Yeni Start ve Sonrası Dönem

PAYLAŞ

Türkiye’nin içine sürüklendiği bezgin, hazin ve sığ gündemin kargaşası arasında Yeni Stratejik Silahların Azaltılması Antlaşmasının (New START) ABD ve Rusya tarafından beş yıl süreyle uzatılmasının küresel güvenlik ve istikrar için önemi ve sonuçları Türk kamuoyunun ilgisini çekmedi. Konunun küresel olduğu kadar olası bölgesel yansımaları üzerinde de durulmadı. Kısacası, dünya gündemini yakından etkileyen bu gelişme Türkiye’de çoğu çevre tarafından eski deyimiyle vaka-ı adiye olarak görüldü; sanki olağan bir gelişme gibi kabul edildi.

 

Halbuki silahların kontrolü/silahsızlanma/kitle imha silahlarının yayılmasının önlenmesi süreçleri bakımından şu an sadece Yeni START’ın yürürlükte olması dünya güvenliği için kritik önemdedir.

 

YENİ START’A GİDEN SÜREÇ

ABD’nin 2002’de Anti Balistik Füze Antlaşmasından (ABM); 2019’da Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Antlaşmasından (INF) ve nihayet 2020 yılında Açık Semalar Antlaşmasından (OST) çekilmesiyle silahların kontrolü/silahsızlanma süreci büyük darbe yedi. Bu ortamda, Trump Yönetimi’nin 2010 yılında imzalanan   Yeni START’ın uzatılması konusundaki gönülsüz yaklaşımı, küresel güvenlik ve istikrarı yakından takip eden tüm çevrelerde ciddi endişelere yol açtı. Yeni START’ın son bulması halinde nükleer silahlanma yarışı başlayacağından ciddi endişeler duyulmaktaydı.

 

 

ABD’de Biden yönetiminin işbaşına gelmesinin hemen ertesinde attığı önemli adımlardan birini Yeni START’ın uzatılması konusunda Rusya’yla vardığı anlaşma oluşturdu. Bu suretle ABD Başkanı Biden, seçim kampanyasında Yeni START’ın uzatılmasıyla ilgili olarak sarfettiği ifadelerin arkasında durdu.

 

SÜRESİ UZATILAN YENİ START’IN KAPSAMI

Bu Antlaşmaya göre ABD ve Rusya’nın envanterinde her bir ülke için 700 adet-toplamda 1.400 adet-nükleer başlıklı uluslararası balistik füze (ICBM), denizaltılarda konuşlu balistik füze (SLBM) ve ağır bombardıman uçaklarından atılan nükleer bombalar ve bu fırlatma platformları için 1.550-toplamda 3.100- nükleer başlık bulunacak.

 

GELİŞMELERİN PERDE ARKASI

ABD’yi 2010 yılında Rusya’yla Yeni START’ı imzalamaya iten etkenlerin başında Rusya’nın başlattığı nükleer kuvvetlerin modernizasyonunda kaydettiği ilerleme gelmekteydi. Dolayısıyla, bu alanda geride kalmamak için ABD, bir yandan stratejik nükleer kuvvetlerde azalmaya gitmeyi tercih etti, diğer yandan sayıları indirilecek nükleer kuvvetlerin modernizasyonuna ağırlık verdi. Rusya’yı bu yöndeki bir hamleyle dengelemeyi hedefledi.

 

Bu bağlamda, 2018 yılında açıklanan ABD Nükleer Kuvvetlerin Durumu Gözden Geçirme Belgesinde ABD’nin triad (üçlü) olarak tanımladığı karada-denizde-havada konuşlu nükleer kuvvetlerinin modernizasyona tabi tutulacağı açıkça ifade edilmekte. Rusya da bu alanda geri durmadı ve özellikle Kırım’ı işgal ve ilhak ettiği 2014 yılından itibaren nükleer kuvvetlerini güçlendirmeye ve nükleer caydırıcılık söylemini sıkça kullanmaya başladı. Adeta nükleer kuvvet kullanma eşiğini düşüreceğini çağrıştıran hamlelerde bulundu.

 

Bu gelişmelerin yanı sıra iki ülkenin 2019’da INF Antlaşmasından çekilmesi nükleer kuvvetler dengesinde ciddi bir istikrarsızlık ortaya çıkardı. Bu durumun stratejik nükleer kuvvetlere de sirayet etmesi küresel güvenlik açısından vahim sonuçlar doğurabilirdi. Bu çerçevede, dünyadaki nükleer başlık stoğunun %90’ını ellerinde tutan ABD ve Rusya’nın Yeni START’ın uzatılması üzerinde anlaşmaları küresel istikrarın devamı açısından yabana atılamayacak bir gelişmedir. Bu sayede nükleer dehşet dengesinin dayandığı eşik düşmemiş, dünya da nispeten daha rahat bir nefes almıştır.

 

YENİ START SONRASI DÖNEM

Bu noktada sorulması gerekli soru ABD ve Rusya’nın Yeni START’la yetinip yetinmeyeceği ve Çin’in bu gelişme karşısında kendini nereye konumlandıracağıdır.

 

ABD’nin INF Antlaşmasından çekilmesinin nedenlerinden biri Rusya’nın bu Antlaşmayı ihlal eden orta menzilli nükleer silah yeteneği geliştirmesidir. Diğer yandan, perde gerisinde hem ABD hem Rusya’yı rahatsız eden gelişme, Çin’in elindeki nükleer yeteneklerin son yıllarda önemli ölçüde artmış olmasıdır.

 

Çin uzun süre ABD ile Rusya arasındaki nükleer kuvvetlere dair ikili anlaşmaların dışında kalmış ve nükleer silah kapasitesini herhangi bir kısıtlamaya tabi kalmadan geliştirmiş, bu alana ciddi yatırımlar yapmıştır.

 

Çin’in geliştirmekte olduğu nükleer yetenekler karşısında Trump yönetimi Yeni START’ın uzatılması için Rusya’nın envanterindeki tüm nükleer silahları ikili müzakerelere dahil etmek istedi; bunun yanısıra Rusya’yla olan ikili çerçeveyle yetinmeyip, Çin’in de yeni düzenlemeye katılmasını bir şart olarak öne sürdü. Ancak Çin, elindeki silahların sayısının ABD ve Rusya’ya göre çok az olduğu gerekçesiyle görüşmelerden kaçındı. Rusya da Çin’in katılması halinde, Fransa ve İngiltere’nin de müzakerelere katılması fikrini ortaya attı.

 

Biden yönetimi işbaşına geldikten sonra stratejik nükleer kuvvetleri sınırlayan Yeni START’ın ön koşulsuz uzatılmasını kabul etmesine rağmen Rusya’nın envanterindeki diğer tüm nükleer yeteneklerin de (muharebe sahası/taktik nükleer silahlar) müzakerelere açılması ve Çin’in de bu müzakerelere müdahil kılınması gerektiğini açıkladı. Kısacası, bu alanda özünde Trump yönetiminin çizgisini korudu.

 

ABD artık sadece Rusya’yı değil, Çin’i de stratejik rakibi olarak görmektedir. Dolayısıyla, temelleri Trump yönetimince atılan ve ABD’nin ana ulusal güvenlik doktrinine yansıyan bu tutuma Biden yönetiminin farklı açıdan bakmayacağı anlaşılmaktadır. Yeni ABD yönetiminin farkı, silahların kontrolü/silahsızlanma müzakerelerinde uluslararası diplomasiye daha fazla ağırlık verecek olmasıdır.

 

Son dönemde ABD olsun, Rusya olsun stratejik olmayan nükleer silah sistemlerinin geliştirilmesine yönelmiştir. Örneğin ABD mini nükleer başlıklar; Rusya denizlerde radyoaktif yayılmaya imkan veren sualtı dronları ve nükleer kuvvet kullanmaya da müsait hipersonik planörler ile ‘düşük verimli’ taktik nükleer silahlar geliştirdi. Her iki ülkenin elindeki bu alt-stratejik silahların geleceği küresel güvenliği de yakından ilgilendiren bir sorun oluşturmaktadır. Benzer şekilde insansız hava araçları alanında her geçen gün yenilikler ortaya çıkmaktadır. Şimdilik konvansiyonel amaçlarla kullanılmakta olsalar da bu araçların nükleer alan için de düşünülmediğini öne sürmek herhalde iyimserlik olur.

 

Önümüzdeki dönemde ABD-Rusya-Çin üçlüsünü içerecek bir Yeni INF’in temellerini atmak mümkün olur mu? Bu üçlü arasındaki ilişkilerin gelişmesine bağlı olarak ilk planda belki orta menzilli nükleer silahlara dair bir düzenlemeye yönelme olasılığı dışlanamaz. Yine aynı üçlü arasında silahların kontrolü/silahsızlanma süreci uzay ve siber alanı da içerecek bir yapılanmayı gündeme getirebilir mi? Bu sorunun da uluslararası güvenlik ortamındaki gelişmelere göre yanıt bulması beklenmelidir.

 

ABD’de karada konuşlu nükleer sistemlerin tümden ortadan kaldırılmasını içeren fikirler de yankı bulmaktadır. Bu yöne gidildiği takdirde ABD’nin kara-deniz-havada konuşlu nükleer kuvvetlere dayalı triad doktrini değişikliğe uğrayacaktır. ABD’nin gerekli güvenceleri sağlamadan yerleşik bu doktrinde radikal bir düzenlemeye gitmesi elbette düşünülmemelidir.

 

Diğer yandan, savaş teknolojilerinde son yıllarda ortaya çıkan köklü değişimlerin nükleer kuvvetler dengesini de etkileyecek bir eğime girmesi sürpriz olmayacaktır. Yeni ve çığır açıcı teknolojilerin nükleer kuvvetler ve bunların dayandığı dengelerde eski doktrin ve paradigmaları dönüştürücü etki yapması doğal olacaktır.

 

Yeni START’ın beş yıl daha uzaması belirgin bir rahatlık yaratsa da daha sonra ne olacağı sorusunu da beraberinde getirdi. Ortada, stratejik silahların kontrolü konusunda başkaca bir düzenleme bulunmamakta. Üstelik, nükleer tehdit ve gelişen teknolojiler, mevcut uluslararası güvenlik ortamında yeni belirsizlikler ile sınamaları beraberinde getiriyor. Dolayısıyla, mümkün olan en kısa sürede adım atılmazsa küresel güvenlik ve istikrarın olumsuz etkilenmesi kaçınılmaz görülüyor. Bu husus, NATO Müttefiklerimiz dahil birçok ülkenin açıklamalarında vurgulanmakta ve yeni silahların kontrolü görüşmelerine başlanmasına destek verilmekte.

 

TÜRKİYE BU DÖNEMDE NE YAPMALI?

 

Türkiye Dışişleri Bakanlığı, Yeni START’ın beş yıl daha uzamasından duyulan memnuniyeti dile getiren içeriksiz bir açıklama yaptı. Ancak, şu hususun unutulmaması gerekmektedir: Mevcut belirsizlik ve sınamaların neredeyse tamamı sınırlarımızın hemen ötesinde ve çıkar kuşağımızda yer aldığından, konu Türkiye için kuramsal değil, yaşamsal bir önem taşımakta.

 

Bu tespitten hareketle Türkiye, silahların kontrolü alanında yeni görüşmelerin yapılmasını özendirici bir tutum içine girmelidir. Geçmişte, silahsızlanma alanında gerçekleştirilen her türlü girişim ve düzenlemenin içinde yapıcı, yönlendirici ve aktif şekilde yer alan ülkemiz bu konuda yeterli deneyim ve birikime sahiptir.

 

Yumuşama/Soğuk Savaş ertesi döneminde görüşmelere önemli katkılarımız oldu. Örneğin, Oslo Süreci bağlamında İsrail ile ilgili Arap ülkeleri arasında yapılan görüşmelerde başarı kaydedilen az sayıdaki komitelerden birinin, çalışmalarını Türkiye’nin yönlendirmesiyle yürüten silahların kontrolü grubu olduğu bir gerçekliktir.

 

Bu alanda göstereceğimiz çabalar, bölgesel anlamda da değer taşıyacak. Akademik ve bazı siyasi çevrelerde uzun süredir  dile getirilen Orta Doğu ülkeleri arasında AGİT benzeri bir yapılanmanın kurulması, bölgemizde silahsızlanma çalışmalarının sürdürülmesi gibi tasavvurları da bu vesileyle hatırlatmakta yarar bulunmakta.

 

Geçmişte sonuç alınamamasına karşın Ortadoğu’da kitle imha silahlarından arınmış bir bölge tesis olunması idealinden vazgeçilmemelidir. Bunun için öncelikle tüm bölge ülkeleri nezdinde güven ve itibar kazanmaya dönük bir tutum benimsenmelidir. Dar bir ideolojiye hapsedilmiş saplantılar terkedilmeli, bölgede güven ve istikrarı hedefleyen ulusal menfaatlere öncelik verilmelidir.

 

Kitle imha silahlarının bölgede yayılmasını önleyecek düzenlemelerin kök salmasına öncülük edilmelidir. Özellikle nükleer silah edinmeyi körükleyen ortam ve söylemlerden kaçınılmalıdır. Bu tür bir tercihe yönelenleri diplomatik yollardan caydırmak için ikili ve çoktaraflı çerçevelerde daha fazla ve aralıksız çaba harcanmalıdır.

 

Stratejik nükleer kuvvetlerde olsun, bunlar dışındaki kategorilerde olsun silahsızlanma/silahların kontrolü süreçleri teşvik edilmelidir. Buradan hareketle ABD ve Rusya’nın stratejik olmayan nükleer silahlarda indirime gitmesine yönelik tasavvur ve çabaların içinde aktif rol oynanmalıdır. Bu çabaların kapsamının diğer kitle imha silahlarını da kapsayacak yönde genişlemesi desteklenmelidir. Bu alana önem ve öncelik veren başta önde gelen Avrupalı ülkeler olmak üzere diğer ilgili ülkelerle temaslar arttırılmalıdır.

 

Silahsızlanma, sadece teknik değil önemli ölçüde siyasi bir konu. Özellikle bölgemizle ilgili değerlendirme yapılırken, 11 Şubat 2021’de Yunanistan’ın ev sahipliğinde Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Güney Kıbrıs, Mısır, Suudi Arabistan ve Ürdün Dışişleri Bakanlarının katılımıyla Atina’da düzenlenen “Dostluk Forumu” girişimi gibi gelişmeler gözetilmelidir. Ulusal çıkarların gereği olarak benzer çoktaraflı düzenlemelerin, kitle imha silahlarının yayılmasının önünü almaya yönelik bir tutum doğrultusunda Türkiye’nin öncülük yapacağı bölgesel girişimlerde esas alınması tercih edilmelidir.

 

 


Büyükelçi (E) Rafet Akgünay

Büyükelçi (E) Fatih Ceylan

İlgili Yazılar