Suriyeliler Meselesi Ne Olacak?

PAYLAŞ

İleri ülkeler göçmenleri toplumlarıyla kaynaştırmayı, onları dinamik ve olumlu bir katkıya dönüştürmeyi başarabiliyor. Bunun yolu da entegrasyon dediğimiz uyum süreçlerinden geçiyor. Örneğin ABD ve Kanada bunu başarmış. Geçmişte Türkiye de başarmıştı; Nazi Almanyasından kaçarak bize sığınan bilim adamlarına ve aydınlara kucak açmamız, genç Cumhuriyetimizin üniversitelerine, düşünce hayatına, aydınlanmasına katkılar sağlamıştı. Almanya’nın da birkaç yıl önce seçerek ülkesine kabul ettiği Suriyelilerin özellikle ikinci kuşağını topluma kazandırmaya çalıştığı biliniyor. Devletlerin göçü iyi yönetememeleri ise yabancı düşmanlığına, kamu düzeninin bozulmasına, ekonomik sorunlara yol açıyor.

 

Ülkemiz şimdi beş milyona yakın Suriyeli sığınmacıyla karşı karşıya. Bu konuda geleceğe yönelik sağlıklı politikalar üretilmesi de doğal olarak önem kazanmış durumda. Bu konuda kapsamlı araştırmalar yapılıyor, Suriyelilerin hukuki durumları ele alınıyor. Suriyeliler on yıl önce gelmeye başladığında onlara hangi hukuki statünün verileceği  tartışma konusu olmuştu. Türkiye’nin 1951 yılında haklı olarak Cenevre Mülteci Sözleşmesine ülkenin bir “göçmen deposu” haline gelmemesi amacıyla koyduğu rezerv, Avrupa ülkeleri dışından gelenlere “mülteci” statüsü verilmesini engelliyordu. Bu nedenle Suriyeliler için, uluslararası hukukun kabul ettiği en uygun statü olan “geçici koruma” imkanı tanındı. Geçici korumanın tek şartı, sığınmacının barınmasını ve güvenliğini sağlamak, geldiği ülkeye zorla geri göndermemekten ibaretti. “Geçici” olması, Suriye’de olaylar bitince koruma yükümlülüğünün de sona ereceğini gösteriyordu. Fakat gelişmeler öyle olmadı. Suriyelilerin sayısı yüzbinlere, milyonlara ulaştı.

 

Türkiye’nin Suriye’nin iç meselelerinde tarafsız kalmamasıyla başlayan dış politika hatalarından biri de, Suriyeli sığınmacı sayısının artmasıyla rejimin yıkılmasının hızlanacağı beklentisiydi. Rejim yıkılmadı, iç savaş duruldu, biz ise yüzde 78,3’ü Türk vatandaşı olmayı ümit eden beş milyon Suriyeli ile baş başa kaldık. Hacettepe Üniversitesinin değerli öğretim üyesi Prof. Murat Erdoğan’ın “Suriyeliler Barometresi” adıyla hazırladığı kapsamlı araştırmaya göre, hiçbir şekilde Suriye’ye dönmem diyenlerin oranı yüzde 51,8; geleceğini Türkiye’de görenlerin oranı ise yüzde 63 düzeyinde. Suriye’de rejim değişmeden dönmem diyenler ise yüzde 30’u buluyor. Araştırmaya göre Türk toplumunun da Suriyeli sığınmacılara karşı genel kabul düzeyinde yıllar geçtikçe aşınma olmuş, endişeler artmış, Suriyelilerin geri döneceğine dair umut ve inançlar azalmış.

 

Hukuki bakımdan da akla bazı sorular geliyor. Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanununun 42 nci maddesinin ikinci fıkrasına göre, diğer yabancılara tanınan süresiz oturma izni, geçici koruma sağlanan kişilere tanınmıyor. Yani kanun koyucu geçicilik kavramının bozulmasına cevaz vermiyor. Buna karşılık, Vatandaşlık Kanunu, 12 nci maddenin (d) fıkrasında, istisnai olarak Türk vatandaşlığına kabul edilebilecek kişiler arasında “göçmen olarak kabul edilenleri” de sayıyor. Burada kullanılan göçmen kavramının kapsamı ise çok geniş: sığınmacılar, ilticacılar, mülteciler, düzenli ya da düzensiz göçmenler, yani göç eden herkes buna dahil. Ayrıca istisnai vatandaşlık öyle bir kavram ki, çok özel durumlarda ve belirli kişilere uygulanması gerekiyor, yani geniş insan topluluklarına yaygın olarak uygulandığı zaman istisnailiği ortadan kalkıyor.

 

Peki normal yoldan vatandaş olmak için yasadaki beş yıllık ikamet süresini çoktan doldurmuş olan geçici koruma altındaki bir yabancıya, ne mülteci statüsü ne de süresiz oturma izni verilebilirken, birkaç basamak atlayıp doğrudan vatandaşlık vermek mümkün mü? Mümkün görülmüş ki yetkililerimizin açıklamalarına göre 110 binin üzerinde Suriyeli vatandaşlığa alınmış.

 

Suriyeliler her nekadar dönmek istemiyorsa da, Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu, sığınmacıların ülkelerine gönüllü geri dönüşünü de ayrıntılı biçimde düzenlemiş. Hatta bu konuda yetkili kurumlarımızın Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği ve Uluslararası Göç Örgütü gibi kuruluşlara işbirliği yapmasını mümkün hale getirmiş. Yasanın 60 ncı maddesi, geri dönmek isteyenlere maddi destek sağlanmasını dahi öngörüyor. Bu imkan, 1980’lerde Almanya’nın Türkiye’ye geri dönmek isteyenlere on’ar bin Mark nakit para vermesini akla getiriyor.

 

Sığınmacılar meselesi ister istemez bize Türk vatandaşlarının bir türlü gerçekleşmeyen Schengen ülkelerine vizesiz seyahati sorununu hatırlatıyor. Avrupa Birliği, yurttaşlarımızın 1980’den beri mahrum olduğu bu hakkı geri vermek için Türkiye’ye Geri Kabul Anlaşması imzalama şartı getirdi. Yani Türkiye üzerinden Avrupa’ya geçen düzensiz göçmenleri Türkiye geri alacaktı. Anlaşma 2013’te imzalandı, arkasından Türkiye’nin 72 adet kriteri yerine getirmesi istendi. 2016’da Türkiye AB ile bir mutabakat yaparak bu denkleme Suriyeli sığınmacıları dahil etti. AB’nin niyeti Türkiye’ye mali destek vererek Suriyelilerin burada kalmasını sağlamaktı. AB bu amacına ulaştı, fakat vizesiz seyahat yine gerçekleşmedi.

 

Meseleye Suriye ve Suriyeliler açısından baktığımızda, iç savaştan önce de birçok Suriyelinin gönlünde, ekonomik yönden daha ileride olan Türkiye’ye gelerek bir iş bulup rahat yaşama düşüncesinin yattığı biliniyor. Suriye halkının büyük acılar çektiği iç savaş sırasında ise Suriye’de kalarak savaşanlar ile ülke dışına çıkanlar arasında bir ayrışma gerçekleşti. Her iki etken de geriye dönüşü doğal olarak zorlaştırıyor.

 

Sonuç olarak, Suriyeliler meselesinin ancak Suriye ile savaş öncesi iyi komşuluk ve  iç işlerine karışmama günlerine dönüşle, anlaşarak ve işbirliği yaparak hal yoluna girebileceğini söylemek herhalde yanlış olmaz. Göç konusunu ülke çıkarlarını gözeterek yönetmek önemli. Bu konuda izlenecek uyum süreçlerinin, geri dönüş uygulamasının bilimin kılavuzluğunda yürütülmesinde yarar var.

 

İlgili Yazılar