Ukrayna’daki Savaş Sonrası Durum
Şubat 2022’de Rusya’nın Ukrayna’ya karşı başlattığı işgâl harekâtından bu yana AB’nin ön almasıyla Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’nın (AGSP) uygulanmasında ivmelenme ortaya çıktığı gözlenmektedir.
AGSP’nin hız ve içerik kazanmasında ABD’de Trump yönetiminin işbaşına gelmesi üzerine derinleşen ABD-AB ayrışması da şüphesiz katalizör rol oynamıştır.
AB’nin, genel anlamıyla Avrupa güvenliği ve savunmasını takviye etmek üzere attığı herbir yeni adım üzerine Avrupa’da ve ötesinde birçok parça başı yorumun dolaşıma sokulduğu görülmektedir. Alandaki uzmanların birçoğu, doğal olarak, genelde perakendeci bir anlayışla AB’nin aldığı kararları veya açıkladığı strateji ve programları kendi değerleri içinde değerlendirmekte, diğer yandan bunların gerisinde yatan sürecin köşe taşlarına yeterli ışık tutmaktan, dolayısıyla bütüncüllükten uzak bir yaklaşımı yeğlemeye meyletmektedirler. Bu çerçevede, taşların yerli yerine oturduğunu öne sürmek güçleşmektedir.
AGSP’nin Arka Planı
Avrupa güvenliği incelenirken, Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği’nin (AGSK) 1970’li yılların ikinci yarısından itibaren ABD’nin gözetimi altında NATO bünyesinde filizlendiğini anımsamak gerekir. AGSK’ya duyulan gereksinimin arka planını ise, 1966’da Fransa’nın NATO’nun bütünleşik askerî yapısından çekilmesi, bunun akabinde Almanya-Fransa öncülüğünde izlenmesine başlanan, Varşova Paktı ülkeleriyle temas ve diyaloğa dayalı Ostpolitik siyasetinin ilk aşamalarında ABD ile Avrupalı müttefik ülkeler arasında gözlenen görüş ayrılıklarının oluşturduğu söylenebilir.
Neredeyse NATO kurulduğundan bu yana ABD, Avrupalı müttefiklerinin savunmaya daha fazla kaynak ayırmaları suretiyle kendi üzerindeki yükün paylaşılmasından yana bir tutum almıştır. Soğuk Savaş döneminde dahi yük paylaşımı meselesinin İttifak’ın ana gündem maddelerinden birini teşkil ettiği bilinmektedir.
Soğuk Savaş koşulları, NATO’nun ABD ile Avrupa kanatları arasında savunmaya tahsisli kaynaklar bakımından ortak paydanın bulunmasını nispeten kolaylaştırmış, buna paralel olarak Avrupalı müttefikler konvansiyonel silah üretimi ve tedarikinde, kısacası Avrupa silahlanmasında uyum ve standardizasyonu sağlayacak, diğer yandan transatlantik çerçeveyi gözetecek kurumsal yapılanmaları hayata geçirmişlerdir.
Soğuk Savaş sonrası dönem AB’nin, Maastricht Zirvesi’nde alınan kararlarla birlikte güvenlik ve savunmayı ayrı bir sütun olarak kabul etmesiyle başlamıştır. Bu süreçte iki dönüm noktası ortaya çıkmıştır. Bunlardan ilki, öteden beri Avrupa’nın kendine özgü savunmasına mesafeli duran İngiltere’nin, NATO’yu önceleyecek, ancak Avrupa güvenlik ve savunmasına içerik kazandıracak bir anlayışla 1998’de Fransa’yla vardığı St. Malo mutabakatıdır. Diğeri ise, Avrupa güvenliği bağlamında kendisi üzerindeki yükün Avrupalı müttefiklerince paylaşılmasını öteden beri destekleyen ABD ile NATO’nun Avrupa kanadı arasında 1999 NATO Washington Liderler Zirvesi’nde alınan ve AGSP’ye kapı aralayan karardır. Buna göre özetle, NATO’nun müdahil olmayacağı, dolayısıyla AB’nin öncülüğündeki operasyonlarda AB’nin NATO’nun imkân ve kabiliyetlerinden yararlanmasına (Berlin + Paketi) olanak tanınmıştır.
Washington Zirvesi’nde alınan kararlar sonrasında AB, AGSP’yi hayata geçirmek üzere kurumsal yapılanmaya gitmiş, bu çerçevede AB bünyesinde Siyasi ve Güvenlik Komitesi (PSC) ve Askeri Komite’yi tesis etmiştir. Buna paralel olarak AB öncülüğünde icra edilebilecek operasyonlar için kuvvet havuzu (Temel Hedef) oluşturmaya yönelmiştir. Avrupa Savunma Ajansı’nın (EDA) kurulması kararını almıştır. Diğer yandan, bu çaba ve girişimlerinde NATO’nun yerini alacak bir yapılanmayı hayata sokmaktan kaçınmış, Avrupa güvenlik ve savunmasını NATO’yu tamamlayacak bir süreç ve yapılanma olarak tanımlamıştır. Bununla birlikte, geleceğe dönük bir bakış açısıyla AGSP’nin ilk aşamalarında, özellikle Fransa’nın öncülüğünde güvenlik ve savunmada Avrupa’nın otonomisi (stratejik otonomi) tartışmalarını da gündeme taşımıştır.
2000’li yılların başından itibaren güç kazanmaya başlayan AGSP için üçüncü dönüm noktası ABD’de Trump’ın işbaşına geldiği ilk dönemdir. Trump, daha o dönemde NATO dahil çok taraflı kuruluşlara karşı önyargılı tutumunu açıkça ortaya koymuş, Macron NATO’nun “beyin ölümünü” ilân etmeden çok önce İttifak’ı “modası geçmiş” bir kuruluş olarak nitelemiştir. İlk katıldığı 2017 NATO Liderler Zirvesi Toplantısı’nda kullandığı söylem ve sergilediği duyarsız ve fütursuz davranışlar üzerine zamanın Almanya Şansölyesi Merkel’in, “Avrupa’nın kendi kaderini kendi ellerine alması gerektiği” yolundaki ifadeleri kayıtlardadır. Merkel’in bu ifadeleri ile kendi ülkesinin savunmaya o zaman ayırdığı kısıtlı kaynaklar arasındaki büyük makasın varlığı ise manidardır.
Birinci Trump dönemi, AB’nin Küresel Güvenlik Stratejisinin ilân edildiği (2016), Avrupa güvenlik ve savunmasına içerik kazandırmak üzere Daimî Yapılandırılmış İşbirliği’nin (PESCO) başlatılması, Yıllık Ortak Savunma Gözden Geçirme (CARD-askerî yeteneklerin eşgüdümlenmesi) girişiminin hayata geçirilmesi, Avrupa Savunma Fonu’nun (EDF) tesis edilmesi gibi AGSP’nin otonomisine katkı sağlayacak önemli projelere sahne olmuştur.
Öte yandan, ciddi ölçüde otonom Avrupa güvenlik ve savunma arayışı, Rusya’nın 2022’de Ukrayna’yı ikinci kez işgâl etmesi ve özellikle Trump’ın Ocak 2025’te yeniden işbaşına gelmesiyle daha da hızlanmıştır. Bu çerçevede, son üç yılı AGSP açısından gerçek bir dördüncü dönüm noktası olarak tanımlamak gerekir.
2022-2025 Dönemi
Son üç yıllık dönemde daha otonom bir AGSP yapılanmasına zemin oluşturan kritik yapı taşlarını panoramik bir bakış açısıyla şöylece özetlemek mümkündür:
- Avrupa Savunma Ajansı bünyesinde geliştirilen ve 2007’de açıklanan Avrupa Savunma, Teknoloji ve Endüstri Temeli (EDTIP) stratejisi, sadece savunma alanını değil, Avrupa’nın kendine özgü teknoloji ve sanayi tabanını da uluslar üstü bir yapılanmayla, dolayısıyla Avrupa ölçeğinde müşterek ve uyumlu üretim zincirlerini desteklemek amacıyla hayata geçirilmiş bir girişimdir. Bu stratejinin, AB’nin özellikle güçlü üyelerinin ulusal çıkarları ve uluslararası bağlantıları dolayısıyla ortaya atıldığı yıllarda tam anlamıyla uygulanamamış olmakla birlikte, Avrupa çapında ve küresel ortamda meydana gelen güncel durum ışığında son dönemde üzerine yeniden eğilinilen temel bir dayanak olarak güncellik kazandığı görülmektedir.
- AB’nin 2030’a kadar güvenlik ve savunması için ana strateji belgesi (Stratejik Pusula) onaylanmadan önce AB Liderlerinin 10-11 Mart 2022’de açıkladıkları Versailles Deklarasyonu da kayda değerdir. Bu deklarasyon aracılığıyla AB, Rusya’nın Ukrayna’da sergilediği saldırgan tutumun Avrupa güvenliği açısından çok ciddi bir kırılma noktası olduğunu ilân etmiş ve Avrupa savunma yeteneklerini geliştirmek üzere üye ülkelerin savunma harcamalarını artırmalarını, Avrupa savunması için ortak projeleri ve tedariki teşvik etmelerini, siber güvenlik ve uzay tabanlı bağlantısallık dahil stratejik kuvvet çarpanlarına ve yenilikçi savunma teknolojilerine yatırım yapmalarını ve küçük ve orta boy işletmeler (SME) dahil savunma sanayini güçlendirmelerini ve geliştirmelerini kararlaştırmıştır. Bu Deklarasyon’da da, birçok AB Bildirisi’nde olduğu üzere, Avrupa güvenliğini güçlendirmek için hayata geçirilen girişimlerin transatlantik çerçeveyi tamamlayacağının altı yeniden çizilmiştir.
- Yine Mart 2022’de Avrupa güvenliği ve savunmasına dayanak teşkil eden esasları içeren AB Stratejik Pusula’sını ilân etmiştir. Bu kapsamlı rehber belge, çok kutupluluğa evrilen çatışmacı ve rekabete dayalı bir küresel sistemde Avrupa güvenlik ve savunmasının sağlamlaştırılması, olabildiğince kendine özgü kılınması amacıyla geniş bir tehdit yelpazesine dayalı bir kurgu doğrultusunda AB için bir yol haritası ortaya koymaktadır. O dönemin koşulları ışığında bu strateji belgesiyle, ABD’den tam otonom bir Avrupa savunması amaçlanmamakta, bu bağlamda ABD’nin yük paylaşımında Avrupa’dan olan beklentilerini karşılamak üzere transatlantik çerçeveye daha fazla katkı sağlamak temel hedeflerden biri olarak belirlenmektedir. Kuvvet katkısı esas alındığında ise, 5.000 askerî personele dayalı bir Acil Müdahale Kapasitesi ile sivil misyonlar için 200 uzmandan müteşekkil bir sivil güç öngörülmektedir. Belgede belirlenen bu rakamların o dönemde ve özellikle günümüzde ne denli yetersiz kaldığı ve son gelişmelerle birlikte gerçekten demode olduğu açıkça görülmektedir.
- AB, sırasıyla Temmuz 2023 ve Ekim 2023’te Mühimmat Üretimi Destekleme (ASAP) ve Ortak Tedarik Yoluyla Avrupa Savunma Sanayini Güçlendirme (EDIRPA) Tüzüklerini (Regulation) kabul etmiştir. Bu Tüzükler, Ukrayna’da derinleşen kriz karşısında EDTIP stratejisinin savunma boyutunu, dolayısıyla Avrupa savunma sanayini desteklemek ve yetersiz olduğu görülen mühimmat açığını süratle kapatmak üzere uygulamaya sokulmuştur.
- Mart 2024’te ilân edilen Avrupa Savunma Sanayi Stratejisi (EDIS) ile eşzamanlı açıklanan Avrupa Savunma Sanayi Programı (EDIP) Tüzüklerinde, 2007’de açıklanan EDTIP stratejisi ile savunma alanında üye ülkeler arasında işbirliğine dayalı yatırımları güçlendirmek, ufuk ötesi bir anlayışla, hasılı uzun erimli bir dönem için Avrupa savunma sanayinin her koşula karşı duyarlı kılınması hedefini ilerletmek, Avrupa savunma hazırlık kültürünü olağan ve güncel tutmak, NATO ve Ukrayna gibi stratejik, fikirdaş ve uluslararası ortaklarla işbirliğine gitmek ve kısa vadeli acil önlemler ile uzun döneme yönelik Avrupa savunma hazırlık durumu arasındaki açığı kapatmak gibi öncelikler belirlenmiştir.
- Avrupa güvenliği ve savunması bağlamında incelenmesi gerekli diğer önemli bir belge, zamanında Avrupa Merkez Bankası Başkanlığı görevini üstlenmiş İtalya’nın eski Başbakanlarından Mario Draghi’nin gözetiminde hazırlanan ve Eylül 2024’te açıklanan Draghi Raporu’dur. Rapor, üç alanda (Avrupa ile ABD ve Çin arasındaki yenilikçilik açığı, sıfır karbon salınımını ve rekabet gücünü güvence altına alacak müşterek bir eylem planının geliştirilmesi gereği ve güvenliğin artırılması suretiyle bağımlılıkların azaltılması zorunluluğu) Avrupa’nın rekabet gücünü yitirmekte olduğuna değinmekte ve AB’nin küresel aktör rolünü sürdürebilmesi için atması gereken adımları sıralamaktadır. Önlem alınmasını gerektiren alanlar arasında güvenlik boyutu da bulunmaktadır. Rapor özetle, jeoekonomik düzlemde gözlenen parçalanma ve baskılara karşı koyma gereksiniminden hareketle Avrupa güvenliğinin güçlendirilmesi, dolayısıyla bağımlılıkların azaltılması için savunma harcamalarının artırılması, savunma sanayi ölçeğinin/kapasitesinin geliştirilmesi, savunma alanındaki araştırma-geliştirme faaliyetleri için tahsis olunan kaynakların işbirliğini takviye edecek şekilde bir havuzda toplanması, Avrupa savunma malzemeleri üretimindeki parçalı yapıya karşı önlem alınması, Avrupa’nın üstünlüğü bulunan uzay sektöründe gözlenen zayıflamanın engellenmesi, savunmaya dönük işbirliklerinin genişletilmesi, kritik hammadde elementlerine (nadir elementler) erişimde karşılaşılan sınamaların aşılması, dolayısıyla bu elementlerle ilgili tedarik zincirinin sürdürülebilir kılınması, Avrupa ekonomisinin daha fazla dijitalleşmesinde gerekli olan kritik teknolojilere olan dış bağımlılıkların azaltılması gibi geniş bir yelpazeye yayılan önerilerde bulunmaktadır.
- Ukrayna’da Rus saldırganlığının devam ettiği ve özellikle Trump’ın ikinci kez işbaşına gelmesi sonrasında, fiiliyatta saldırganlık boyutuna varmasa da, ilk dönemine kıyasla, özellikle Avrupa’ya karşı takındığı revizyonist tavır (Grönland’ı satın almak istemesi, Kanada’yı ABD eyaletleri arasına katma niyetini açıklaması, AB’ye karşı gümrük tarifelerini yükseltmesi, Ukrayna’daki savaşı durdurmak için Avrupalı müttefikleriyle gerekli danışmalarda bulunmaksızın doğrudan Rusya’yla müzakereye girişmesi gibi), Mart 2025’de AB Liderlerini, Avrupa savunmasını güçlendirmek, dolayısıyla stratejik otonomi alanını genişletmek ve gelecekteki Avrupa güvenlik mimarisinin tesis edilmesinde ayağını yere sağlam basmak üzere bir dizi kritik karar almaya yöneltmiştir. Bu çerçevede, 6 Mart 2025’te Brüksel’de düzenlenen AB Konseyi’nde Avrupa savunması ile Ukrayna’nın desteklenmesi konusunda bir Sonuçlar Bildirgesi yayımlamışlardır. Bu Konsey Toplantısı vesilesiyle Rusya’nın Ukrayna’daki saldırganlığı ile bunun Avrupa ile küresel güvenlik bakımından yansımalarının AB için “varoluşsal sınama” olduğunun altını çizmişlerdir.
- Aynı gün (6 Mart) AB Komisyonu, Konseye “Avrupa Savunması ve Avrupa’nın Yeniden Silahlanması (ReArm) Planı/Hazırlık 2030 Beyaz Kağıdı”nı sunmuştur. Sözkonusu Plan’a göre AB, Avrupa savunma sanayi üretimini güçlendirmek üzere Planda belirlenen kriterlere uyulması kaydıyla savunma harcamalarına esneklik getirmek suretiyle 800 milyar Avroya baliğ olan bir malî kaynak serbest bırakılacaktır.
- Avrupa savunmasına dair sözkonusu Beyaz Kağıt’taki esas ve hedeflerin uygulanması için AB Komisyonu’nun 19 Mart 2025’te hayata geçirdiği son araç, Avrupa İçin Güvenlik Eylemi (SAFE) başlıklı Tüzük’tür. Bu Tüzük aracılığıyla “ReArm Europe” Planı uyarınca Avrupa savunma sanayini daha da güçlendirmeye yönelik 150 milyar Avro tutarında bir kaynak esnek koşullarda ivedilikle seferber edilecektir. Hedef, Avrupa savunma sanayinin üretim kapasitesini artırmak, savunma ürünlerine zamanlıca erişimi sağlamak, mevcut savunma yeteneklerinin güncellenmesi ile yenilikçi teknolojilere dayalı, çağın gereklerini karşılayan savunma yeteneklerinin üretilmesini hızlandırmaktır. Avrupa savunmasının açıklarını kapatmak üzere öncelik verilen alanlar arasında hava-füze savunması, topçu sistemleri, füzeler ve mühimmatları, dronlar ve dron savar sistemler, stratejik kuvvet çarpanları, uzay, siber uzam, yapay zekâ ve elektronik harp yetenekleri ile askerî seyyaliyeti (mobility-kuvvetlerin intikal kabiliyeti) artırma bulunmaktadır. SAFE girişiminin, ReArm Planı ile Hazırlık 2030 Programı’nın süratle hayata geçirilmesinde bir ara önlem paketi olduğunu söylemek mümkündür.
- SAFE girişiminde, AB üyesi ülkeler için savunma sanayi/yetenekleri tabanlı borçlanmanın kapsamını genişleten bir anlayış esas alınmıştır. Bu çerçevede kaynakların kullanımında öncelik AB üyelerinindir. Diğer yandan, SAFE çerçevesindeki parasal kaynaklardan ve ortak savunma sanayi girişimlerinden AB üyesi olmayıp, NATO üyesi olan İngiltere, Norveç ve Türkiye’nin yararlanması mümkündür. Bu çerçevede, AB dışı NATO ülkelerinin SAFE’ten yararlanmalarında iki temel ölçüt veya kısıtlama bulunmaktadır. Bunlardan biri, sözkonusu ülkelerin 150 milyar Avroluk kaynağın toplam 52,5 milyarlık bölümünden (%35) yararlanabilecek olmalarıdır. Diğeri ise, SAFE kaynaklarından faydalanmak için AB dışı üç NATO üyesi ülkenin (İngiltere, Norveç ve Türkiye) AB’yle Güvenlik ve Savunma Ortaklığı (Bağlayıcılığı Olmayan Enstrüman-NDI) anlaşması imzalaması gereğidir. Norveç’in AB’yle bu yönde bir düzenlemesi esasen bulunmaktadır. Dolayısıyla, “anlaşma ölçütü”nü karşılamak için İngiltere ve Türkiye’nin AB’yle anlaşmaya varması gerekecektir. AB üyesi ülkeler, şartları karşılayan AB dışı ülkelerin Avrupa ortak savunma projelerine nitelikli çoğunluk (15 AB üyesi ülkenin onayı) esasına göre katılmalarına olanak sağlayabilecektir. Öte yandan, katılım meselesi Türkiye bakımından değerlendirildiğinde, bu esasa rağmen Yunanistan-GKRY ikilisinin, yeri geldiğinde Fransa’nın da desteğini almak suretiyle ortak üretim zincirinden Türkiye’yi dışlayacak faaliyetlere yönelmeleri sürpriz olmayacaktır.
Sonuç
Son gelişmeler üç temel sürece zemin oluşturuyor: Avrupa savunmasının otonomisini güçlendirmeye dönük geniş çaplı AB yönelimi; bununla bağlantılı olarak ABD-Avrupa ayrışmasının daha da derinleşmesi olasılığı karşısında geleceğe dönük, Avrupa’ya özgü bir güvenlik mimarisi tesis edilmesi arayışı ve uygulamaya giren strateji ve programların desteğinde Avrupalı ülkelerin Ukrayna’ya olan malî ve askerî desteklerinin mümkün olan azamî ölçüde sürdürülmesi.
Uzun bir geçmişe sahip Avrupa güvenlik ve savunmasına dair değerlendirmeler yapılırken günceli yakalamanın şehvetine kapılıp, bu geçmiş sürecin bütüncüllüğünü, devamlılığını ve bugüne olan yansımalarını gözardı etmek yapılacak analizlerin sağlığına gölge düşürecek sonuçlar doğurmaya adaydır.
Avrupa’nın kendisine özgü güvenlik ve savunma yapılanması fikrinin kökleri NATO’nun kuruluş yıllarına kadar uzanan bir arka plana sahiptir. Avrupa/AB, geçmiş dönemlerin koşulları ve bilhassa Soğuk Savaş döneminin kendine özgü dinamikleri altında otonom Avrupa güvenlik mimarisini tesis etmekte adım adım ilerleme yolunu benimsemiştir.
Soğuk Savaş ertesi süreçte savunmaya gerekli kaynakları yeterince ayırmamasına rağmen Avrupa güvenlik ve savunmasının kavramsal ve kurumsal temelini sağlamlaştırmaya yönelmiştir.
2000’li yıllarla birlikte bu alanda girdiği iddialı hedefleri yakalamakta istenen ölçüde başarı kaydedememiş, 1990’lu yıllardaki Balkan krizleriyle (Bosna-Hersek ve Kosova), 2011’de Libya’ya karşı yapılan operasyonla ve özellikle 2014’de Kırım’ın işgâl ve ilhakıyla tetiklenen gelişmeler karşısında savunma açıklarını teşhis edebilmiştir. Diğer yandan, savunma için ayırdığı yetersiz kaynaklar Avrupa’yı ve Avrupa savunma sanayini güncel sınamalar karşısında hazırlıksız yakalamıştır.
2022 (Ukrayna’nın işgali ) ve 2025 (Trump’ın yeniden ABD yönetimine gelmesi) yılları AB üyesi ülkeler ve AB üyesi olmayan NATO’nun Avrupalı üyeleri için alarm zillerinin kuvvetle çalmasına yol açmıştır.
AB’nin, 2025 yılıyla birlikte Avrupa güvenlik ve savunmasında kısa sürede arka arkaya aldığı kararlarla savunması için kesenin ağzını cömertçe açtığı görülmektedir. Rusya’yı artık varoluşsal bir tehdit olarak değerlendiren ve Ukrayna’da barış inşa edilse dahi Rusya’nın revizyonist ve saldırgan tutumundan kısa vadede geri adım atmayacağını öngören AB’deki bu eğilimin süreceğine ve artık geri dönülemez bir yola girdiğine kesin gözle bakmak gerekir.
Nihai hedef, gelişmelerin olası seyrine bağlı olarak, kendi ayakları üzerinde duran otonom bir Avrupa güvenlik ve savunma mimarîsini yapılandırmaktır.
Sözkonusu mimarî elbette bugünden yarına vücut bulacak değildir ve zaman zaman gündeme gelen “Avrupa Ordusu” kurulması için henüz yeterli bir kurumsal zemin bulunmamaktadır. Bu zeminin oluşması, ancak AB bünyesinde nükleer caydırıcılık boyutu da olan NATO benzeri tam teşekküllü bir askeri yapılanmanın hayata geçirilmesiyle mümkün olabilir. AB içinde henüz bu tür bir düzenlemeye geçilmesi yönünde ortak irade mevcut değildir. AB, açıkladığı son strateji ve programlarda da, geçmişte olduğu gibi, transatlantik çerçeveyi kenara koyan bir yaklaşım sergilemekten geri durmaktadır.
Türkiye’nin sözkonusu süreçlerdeki rolüne gelince; Türkiye, Avrupa’nın kendine özgü savunma fikrine başından itibaren karşı çıkmamış, Avrupa silahlanma ve silah tedarik girişimleri ve programları içinde yer almıştır. Bu çerçevede NATO bünyesindeki ABD-Avrupa dengesinin olabildiğince korunmasında önemli bir aktör olmuştur.
AGSP’nin hayata geçirildiği ilk aşamalara tekabül eden 2003 yılında AB kuvvet havuzu (Headline Goal) için AB’nin ortağı olarak tahsis ettiğini açıkladığı kuvvetle (takviyeli bir mekanize tugay) AB üyesi ülkeleri şaşkınlığa sürüklemiştir. Türkiye, aynı yaklaşımı çok uluslu AB Muharebe Grupları’na katkıları çerçevesinde de sergilemiştir.
Türkiye’nin Avrupa güvenlik ve savunmasına olan katkıları, Yunanistan’ın AB genişlemesine karşı ortaya koyduğu veto şantajı sonucunda GKRY’nın AB’ye üye yapılması sonrasında bu ikilinin (Yunanistan-GKRY) Türkiye’ye karşı uyguladığı engeller dolayısıyla sekteye uğramıştır. GKRY, AB’ye üye olduktan sonra Türkiye’nin Avrupa Savunma Ajansı’yla organik bağ kurmasını sağlayacak düzenlemeleri veto etmiş; ayrıca üyelik katılım fasıllarından biri olan Avrupa güvenlik ve savunma faslına da vetosunu koymuştur. Bu çerçevede, sözkonusu ikilinin, Türkiye’nin Avrupa Savunma Fonu (EDF) ile PESCO projelerine katılımına karşı sergiledikleri engelleyici tutumu anımsamakta yarar vardır.
2010’lu yıllarla birlikte Türk demokrasisinde tedricen ortaya çıkan bozulmalar ve AB’nin Türkiye’ye karşı angajman kanallarını kapatmak suretiyle sürdürülebilir bir gelecek vizyonu geliştirememesi sonucunda al-ver ilişkisine geçmesine bağlı olarak Türkiye-AB ilişkileri önce soğumuş, bilahare kesintiye uğramıştır. Bu tıkanıklık an itibarıyla da büyük ölçüde sürmektedir.
Rusya’nın Ukrayna’ya karşı sürdürdüğü savaşın Avrupa güvenliğine olan olumsuz etkileri ve ABD ile Avrupa ilişkilerinde başgösteren benzersiz çatlak AB’yi, Avrupa güvenlik ve savunma mimarîsini ortaklarıyla birlikte olabildiğince otonom bir çerçevede ve yeni koşullarda tesis etmeye dönük arayışa itmiştir. Bu durum AB’yi, Türkiye’yle güvenlik ve savunma alanında geçmişle kıyaslanamayacak ölçüde bağlar kurmaya yöneltmiştir. Gözlenen mevcut işbirliği arayışı süreci olumlu ve yapıcı bir anlayışla yönetildiği takdirde genelde Türkiye-AB ilişkilerinin olumlu bir mecrada ilerlemesi, özelde ise Türk savunma sanayinin Avrupalı ortaklarıyla daha geniş ölçekte bağlantılar kurması bakımından somut sonuçlar doğurabilir.
Diğer yandan, Türk üst düzey yönetim çevreleri, sözde de olsa, son birkaç yıldır mevcut küresel ortamın ve özellikle Avrupa güvenliğinin geldiği tehlikeli dönemeçte Türkiye’nin biran evvel AB üyesi yapılması isteklerini dile getirmekte ve Türkiye olmaksızın Avrupa güvenliğinin sağlanamayacağını, AB’nin küresel bir aktör olamayacağını savunmaktadırlar.
Aynı çevrelerin, güvenlik ve savunma alanında Türkiye-AB ilişkilerinin an itibarıyla olumlu yönde evrilmesi ile Türkiye’nin AB’ye üye olması arasında bağ kurmaları, iki sürecin farklı dinamiklere sahip bulunması nedeniyle AB tarafında olumlu yankı bulmamaktadır. Buna dayanarak bazı yönetim karşıtı çevrelerin AB’yi çifte standart uygulamakla eleştirdikleri görülmektedir. Bu muhalif geçinen aynı çevrelerin Türkiye’de demokrasi ve özgürlükler alanında yönetim karşıtı bir tutum almaları ise çelişkinin daniskasıdır.
Avrupa güvenlik mimarîsinin inşa olunmasında Türkiye’nin, önemli bir NATO üyesi olarak mevcut zorlu konjonktürde aktif rol oynaması, bunun karşılığında Avrupa güvenlik ve savunma politikasında kendisine yer bulması hiç şüphesiz eşyanın tabiatına aykırı değildir. Diğer yandan, bu alandan yola çıkarak kısa-orta vadede Türkiye’nin AB’ye üyelik yolunun açılmasını bekleyenler veya bu iddiayı güdenler hem kendilerini hem kamuoyunu avutmaktadırlar.
ABD’de Trump yönetimiyle birlikte sırf ABD çıkarlarına odaklı, ortak değerleri dışlayan popülist akım Amerikan yönetim çevrelerinde egemendir ve bu yönetim tarzının Türkiye-Avrupa ilişkilerinin alacağı şekle lakayd kalması şaşırtıcı olmayacaktır. Bu çerçevede, son güncel gelişmelerle birlikte Türkiye’de ciddi darbe alan demokrasinin nereye evrileceği Trump ve ekibinin çok da umursadığı bir tablo değildir.
Meseleye AB prizmasından bakıldığında ise, her ne kadar kimi AB üyesi ülkelerde de popülist/otokratik eğilimlerin güç kazanmakta olduğu gözlenmekle birlikte, AB’nin üzerine oturduğu müşterek değerler, ortak ve üçüncü taraf olarak görülen ülkelerle ilişkilerine yön verme istidadını halen büyük ölçüde korumaktadır.
Her hâl ve kârda AB’yle güvenlik ve savunma alanındaki ilişkilerin ilerletilmesi, günümüz sınamaları karşısında yeniden hareketlenmeye başladığı gözlenen Türkiye-AB ilişkileri çerçevesinde olumlu katkılar doğurabileceği gibi özellikle Türk savunma sanayi için yeni yatırım ve işbirliği olanakları sunabilir. Bunun yanısıra Ankara, Ukrayna’da olası bir ateşkes/barış anlaşması için kuvvet katkısı sağlayacak ülkeler arasına katılma kararı alırsa, bu karar karşılığında öncelikli olarak Avrupa güvenlik ve savunmasını güçlendirmeye dönük girişim ve projelerde yer almak talebinde bulunabilir. Bu iki alanda ortaya çıkabilecek fırsatlar saklı kalmak kaydıyla, Türkiye’nin bugünlerdeki temel ve güncel önceliği, ülke ve toplum için demokrasi-sivil özgürlükler (temel hak ve hürriyetler)-hukukun üstünlüğü mimarîsini yeniden inşa etmektir. Bu alanda başarı sağlayamayan bir Türkiye’nin, savunma alanı dahil mensup olmak istediğini dile getirdiği Avrupa tabanlı diğer mimarîler içinde kendine yer bulması saf bir beklentinin ötesine geçemeyecektir.