Bir Futbol Karşılaşmasından Ötesi: Belgrad’dan İlginç Anılar

PAYLAŞ

Beş buçuk yıla yakın  görev yaptığım Belgrad’da başka bir ülkede yaşanması mümkün olmayan gerginliklere ve sıkıntılı bazı olaylara şahit oldum. Bunlardan dördü  yıllar da geçse unutulacak cinsten vakalar değil. 2003 yılı ocak ayında göreve başladıktan 2 ay sonra Sırbistan başbakanı Zoran Djindjiç gün ortasında Başbakanlık binası önünde Sırp savaş mafyası tarafından öldürüldü. 2005 yılında Sırbistan ve Karadağ ile Bosna-Hersek futbol karşılaşması bir master tezine konu olabilecek derinlikte siyasi arka planı bulunan bir spor müsabakasıydı. Bildiğimiz futbol çekişmesinin ötesinde, etnik nefret kokulu, gergin ve karmaşık bir müsabakaydı. Sadece futbol yorumcuları arasında değil, kitle sosyolojisi, tarih, uluslararası ilişkiler uzmanları ve siyaset çevreleri nezdinde de rağbet gördü bu karşılaşma. Neyse ki, can kaybı olmadan, ciddi çatışma yaşanmadan sona erdi.

 

2008 yılı şubat ayında Kosova’nın bağımsızlığına tepki mahiyetinde düzenlenen büyük Belgrad protesto mitingi sırasında Türkiye Büyükelçiliğine yönelik saldırı tam anlamıyla dehşet saatleriydi binanın içinde bulunan bizler için. Bu saldırıdan bir iki hafta sonra Belgrad’da oynanması icabeden Beşiktaş-Kızılyıldız basketbol maçının ne denli tedirgin ve güvensiz bir ortamda oynandığını tahmin edebilirsiniz. Beşiktaş’ın Amerikalı bir iki oyuncusunun bu sebeple Belgrad’a gelmek istemedikleri basına dahi yansımıştı.

 

Yugoslavya iç savaşından kaynaklanan sebeplerle, Belgrad’da bir Sırp takımına karşı, Hırvat, Boşnak veya Arnavut ağırlıklı bir rakip arasındaki spor müsabakasının gerginliğe ve siyasi polemiklere yol açmadan yapılması halen mümkün değil. Zira iç savaş döneminde spor ve özellikle futbol iyice siyasete bulaştırılmış. Bosna’da ve Kosova’da yüzlerce Boşnak ve Arnavutu öldüren savaş suçlusu Sırp paramiliter Arkan lakaplı Zeljko Raznatoviç’in emrinde çalışan silahlı milislerin çoğunlukla Kızılyıldız Futbol Takımının fanatik destekçileri arasından devşirildiği o yıllarda herkesin malumuydu. Arkan Belgrad’da bir otel lobisinde  öldürüldü.

 

İç savaş sona ereli 20 yılı geçti. Yıllarca saklanan savaş suçluları yakalandılar, Lahey’de yargılandılar, hapis cezalarına çarptırıldılar, ama Balkan toplumlarındaki derin etnik yaraların sarılması ve iyileşmesi için 20 yılın yeterli olmadığını görüyoruz. Miloseviç zihniyetinin etnik temizlik politikalarının yol açtığı tahribatın zamanla düzeleceğine inananların  bölgeyi hala tanımadıklarına kuşku yok.

 

Bosna savaşı sonrasında, Dayton Barış Anlaşmasıyla yeniden dizayn edilen Bosna-Hersek, Boşnak ve Hırvatların oluşturduğu bir federasyon ile Sırpların bir araya geldikleri “Republika Sırpska”adlı bölgeden müteşekkil. Toplam nufusu 3,5 milyonu aşıyor, yarıdan biraz fazlası Boşnak, Sırpların nufusu üçte bire yaklaşıyor, Hırvatlar % 20 nin altında. Bosna-Hersek içindeki Sırp entitesi “Republika Sırpska” hala içinde yaşadığı, ait ve parçası olduğu devlete inanmıyor, karşı geliyor, yıkılmasına çalışıyor, nihai amacı gizli değil: komşu Sırbistan’a ilhak olmak.

 

Republika Sıpska, uluslararası toplumun Bosna-Hersek’in toprak bütünlüğü ve siyasi bütünlüğünü muhafaza etmek için yıllardır sarfettiği çabaları ve uyarıları dikkate almıyor. Sırp ortağın, devletin çalışması için gerekli uyumu ve işbirliğini reddetmesi nedeniyle, bu bahtsız Balkan devleti, ekonomik, siyasi, kültürel ve sosyolojik sorunlarını bir türlü aşamıyor.

 

2005 yılına ve maçımıza dönelim. Milli maçlarını seyretmek üzere Bosna’dan komşu Sırbistan’a seyahat eden Bosna-Hersek vatandaşı futbolseverlerin önemli bir kısmı kendi milli takımlarını değil de, ev sahibi takımı desteklemek üzere Belgrad’a geldiler. Bosna’nın aynı şehrindeki aynı  takımdan yetişen iki sırp futbolcudan birinin Bosna-Hersek milli takımında, diğerinin ise Sırbistan ve Karadağ milli takımında oynadıkları dikkate alındığında, bu tür  desteklemenin normal  kabul edilmesi gerekebilir. Bosna-Hersek’in sırp kökenli üst düzey görevlileri de sırp milli takımını desteklemekte bir beis görmüyorlardı. Gazetecinin suali üzerine, Bosna-Hersek Meclisinin Sırp başkanının, kendi ülkesinin takımını tutmadığını söylememek için ‘bizim takımı’ tutuyorum şeklindeki kaçamak  cevabı basına yansımıştı.

 

O dönemde Republika Sırpska’nın başbakanı olan Milorad Dodik (halen cumhurbaşkanı) parçası olduğu devlete saygı duymadığından Sırbistan ve Karadağ milli takımını tüm yüreğiyle ve yükses sesle desteklerken ait olduğu devletin milli takımından uzak durmaya özel önem atfederdi.

 

Sözkonusu maç dolayısıyla gecesi gündüzüne karışan Belgrad’daki Bosna-Hersek büyükelçisi ile maç ertesinde bir araya gelerek izlenimlerimizi paylaşmıştık. Maç vesilesiyle Belgrad’a gelen Bosna-Hersek milli takımı ve resmi yetkililer ile Republika Sırpska yetkilileri ayrı ayrı otellerde kaldıklarından büyükelçi aynı anda 2 ayrı heyetle ilgilenmek zorunda kalmış. İki heyet maç sırasında da farklı yerlerde oturmuş. Büyükelçi meslek hayatının bu en zor sınavını kazasız belasız atlattığından pek memnun idi. Büyükelçinin bana aktardığı,  Milorad Dodik’in maç vesilesiyle anlattığı pek ilginç hususları unutmak mümkün değil. Dodik, Bosna-Hersek milli takımını tutmamasının gayet doğal olduğunu ileri sürmekle kalmamış, Bosna-Hersek’in Sırbistan haricindeki ülkelerle yaptığı milli maçlarda da yabancı ülke milli takımını desteklemekten büyük keyif aldığını ilave etmiş, bu tutumunun tek bir istisnası bulunduğunu da hatırlatmış: Bosna-Hersek milli takımı Türk milli takımı ile karşılaştığı takdirde , Bosna-Hersek milli takımına destek vereceğine işaret etmiş.

 

İvo Andriç’in yarım asır önce anlatmaya çabaladığı Balkanlar işte böyle bir muamma… Yollar, hanlar, hamamlar, köprüler yapmışız ama takdir görmemişiz!

 

Dünyanın nefret ettiği Bosnalı Sırp lider Radovan Karadziç’in yerine seçildiği dönemde batılı ülkelerin büyük ümitlerle destekledikleri, göklere çıkardıkları Milorad Dodiç’in Bosna karşıtlığı ve Türk düşmanlığı Balkanları yakından bilenler açısından şaşırtıcı değil. Dodiç gibi düşünen aşırı Sırp milliyetçilerinin, bu hastalıklı tutumlarından, tüm Balkan ülkelerinin Avrupa Birliği üyesi olmaları halinde ve ancak gelecek nesiller itibarıyla, tarafsız , bilimsel ve laik bir eğitim sistemi sayesinde kurtulmaları mümkün olabilir.

 

Slovenya ve Hırvatistan dışında kalan Balkan ülkelerinin, gecikmeden AB üyesi olmaları işte bu sebeple büyük önem arzediyor. Ne var ki, son yıllarda, Brexit, göçmen sorunları ve popülist AB üyesi ülkelerin yarattığı köklü sorunlar nedeniyle, Brüksel’in Balkanlara yönelik ilgisi yeterli düzeye çıkarılamıyor.

 

İlgili Yazılar