Sonunda beklenen oldu, İngiltere 1975’te halkoylamasıyla katıldığı Avrupa Birliğinden yine halkoylamasıyla ayrıldı. Bu konuda sayısız yorumlar yapıldı: İngiltere zaten Amerika’nın Avrupa’daki “Truva Atıydı” denildi; Anglo-Sakson işbirliğinin amacının Avrupa’yı Amerika’nın istediği dünya düzeninde tutmak olduğu söylendi; İngiltere’nin esas korkusu İkinci Dünya Savaşında günlerce Londra’yı hava bombardımanıyla bezdiren Almanların bir gün tekrar “gelebileceği” üzerine kuruludur denildi; “Üzerinde güneş batmayan eski Cihan İmparatoru” İngiltere’nin Avrupa’nın irili ufaklı ülkeleriyle kimyasının zaten uyuşmayacağının belli olduğu ileri sürüldü.
Aslında İngilizlerin Avrupa Birliğine kanının ısınmadığı daha 1980’lerde, yani “balayı” dönemine henüz girildiğinde ortaya çıkmaya başlamıştı. Bu dönemde bilindiği gibi “Demir Leydi” ünvanıyla tanınan, İngiliz tarihinin ve Avrupa’nın ilk kadın Başbakanı Margaret Thatcher iktidardaydı (1979-1990). Neo-liberalizmin katı uygulayıcısı Thatcher, devlet harcamalarını budamış, sendikaların nüfuzunu azaltmış, Almanya’nın yükselen ekonomik gücü karşısında İngiliz ekonomisinin 1981’den itibaren istikrarlı biçimde büyümesini sağlayarak rekabet gücünü artırmaya başlamıştı. Thatcher Almanya’yı, bütün gayesi Avrupa’yı ele geçirmek ve tekrar dev bir güç olmak isteyen sinsi bir devlet olarak görüyordu. Dış politikada da katı bir Atlantik yanlısı olan Thatcher, o dönemde artan terör eylemlerine karşı Avrupa’nın değil, daha sert siyaset izleyen ABD’nin yanında yer alıyordu.
Thatcher’in siyasetini daha yakından tanımak için, onun danışmanlığını yapan, konuşmalarını yazan, yıllarca Koç ve Bilkent Üniversitelerinde görev yapmış, Türk öğrencilerin sevgili hocası, değerli bilim insanı, 2019’da yitirdiğimiz Profesör Norman Stone’un yazdıklarına bakabiliriz. Kendisi de Brexit yanlısı olan Norman hoca, soğuk savaşın tarihine ayırdığı “Atlantik ve Düşmanları” kitabında, Thatcher’in, ekonomide canlanmanın başlamasıyla birlikte dış konulara daha çok zaman ayırmaya başladığını, onun bu dönemde İngiltere’nin Ortak Pazar’a elini verip kolunu kaptırdığına, önemli konularda Avrupa’dan dışlandığına inandığını yazıyordu.
Gerçekten de o dönemde İngiliz Parlamentosu, Avrupa ülkelerinin çıkardığı sayfalar dolusu mevzuatı, uygunluğunu fazla incelemeden onaylamakla meşguldü. Hükümet, hatta siyasi partiler kendi içinde Avrupacılar ve olmayanlar diye ikiye bölünmüştü. Tam bu sırada Avrupa’da tek para birimine geçiş süreci başlayınca işler iyice karıştı. İki Almanya’nın birleşmesiyle İngiltere’nin kaygıları daha da arttı; Thatcher’in korku ve endişelerine rağmen İngiltere, istemeyerek ERM denilen döviz kuru mekanizmasına dahil oldu. Bu da İngiliz sterlininin baskılanmasına, faizlerin artmasına ve ekonominin daralmasına neden oldu. Thatcher, Avrupa Kolejinde yaptığı bir konuşmada, kendisini “Avrupalılaştırmakla” görevlendirilen Dışişleri yetkililerinin hazırladığı metni bir kenara iterek, Brüksel’den yönetilen Avrupa bürokrasisinin, pazarları ve sermaye hareketlerini serbestleştiremediğini, onların asıl gayesinin her şeye hakim bir süper Avrupa devleti kurmak olduğunu söyledi.
Avrupa’nın 1989 Madrid zirvesinde iyice canı sıkılan Thatcher, yakınlarına “Artık bu Allah’ın cezası Ortak Pazar’da kalamayız” diyordu. Avrupa toplantılarında sarfedilen, her anlama çekilen bitmez tükenmez büyük laflardan da nefret ediyordu. “Avrupa trenine binenler dolandırılmayı da hak eder” diyordu. Kendisine en yakın bakanlardan Nicholas Ridley de, Madrid zirvesinde, “Ortak para biriminin, amacı bütün Avrupa’yı ele geçirmek olan bir Alman hilesi” olduğunu söylüyordu.
İngiltere’nin Avrupa macerası böyle başladı, sonra da boşanmayla bitti. Güçlü bir imparatorluk iken bir ada devletine dönüşmüş, ancak kendine özgü sağlam gelenekleri, eğitim ve hukuk sistemi olan, tarihinde kıta Avrupasının aksine hiçbir zaman nazizm gibi sözde “akıllı kurguların” içine düşmemiş, diktatörlükle yönetilmemiş, dünyanın en eski demokrasisi olmanın haklı şöhretine sahip İngiltere, Frank Sinatra’nın şarkısındaki gibi artık kendi yoluna gitmeyi tercih etti. Gümrük Birliğinden ayrıldı, serbest dolaşımı iptal etti.Ancak ayrılmayla beraber İskoçyalılarla Kuzey İrlandalılardan farklı sesler yükselmeye başladı. İskoçya’da ayrılma yönünde yeniden halkoylaması yapılması istekleri, Kuzey İrlanda’da ise İrlanda ile birleşme sesleri yükselmeye başladı.
Muhafazakar Thatcher kıta Avrupasına hep kuşkuyla bakmıştı. İngiliz ekonomisinin Avrupa’dan ayrılarak daha güçlü olacağını düşünüyordu. Aynı partiden Boris Johnson ayrılmayı başardı, ama bu salgın döneminde ekonomiyi düze çıkarıp çıkaramayacağı, ülkenin birliğini koruyup koruyamayacağı henüz bilinmiyor.