götürdüğünün zaman içinde daha net görüleceği anlaşıldı.
ABD ile olan başta S 400/F 35 krizinin ne yöne evrilebileceği meselesi de muğlak kaldı. Papaza kızıp, Putin’le birlikte oruç bozulmak üzereyken ABD’den 40 F 16V tipi muharip uçak ve 80 F 16 için modernizasyon kiti satın almak istediğimiz açıklandı. Bu bağlamda G20’nin Roma Zirvesinde Türkiye-ABD Devlet Başkanları ikili görüşmesinden somut bir sonuç değil, bir sürecin başlangıcı ortaya çıktı. F 16 satışı ABD Kongresindeki Türkiye karşıtlarını da harekete geçirdi.
2021 yılı boyunca da Çin’in Uygur Türklerine karşı olan mezalimi hususunda sus pus olundu. Halbuki 2009 Temmuz’unda Uygur Türklerinin ‘adeta bir soykırıma’ tabi tutulduğu yönündeki resmî açıklama belleklerden silinmemişti. Ekonomi dar koridorlara sürüklenince Çin’den gelmesi beklenen maddi katkılar karşısında el kol bağlanmıştı.
Sağlam bir eksen ve yönden mahrum kalan Türk dış ve güvenlik politikası, 2021 yılında da zamanın ruhuyla bağdaşmayan, bölgesel ve küresel ölçekte güncel gelişmeleri çağdaş değerler üzerinden okuyamayan ve bu kapsamdaki ulusal çıkarları iç politikaya endeksleyen bir anlayışla yönetildi. Kurumsal diplomasi yine dışlandı. Güncel tepkilere dayalı dış ve güvenlik politikasını sarmalayan yalnızlık çemberi aşılamadı.
Uzun tarihimizin imbiğinden süzülüp gelmiş, Cumhuriyetle birlikte rotası ile ilke ve esasları belirlenmiş yoldan sapıldığında önümüze çıkan ağır tablo bellidir. Bu tablodan uzaklaşmanın çaresi Büyük Önder Atatürk’ün bizlere miras bıraktığı müktesebatın üzerine yeniden inşa edilecek bir yol izlemekle mümkündür.