Çin Cumhurbaşkanları, Başbakanları ve Dışişleri Bakanları bir süredir, dünyanın çeşitli bölgelerini her yıl dönüşümlü olarak ziyaret etmeyi adet haline getirmişlerdir. Bu ziyaretlerde gidilen ülkelerle ilişkilerin geliştirilmesi için çeşitli anlaşmalar imzalanır, daha önceki ziyaretlerde üzerinde mutabık kalınan hususlara ilişkin mevcut durumu gözden geçirirler, adeta ellerindeki ‘yapılacaklar listesinin’ uygulanmasını dikkatli şekilde izlerler. Çin, bu planlı ve düzenli temaslarla 20. yüzyılın son çeyreğinde uygulamaya başladığı açılım politikaları ve elde ettiği ekonomik kazanımlarını dünya genelinde daha etkin bir pozisyona ulaştırdı.
2021 yılının üçüncü ayında, bu kez, Çin Halk Cumhuriyeti Devlet Konseyi Üyesi ve Dışişleri Bakanı Wang Yi, 22 Mart 2021 tarihi ile başlayan hafta içerisinde Türkiye’nin yanı sıra Suudi Arabistan, İran, Birleşik Arab Emirlikleri, Bahreyn ve Oman’ı da içeren bir bölge turuna başladı.
Çin Halk Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, Wang’ın ziyaretleri sırasında COVİD-19’un süregelmekte olan etkileri ile uluslararası stratejik konular üzerinde temaslar yapacağını açıkladı. Açıklamada, Wang’ın temasları sırasında, ÇHC Cumhurbaşkanının daha önce ilgili ülke liderleriyle mutabık kaldıkları hususları ele alacağı kaydedildi. Bu çerçevede, COVİD-19’a karşı uluslararası işbirliği, Kuşak Yol Projesi gibi kazan-kazan esasına dayanan işbirliği alanlarıyla bölgesel konuların gündeme geleceği belirtildi.
Küresel sistemin içinde bulunduğu darboğaz ve Çin’in ortaya koyduğu yapısal dönüşümler ise Çin’i bu sistem içerisinde daha da etkin bir aktör olmaya itti. Öyle ki, uluslararası ilişkiler yazınında geleneksel olarak sert güç–yumuşak güç ikiliği üzerinden tartışılan Çin dış politikası, Çin’in küresel sistem üzerinde giderek artan etkinliği ile beraber “dünya düzeni” ve “küreselleşme” bağlamında tartışılmaya başlandı. Bu bağlamda, Çin’in bir yandan, bölgesel ve küresel iş birliklerini giderek daha fazla kullandığı; diğer yandan bölgesel konularda daha katı tutum aldığı görülüyor.
ÇİN DIŞ POLİTİKASININ ÖZELLİKLERİ: SÖYLEM-EYLEM BÜTÜNLÜĞÜ
Çin dış politikasına ilkesel düzeyde bakıldığında geleneksel dış politika anlayışı ile sürekliliğin devam ettiği görülüyor. 1950’li yıllardan itibaren benimsenen egemenlik konusunda karşılıklı saygı, saldırmazlık, iç işlerine karışmama, eşitlik ve ortak çıkar ile barış içinde bir arada yaşama ilkeleri, Çin’in dış politika anlayışının temelini oluşturmaya devam ediyor.
Geleneksel olarak, Çin halkının, ülkelerini çok eski tarihlere dayanan zengin bir kültüre sahip barışçı bir ülke olarak algıladığını görüyoruz. Aynı şekilde, ülke içi istikrarın sürdürülebilmesi için otoriter bir rejim gerektiği de halkın hemen tamamı tarafından kabul edilmektedir. Çinlilerin çok büyük bir çoğunluğu yüzyıllarca yaşadıkları aşağılanmanın yarattığı travmadan kurtulmalarının yolunu ancak eski günlerdeki gibi dünyanın en zengin ülkesi haline dönüşmekte görüyor. Başta Tayvan olmak üzere emperyalizme kaybedilen toprakların geri alınması; Japonya dahil emperyalist ülkelerin kendilerinden özür dilemesi ve yabancıların Çin’i incitecek söylemler kullanmaktan çekinir hale gelmeleriyle mümkün olabileceğini düşünüyor. Sonuçta, Çin’in önceliği en az Dünya’nın Çin’i nasıl gördüğü olduğu kadar kendi halkının da algısıdır.
ÇİN KOMÜNİST PARTİSİNİN ÖNCELİKLERİ
Halen ÇHC Komünist Partisinin önceliğini rejim güvenliği çizmektedir. Parti için ekonomik kalkınma gerekli ama tek unsur değildir. 1980’lerin başından son zamanlara kadar Çin, “kapasitemizi saklı tutalım ve zaman kazanalım” (Hide our capacities and buy our time) şeklinde özetlenen bir politika izleyegelmiştir. Şimdiki Cumhurbaşkanı Xi Jinping ise açıkça “dünya sahnesinde merkezi bir yer almamızın zamanı geldi” yönünde bir açılım yaparak daha önce kullanılan ÇHC’nin gelişme yolunda bir ülke olduğu söylemini terk etmiştir. ÇHC kapsamlı ulusal gücünün, sınırları ötesindeki gelişmeleri etkileyebileceği sonucuna varmıştır. Bu tutumun tabiatıyla uluslararası ilişkiler bakımından yansımaları olacaktır. Büyüyen Çin algısının başta komşuları olmak üzere global anlamda rahatsızlık yarattığı görülmektedir. Yeni ABD Başkanı Biden’ın selefinin izinden giderek Çin karşıtı adımlar atacağı ve sonuçta Çin ile ABD’nin bir şekilde karşı karşıya gelmekte olduğu görülmektedir. Bu durumda Çin, her ne kadar Xi Jinping’in açılımını gündeme almışsa da ekonomik diplomasiye ağırlık verme gereği duymaktadır.
Çin dış politikasına uygulama düzeyinde bakıldığında ise Çin’in düşük profilli, sessiz dış politika anlayışını terk ettiği, küresel ve bölgesel ölçekte etkin ve aktif bir dış politika benimsediği gözlemleniyor. Buna bağlı olarak Çin mevcut çok taraflı kurumlarda katılım ve etkinliğini arttırdı, yeni kurumların kurulması için öncü rol üstlendi ve bölgesel konularda daha etkin politika izledi.
ÇİN DİŞ POLİTİKASINDA YENİ PARADİGMA
Son zamanlarda Çin’in sıklıkla dillendirdiği “yeni-tip uluslararası ilişkiler” yolundaki söylem çok uluslu işbirliklerini önceleyen ve küresel yönetişim alanına farklı bir yaklaşım sunan girişken bir anlayışa işaret ediyor. Örnek olarak, iklim değişikliği, ekonomik iş birliği, kazanımların veya zararların paylaşımı, teknolojik yeniliklerin (inovasyonların) ücretli veya ücretsiz olarak diğer ülkelere de açılması, siber güvenlik ve Kuşak Yol Projesi ile gündemde olan COVİD 19’a karşı işbirliği gibi alanlar sayılabilir. Bu hususların bir kısmının Wang’ın ziyareti hakkındaki Dışişleri Sözcüsü açıklamasında da yer aldığı görülmektedir.
Çin uluslararası ilişkiler kapsamında diğer ülkelere genellikle profesyonelce yaklaşmaktadır. ABD dışında en önemli sorunlarını (bir kısmı karşılıklı duygusal nedenlere dayanan) komşu ülkelerle ilişkiler ve özellikle deniz sahalarına ilişkin sınamalar oluşturur.
Tayvan, Vietnam, Güney Kore, Japonya bölgesel ilişkilerine örnek olarak gösterilebilir. Ekonomisi güçlendikçe bölgesel ilişkiler bütünlüğünde kendine güveni artan ÇHC’nin daha genişleyici bir politika peşinde koşmaya başladığı gözden kaçmamaktadır. Dolayısıyla, bir açıdan birbirini tamamlayan veya birbiriyle çelişkiye düşen diyalektik bir politika izlediği söylenebilir. Son kertede Çin’in bölgesel tavrının sertleştiği bir olgudur.
Sertleşmeye evrilen bölgesel tavrının yanı sıra dış politikasının omurgasını, Orta Asya’dan Avrupa’ya kadar uzanan bir sahada ticaret ve yatırım ortaklıkları, çok uluslu finansal yapılar ve ülke/proje bazlı finansal destek imkanlarının sağlanması üzerine kurmaktadır. Çin dış politikası özünde sert güç–yumuşak güç çelişkisi üzerinden değil, Çin’in küresel sistem üzerinde giderek artan etkinliği ile beraber “dünya düzeni” ve “küreselleşme” bağlamında tartışılmaya başlandı.
ÇİN ORTA DOĞU’NUN NERESİNDE?
Bu ortamda, Orta Doğu Çin’in dikkatini yoğunlaştırdığı bir diğer bölge. Öncelikle, uluslararası ilişkilerde çok kutupluluğu tercih eden Çin, arabuluculuk faaliyetlerinde aktif bir rol oynama eğilimindedir. Suriye ve İran’a ilişkin olarak izlediği yapıcı politikalarla, ABD, Rusya ve Avrupa karşısında dengeleyici bir güç olabileceğini göstermek istemiştir. Çin’in ülkelerin egemenlikleri ve toprak bütünlükleri konusunda savunageldiği duyarlılığı bölge ülkeleri açısından çekici söylemler içermektedir. Ekonomik gelişmeyi demokrasinin önüne koyan bu yaklaşım karşılığını da görmektedir. Nitekim, İran, Kuveyt, Oman, Suudi Arabistan ve Suriye, Uygur konusunda izlenen politikayı Çin’in egemenliği ve toprak bütünlüğü çerçevesinde değerlendirip, Uygur soydaşlarımıza yapılan baskıları radikalleşme ile mücadele şeklinde nitelendirdiler.
Yıllık ham petrol ihtiyacının yaklaşık yarısını Orta Doğu-Kuzey Afrika ülkelerinden sağlayan Çin açısından enerji, ticaret ve yatırım dahil ekonomik ilişkiler bölgeye duyduğu ilginin başlıca nedenlerindendir. Bu bölge, aynı zamanda Kuşak ve Yol Projesinin kavşak noktalarından biri. 2019 yılı ortalarına kadar Çin, 21 bölge ülkesiyle söz konusu projeye ilişkin anlaşmalar imzaladı. Çin bölgedeki çıkarlarını güvence altına alabilmek için, arabuluculuk, etkili bölge ülkeleriyle siyasi ortaklık, barış gücü askerleri gönderilmesi ve ekonomik iş birliği peşinde.
Wang Yi’nin bölgeye gerçekleştirmekte olduğu ziyareti sırasında bu hedefleri doğrultusunda çaba göstereceği anlaşılmakta. Wang, Yemen’deki savaşın sona ermesi için Suudi Arabistan tarafından yapılan girişimi destekleyeceklerini açıkladı. Çinli Bakan İsrail ile Filistinlileri Çin’de görüşmelere davet edeceğini söyledi.
Çin’in bu girişimi ABD’ye karşı bir seçenek oluşturmakta. Ancak, bu Türkiye’nin elinden kayan zemini de göstermekte. Yeterince zarar gördüğümüz “Değerli Yalnızlık” politikasından artık zaman kaybetmeden geri dönülmelidir. Aksi takdirde, “Değerli Yalnızlık” -maalesef- “Ebedi Yalnızlık” haline dönecek.