Japonya’daki imparatorluk sist
Benim görevim sırasında İmparator Akihito, yani şimdiki imparatorun babası görevde idi. Güven mektubumu ona sundum. İki atın çektiği bir imparatorluk kupa arabası içinde ve geleneksel kıyafetlerini giymiş saray muhafızlarının eşliğinde saraya gidiş ve geliş hoş bir anı idi. Yol üzerindeki turistlere de bol bol fotoğraf çekme fırsatı verdi. Saray derken Avrupa’daki saraylar ya da bizim Dolmabahçe benzeri ihtişamlı yapılar akla gelmesin. Son derece mütevazı, basit ve sade döşenmiş, minimum düzeyde eşya bulunan mekânlardır. Tokyo’daki yıllarımda evlerini görmek imkânı bulduğum Veliaht Prens ile bir başka prens ve prensesin saray bahçesindeki evleri de küçük ve bizim Türkiye’deki evlerimizden daha gösterişsiz binalardır.
Ülkedeki usule göre Tokyo’da 2 yılını tamamlayan büyükelçiler 3-4 kişilik gruplar halinde İmparator ve İmparatoriçe ile çaya, 3 yılını tamamlayanlar da yemeğe davet edilirler. Böylelikle İmparator ve İmparatoriçe ile çok yakından tanışmak fırsatını elde ederler. Ben bunlara ilaveten bir defa Cumhurbaşkanı Gül’ün ziyareti vesilesiyle verilen yemekte İmparator’un masasında bulundum, bir kere de Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin Tokyo’ya geldiğinde İmparator tarafından kabul edildik. Ayrıca, yılda birkaç defa da doğum günü, yeni yıl, ilkbahar partisi gibi vesilelerle tüm kordiplomatik ile birlikte İmparator’un sarayına giderdik.
İmparator ve İmparatoriçe ile bir arada olduğumuz bu vesilelerde en dikkatimi çeken iki husustan biri, yukarıda değindiğim gibi mekânların sadeliği, diğeri de bu yaşlı çiftte hayranlıkla gözlemlediğim nezaket ve tevazu idi. Her ikisi de o sırada 70 yaşını çoktan geçmiş İmparator ve İmparatoriçe karşılama ve uğurlamada karşımda iki büklüm eğilip Japon usulü selam veriyorlar, insanı o nezaketleri ile adeta eziyorlardı. Tabii bu davranışları şahsıma münhasır olmayıp, geleneksel Japon zarafetinin bir parçası idi.
Bugün Japon imparatorluk ailesi 20 kişi civarında küçük bir gruptan oluşur. Ailenin kadın üyeleri, yani prensesler aile dışından birisiyle evlendikleri zaman-ki artık hep öyle olmaktadır- imparatorluk ailesi mensubu olmak sıfat ve imtiyazlarını kaybetmekte, halktan biri haline gelmektedirler. İmparatorluk ailesinin sınırlı sayıda üyeden oluşuyor olması, yakın tarihte hanedanda bir “veliaht” sorunu da ortaya çıkarmıştı. Benim görevde olduğum sırada ailede erkek evlat kalmamıştı. Veliaht Prens Naru
İmparatorluk ailesinin İmparator ve Veliaht Prens dışındaki yetişkin üyeleri, sanılanın aksine çok sosyal ve dostluğa açık kişilerdir. Pek çoğu ülke dışında eğitim görmüştür. Hepsi “prens” ve “prenses” unvanı taşıyan bu kişilerle çeşitli vesilelerle sık sık karşılaşır, ölçülü de olsa bir ahbaplık tesis edebilirdik. Bunun tek istisnası Veliaht Prens idi (Şu andaki İmparator). Tüm Japonlar gibi fevkalade kibar ve nazik bir insandı ama belki de taşıdığı unvanın ağırlığından kaynaklanan çok “formel” ve mesafeli bir kişiliği vardı. Bu nedenle hiçbir davette görünmez, sadece saraydaki resmi törenlerde Veliaht sıfatıyla babasının, yani İmparator’un yanında bulunurdu.
2009 yılı Mart ayında İstanbul’da “5. Dünya Su Forumu” toplantısı yapılacaktı. Su kaynakları konusu Veliaht Prens Naruhito’nun özel ilgi alanı içinde olduğu için, toplantıya kendisinin katılacağı açıklandı. Bunun üzerine ben de Bakanlığa talepte bulunarak, İstanbul’da kendisine eşlik etmek istediğimi bildirdim. Talebim kabul edildi ve Veliaht Prens ile İstanbul’da birkaç defa yan yana gelmek fırsatını elde ettim. Toplantılarda haliyle Japonya’nın o zamanki Ankara Büyükelçisi Tanaka da hazır buluyordu. Büyükelçi Tanaka BM Genel Sekreter Yardımcılığı yapmış kıdemli bir diplomattı. Klasik bir Japon’dan ziyade Avrupai bir kişiliği vardı. Kendisiyle iyi dost olmuştuk. Veliaht için tekneyle düzenlediğimiz bir Boğaz gezisi sırasında yanıma gelerek “Veliaht’ı Tokyo’daki Türk büyükelçilik rezidansında bir akşam yemeğine davet etsene” dedi.
Doğrusu hiç düşünmemiştim. Zira Tokyo’da bulunduğum süre içinde Veliaht Prens’in şehirde sayıları 150’ye yaklaşan büyükelçiliklerden hiçbirinin davetine geldiğini görmemiş ve duymamıştım. Diğer prens ve prensesler arada sırada bu tür etkinliklere katılırlardı; bana da gelmişlerdi. Ama Veliaht Prens’in büyükelçilik yemek davetlerini kabul etmediğini biliyordum. Onun için ret cevabı alacağım bir daveti yapmak istemiyordum. Bu tereddüdümü Büyükelçi Tanaka’ya
Tokyo’ya döndükten bir süre sonra Büyükelçilik kançılarya ve rezidansında uzun sürecek büyük bir tamirat başlattık. Ben de otele çıktım. Ama Veliaht’ın ofisi nezdinde daveti canlı tutmaya gayret ediyordum. Sonunda 2010 Nisan ayı başında bize tarih verildi. Yemek 26 Nisan 2010 akşamı olacaktı. Yemek için Tokyo’da çeşitli çevrelerden geniş bir üst düzey katılım düşünmüştüm. Ancak Veliaht yemeğin duyulmasını istemiyordu; zira duyulursa diğer büyükelçilikler için de bir emsal olacak, herkes davet etmek isteyecekti. Onun için daveti Veliaht Prens’le sınırlı tuttuk. Kendisinin büyükelçi unvanlı bir diplomatik danışmanı vardı, onu da çağırmak istedim; ancak saraydan bunun uygun olmadığı söylendi. Kurallar katıydı.
Veliaht Prens’in eşi Prenses Masako o sıralarda kendi içine çekilmiş, Tokyo’daki hiçbir resmi ve özel etkinlikte görünmüyordu. “Adjustment disorder” denilen bir rahatsızlığı olduğu açıklanmıştı. Japon Dışişleri’nde gelecek vadeden bir diplomat iken Prens Naruhito ile evlenmiş ve kariyerinden vazgeçmişti. Veliaht’ın eşi olarak bir yandan katı kuralların hüküm sürdüğü imparatorluk sarayındaki hiç de imrenilmeyecek tek düze hayat, diğer yandan da tahta varis olacak bir erkek evlat doğurması için aileden ve toplumdan gelen baskı Prenses’i bunaltmış, kabuğuna çekilmişti. Onun için yemeğe gel(e)medi. Dolayısıyla Veliaht yemekte yalnızdı. Büyükelçilikten iki müsteşar meslektaşım da eşleriyle birlikte yemekte hazır bulundu.
***
Yemek için haliyle çok özendim. Veliaht Prens’e Türk Büyükelçiliği’nde kuşkusuz Türk yemekleri ve tatlılarından oluşan bir mönü sunacaktık. Ana yemeği de “islim kebabı” olarak belirlemiştim. Ancak o tarihe kadar büyükelçilikteki yemeklerde hiç islim kebabı ikram etmemiştik. Aşçımız Hong Kong’da doğup İngiltere’de büyüyen bir Çinli idi; tabiatıyla Türk yemeklerinden anlamazdı. Onun için Büyükelçilikteki becerikli bir hanım memureyi işin içine kattım. İslim kebabını Veliaht Prens’e sunmadan önce tam dört gün dört ayrı “prova” yaptık, mutfakta islim kebap pişirdik. Sonunda istediğim kıvamda hazırlandığına kani oldum ve kendisine bu şekilde servis ettik. Memnuniyetle gördük ki, lezzet Veliaht Prens’in de damak tadına uygun geldi ve kendisine biraz daha ikram ettiğimizde hiç itirazda bulunmadan tabağına aldı.
Tokyo’daki binamız, yukarıda da belirtmiş olduğum üzere, dünyaca ünlü Japon mimar Kenzo Tange’nin
Oxford eğitimli Veliaht Prens İngilizceyi rahat konuşuyordu. İmparatorluk ailesi mensupları kesinlikle siyasi konulara girmezlerdi. Onun için masada “dereden tepeden” sohbet ettik. Sohbetimiz yemek sonrası ayakta Türk kahvesi ile devam ederken, kendisine güzel rezidansımızı
Misafirimiz ayrılırken yemeğin sonunda sunduğumuz kazandibinden bir parçayı o sırada 8 yaşında olan kızı Prenses Aiko’ya götürmesi için dışarıda bekleyen bir görevlisine verdik. Veliaht Prens’e ayrıca yemekte servis ettiğimiz nefis Türk şaraplarından beyaz ve kırmızı olmak üzere iki şişeyi yardımcıları aracılığıyla hediye ettik.
***
Yemek böyle başladı ve bitti. Çok merak eden varsa, Veliaht Prens’e verdiğim yemeğin tam mönüsü şöyle idi:
Düğün Çorbası
Yeşil Salata
Su Böreği
İslim Kebabı
Domatesli Pilav
Dondurmalı Kazandibi
Beyaz/Kırmızı Şarap
Şampanya
Türk Kahvesi
***
Tokyo’da görev sürem bitip Türkiye’ye dönerken kendisine mütevazı evinde bir veda ziyaretinde bulundum. Her zamanki Japon nezaketi ile sunulan ve asırlardan süzülüp gelen geleneksel Japon zevki ve estetiğini yansıtan zarif f
Şunu da ilave edeyim, Veliaht Prens Naruhito ilerleyen yaşından dolayı tahttan feragat eden babasının yerine, 1 Mayıs 2019 tarihi itibarıyla tarihteki 126. Japon İmparatoru olarak Krizantem Tahtı’nın yeni sahibi oldu.