Ledra Palas’da Bir Piyano Konseri

PAYLAŞ

2010 Yılının Şubat sonu ya da Mart başıydı. Paris’te kurulmuş “Barış Sanatçıları” adlı bir dernek, Kıbrıs’ta yaşayan iki halk ile onların anavatanları Türkiye ve Yunanistan’ı dörtlü bir kültür etkinliğinde bir araya getirmek amacıyla, Birleşmiş Milletler (BM) denetimindeki Ara Bölgede bulunan, adı hep toplumlararası müzakerelerin yapıldığı yer olarak geçen Ledra Palas Otelinde bir piyano konseri düzenlemeyi kararlaştırmıştı. Konsere Türkiye’den Hüseyin Sermet’in, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinden Rüya Taner’in, Rum tarafından Cyprien Katsaris’in, Yunanistan’dan ise George Emmanuel Lazaridis’in katılması öngörülmüş. Davetiyelerin ise Kuzey’den ve Güney’den dengeli biçimde cumhurbaşkanlarına, bakanlara, büyükelçilere, müzakerecilere, sivil topluma ve basına gönderilmesi düşünülmüş. Konserden bir hafta önce bana da konserin davetiyesi ulaştı. Konser BM denetimindeki bir bölgede olacağından Ankara’nın talimatını istedim. Ankara, eğer Güney’deki Yunanistan Büyükelçisi katılacak ise benim de katılmamın uygun olacağı talimatını verdi. Yunanlının katılacağını öğrenince bizim katılacağımız da Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) makamları üzerinden BM Barış Gücü Ofisine bildirildi.

 

Konsere katılacağımın Barış Gücüne duyurulmasının ardından haber hemen Rum tarafına “uçmuştu”. Tanımadığımız Rum Yönetiminin nazarında ben “İşgalci ülkenin büyükelçisi” idim. Rum basını işgalci yerine bazan “illegal” demeyi de tercih ederdi. Rum aklıyla, bir konserde üst düzey bir Rum, işgalcilerin temsilcisiyle nasıl yan yana veya aynı salonda oturabilirdi? Rumların bu telaşı, zaten Kıbrıs’ın meşru hükümeti olarak Rumları tanıyan, 4 Mart 1964 tarihli ve 186 sayılı BM Güvenlik Konseyi Kararından beri Rum Yönetimine akredite olarak faaliyet gösteren Barış Gücünü harekete geçirmekte gecikmedi: BM Barış Gücü Ofisi, konsere katılmamın uygun olmayacağını ve arzu edilmediğini, katılmakta ısrar edilmesinin konserin iptaline yol açabileceğini KKTC Cumhurbaşkanlığına bildirdi. KKTC makamları cevaben, Türkiye’den bir sanatçının da katılacağı barış amaçlı bu “dörtlü” kültürel etkinliğe, Kıbrıs’ın üç garantöründen biri olan BM üyesi Türkiye’nin Büyükelçisinin katılmasından daha doğal bir şey olamayacağını belirttiler. Hüseyin Sermet ile Rüya Taner de beni arayıp konsere mutlaka beklediklerini söylediler.

 

Durumu Ankara’ya ilettim. Ankara haklı olarak geri adım atılmaması talimatı verdi. Bunun üzerine Barış Gücü, meslek hayatımda unutamayacağım bir karşılıkta bulundu: “Türk Büyükelçi katılırsa karşısına asker çıkarırız”. Yani Ledra Palas’a girişim asker gücüyle önlenecekti. Konserin başlamasına on beş dakika kala, önde ve arkada iki koruma aracı olduğu halde, bayraklı makam aracımıza eşimle binerek, Büyükelçiliğimize en yakın kapıdan Ara Bölgeye girdik. Aracımızı Ledra Palas otelinin ana giriş kapısının tam karşısına park ettik. Koruma görevlilerimiz inerek aracın önünde ve arkasında gerekli tertibatı aldılar. Otelin kapısında görevli, önlerindeki masada kayıt işleri yapan Barış Gücünden iki astsubay, herhangi bir olağandışılık belirtisi göstermeksizin, diğer girenlere yaptıkları gibi isimlerimizi sordu, sonra onları kaydetti. Biz de eşimle içeriye girip, dört piyanonun konulduğu oldukça dar ve sade salonun ön sırasına yerleştik.

 

Almanya Büyükelçisi de gelerek yanımıza oturdu. Ancak saat 17:00’de başlaması gereken konser bir türlü başlamıyordu. Biz Alman’la sohbete daldık. Alman bir ara gecikmeden rahatsız oldu ki, bana nedenini sordu. Ben, bulunduğumuz yerin Ara Bölge olduğunu, Kıbrıs’ta yeşil hattın Türkleri Rum saldırılarına karşı korumak üzere çizildiğini, Türkiye’nin adaya Garanti Antlaşmasına dayanarak müdahale nedenlerini de anlatarak, şaka yollu, bu bölgede saatin “durduğunu” söyledim. Muhatabımla Kıbrıs ihtilafını bir öğle yemeğinde daha genişçe konuşmak üzere anlaştık.

 

Salonun sadece üçte biri dolmuştu, onlar da Kıbrıs Türk tarafından gelenlerdi, ön sıra ise iyice boş kalmıştı. Rum tarafından sadece eski Cumhurbaşkanı Klerides’in kızı Kiti Klerides ve birkaç gazeteci gelmişti. Katılacağını bildiren Yunanistan Büyükelçisi de ortalarda yoktu; anlaşılan Türkiye Büyükelçisiyle karşılaşmaktansa sanatçısını yalnız bırakmayı tercih etmişti. Konser tam yarım saat gecikmeyle başlayabildi. Piyanistler dörtlü ve ikili; Liszt, Şostakoviç, Ravel ve Wagner’den eserler icra ettiler. Konserden sonra olaysız ve talimatı yerine getirmenin huzuru içinde Kuzey’e döndük.

 

Ertesi gün bir Türk gazetesinde, “Fakılı Rumları Çil Yavrusu Gibi Dağıttı”manşetiyle bir haber çıktı. Haberde, konsere gelen birçok Rum’un, Otelin önünde bekleyen aracımdaki Türk Bayrağını görünce geri döndüğü bildiriliyordu. Sözde “Barış” amaçlı ve “Dört tarafı” bir araya getirecek masum bir konsere, taraflardan birinin katılımına, kendini tüm adanın tek temsilcisi sanan Kıbrıs Rum tarafının tahammül gösteremediği görülmüş oldu.

 

Kıbrıs’ın gerçeklerinden uzak kültür etkinlikleriyle sağlanmak istenilen “Barış”ın da, esasen adaya 1974 müdahalemizle kalıcı biçimde ve çoktan yerleşmiş olduğu bir kez daha anlaşıldı. Birleşmiş Milletler yetkililerinin ise masum bir konser karşısında bile dirayetli davranamadığı, karşımıza “Asker” çıkarılması blöfünün bir işe yaramadığı görüldü.

İlgili Yazılar