Konuk Yazar, Ayhan DOĞANER, Güvenlik Uzmanı
Suriye, günümüzde küresel ve bölgesel etkileri ile önemli jeopolitik çatışma alanları arasında yer alıyor.
Suriye’de yaşanmakta olan iç savaş, Suriye’de konuşlanan İslam Devleti (İD, İŞİD, DEAŞ) ile mücadele adı altında PKK/PYD’ye verilen askeri ve lojistik destek, bölgede son 120 yıldır kurulmaya çalışılan Kürdistan devleti girişimi, bölgedeki jeopolitik fay hatlarını harekete geçirdi. Stratejik sonuçları olabilecek bu gelişme sadece Türkiye ile sınırlı olmayıp, Suriye, Irak ve İran’ı da içine alıyor.
Suriye Ürdün sınırında, 28 Ocak’ta Amerikan üssüne yönelik İran destekli vekil güçler tarafından yapılan saldırı ve sonrasında ABD’nin İran çıkarlarına yönelik 2 Şubat tarihindeki Suriye, Irak ve Yemen’deki hedeflere yönelik misilleme, Suriye ve bölgedeki krizi daha da derinleştiriyor.
Türkiye’nin son dönemde Kuzey Suriye ve Kuzey Irak’taki askeri üslerine yönelik PKK/PYD eylemleri sonrasında gerçekleştirdiği ve aralıksız devam eden sınır ötesi harekatlar ile birlikte Suriye’de çok sayıda terörist etkisiz hale getirildi.
Suriye’de mevcut konjonktür
Suriye’de ABD, Rusya Federasyonu, Türkiye ve İran, hatta İsrail, kendi ulusal güvenlik ve jeopolitik çıkarlarını dikkate alarak Suriye’ye müdahil oldu. Bu gelişme bir nevi onları bazen yan yana ve bazen de karşı karşıya getirdi.
Suriye’de 2011 yılında başlayan Arap Baharının etkisiyle iç savaşa kadar ulaşan muhalif hareketler birçok siyasi, askeri, ekonomik, sosyal sorunların yanı sıra, etkisi Suriye sınırlarını da aşan terörizm sorunlarına yol açtı.
Aynı konjonktürde Lübnan’daki Hizbullah’ın yanı sıra, İslam Devleti ve PKK/YPG terör örgütleri de Suriye’de yaşam alanı bularak, lojistik, silahlı eğitim ve terörist eylemler açısından sağlam bir zemine kavuştu.
Suriye Hükümeti, Kuzey ve Doğu bölgelerinde, İdlip, Halep’in kuzeyi, Haseke, Rakka ve Deyrizor’da egemenlik haklarını kullanamaz durumda. Suriye, nispeten verimli tarım toprakları ve enerji kaynakları olan alanların kaybı nedenleriyle ciddi ekonomik sorunlarla karşı karşıya kaldı, ayrıca kendi petrolünü PKK/YPG’ den satın almak zorunda bırakıldı.
Güvenlik sorunu, hükümetin kontrolü dışındaki alanların yanı sıra, hükümetin bizzat kontrolü altındaki alanlarda da devem etmektedir. Ülke içinde ve ülke dışına yaşanan göç, ciddi demografik, sosyal ve güvenlik sorunlarına yol açmaktadır. Güneyde Suweyda bölgesinde Dürzilerin şikayetleri, zaman zaman çatışma boyutuna ulaştı. Dürzilerle yaşanan sorunlar Lübnan ve İsrail’deki Dürzi toplumunu ve siyasi organizasyonları da etkiledi.
Suriye ve İran destekli Filistinli gruplar ve Hizbullah’ın varlığı, İsrail’in Suriye topraklarına yönelik hava harekatlarına neden olmaktadır. Dördüncü ayını tamamlayan Hamas İsrail arasındaki çatışmalar, İran’ın vekil gücü Hizbullah nedeniyle, Suriye, Irak ve Lübnan’daki çatışma riskini, çatışmaların bölge ülkelerine yayılma riskini arttırdı. İran liderliğinde direniş ekseni, Irak ve Suriye’de ABD varlığının güvenliğine de tehdit oluşturdu. Kızıldeniz’de, İran’ın yine vekil güçleri kaynaklı saldırılar, dünya ticaretinde ve tedarik zincirlerine ciddi sorunlara neden olabilecek niteliğiyle bölgesel sorunu küresel boyuta taşıdı.
Suriye, iç savaş ortamının yanı sıra, devam eden Hamas/İsrail çatışmasının geldiği noktada, bölgede tam merkezde yer alan istikrarsız bir Ülke konumuna geldi.
Selefi tekfiri gruplar Suriye’de yaşam alanı buldu. ABD, İsrail’in güvenliği ve İslam Devleti unsurları ile mücadele adı altında başka bir terör örgütü, PKK/PYD’yi destekliyor. Bölgede bağımsız bir Kürdistan devleti kurulması hedefleri, bölgedeki sorunların artarak devam etmesine, küresel sonuçlar doğurmasına zemin hazırlıyor.
Suriye’deki konjonktürün, Türkiye’ye güvenlik alanında yansımaları
Türkiye’yi güneyden kuşatma potansiyeline sahip, dört parçalı (Türkiye, Suriye, Irak, İran) bağımsız bir Kürt devleti oluşumunu engellemek, her bir parçanın coğrafi, siyasi, ekonomik bütünleşme çabalarının önüne geçilmesi, Türkiye’nin güvenlik stratejileri ve jeostratejik hedefleri bağlamında hayati öneme sahiptir.
Kürt devleti kurulması, jeopolitik sonuçları amaçlayan bir projedir. Kürtlerin siyasi birlik oluşturmaya çalıştığı Mezopotamya bölgesi ve yakın çevresi, orta doğunun önemli su ve enerji kaynaklarının bulunduğu bir coğrafyadır. PKK’nın Türkiye’den talep ettiği bölge orta doğuda önemli su kaynaklarının yer aldığı Fırat ve Dicle havzalarını içermektedir. Keza İsrail’in inanca dayalı jeostratejisi bu bölgeyi işaret etmektedir.
Suriye ve Irak alanında devam eden istikrarsızlık, otorite boşluğu ve dış güçlerin desteği ile PKK/YPG terör örgütü, Türkiye’ye yönelik eylemlerine devam ediyor. Kuzey Irak’ta Talabani/Kürdistan Yurtseverler Birliği’nin PKK ile artan iş birliği de Türkiye için ayrı bir tehdit konusu.
PKK/YPG terör örgütünün Türkiye’ye yönelik eylem çabaları örgüt açısından taktiksel alanda bir gelişme olarak kabul edilse de bu çabaların stratejik bir başarıya dönüşme şansı bulunmamaktadır.
Türkiye, 40 yıldır süren PKK kaynaklı terör tehdidi sürecinde aldığı tedbirler, askeri alanda kazandığı gayrı nizami harp yetenekleri, istihbarat alanında geliştirdiği yöntem ve sistemler, savunma sanayi alanında üretilen yerli ve milli teknoloji silah/mühimmat sistemleri ile birlikte terörizm ile mücadele alanında önemli yetenekler geliştirdi. Kısaca gelinen noktada Türkiye içinde alan kontrolü sağlandı, PKK terör örgütü, Türkiye içerisinde eylem yapamaz hale geldi. Uygulanan siyasi, sosyal, ekonomik ve güvenlik politikaları ile birlikte Türkiye içinden örgüte yeni katılımların önüne geçildi.
Soğuk savaş sonrasında küresel ve bölgesel güçlerin orta doğuda yeni jeopolitik ortam ve bölge haritasını revize etme gayretleri, PKK’nın Suriye’deki uzantısı PYD’ye verilen destek ile stratejik olarak, halen 70.000 silahlı üyesi olduğu değerlendirilen PYD’nin düzenli orduya dönüştürülme amacı, PYD’nin Kuzey ve Doğu Suriye’de kazanımları, özellikle Deyrizor bölgesinde petrol kuyularından elde ettiği kaynaklar dikkat çekicidir.
Bu sorun tamamen küresel bir boyuta dönüşmeden önce Türkiye, Suriye, Irak ve İran tarafından bölgesel işbirliği ile çözüm yolları aranmalıdır.
Türkiye’nin, jeostratejik amaç ve sonuçları itibariyle PKK/PYD ile mücadelesi, askeri alanda terörle mücadele ile sınırlı kalamaz. 40 yılın sonunda gelinen noktada siyasi, diplomatik, ekonomik alanlarda da etkin bir mücadeleye ihtiyaç duyulmaktadır.
Türkiye açısından değerlendirilmesi gereken bir diğer husus, geleneksel dış politikası dikkate alındığında Rusya Federasyonu’nun PKK’ya dolaylı da olsa verdiği destektir. PKK’nın Moskova’da açmış olduğu ofis, terör örgütüne verilen siyasi desteği göstermesi açısından dikkat çekicidir. Rusya Federasyonu’nun Suriye’de hava sahasını kontrolü de sonuçları itibariyle PKK/PYD’ye, zaman zaman İsrail’e hizmet etmektedir.
Diplomatik ve siyasi alanda PKK/PYD’ye verilen dış desteği asgari düzeye indirecek politikalara ihtiyaç vardır. ABD soğuk savaş dönemindeki alışkanlıklarını bir kenara bırakarak, jeopolitik sorunları ve yeni jeostratejik gelişmeleri dikkate alarak son dönemde güven bunalımı yaşayan Türkiye ile ilişkilerini iyileştirme yoluna gitmelidir. ABD ve Türkiye arasında son 10 yıldır artarak devam eden sorunlar, müşterek çıkarlar, NATO’daki müttefiklik ilişkileri, geçmiş dönemde stratejik ve taktiksel alanda gerçekleştirilen işbirliği, terörizm ile mücadeledeki kazanımlar (Örneğin Al Kaida) dikkate alınarak iyileştirilmelidir.
ABD çıkarları açısından Suriye’deki durum, ABD’nin jeopolitik önceliği; Asya Pasifik
Suriye’de devam eden PKK/PYD – DEAŞ kökenli terörist eylemler, Türkiye ve Suriye’nin olduğu kadar, ABD’nin de ulusal çıkar ve güvenliğine açık bir tehdittir. ABD’nin, DEAŞ gibi bir terör örgütüne yönelik silahlı mücadelede, başka bir terör örgütü olan PKK/YPG’yi kullanması, Suriye alanındaki güvenlik tehdidini, istikrarsızlığı arttırmaktadır.
ABD’nin, ulusal güvenlik stratejileri bağlamında bilinen, “kaybedeceği savaşa girmeyeceği” ilkesinden hareketle ABD, İslam Devleti ile mücadele adı altında PKK/PYD’ye verdiği her türlü desteği sorgulamalıdır.
ABD ve Türkiye dahil tüm taraflar, küresel tehdit bağlamında, DEAŞ’a karşı aynı safta yer almalıdır. Türkiye, ABD ve diğer Batılı ülkeler, DEAŞ gibi selefi/tekfiri dini motifli terör örgütlerine yönelik küresel mücadelede, ortak askeri görev güçleri çatısı altında bir araya gelmeli, ortak operasyonel ve istihbari işbirliği mekanizmaları güçlendirilmelidir. Selefi tekfiri inanç/ideolojiye sahip terör yapılanmalarıyla mücadelede bölgenin şartları dikkate alınarak RF ve İran’ın da bu mücadeleye katkıları sağlanmalıdır. Bu stratejinin yakın geçmişte, Al Kaida, Usame Bin Ladin ve diğer selefi tekfiri örgütler ile mücadele kapsamında denendiği ve başarılı olduğu bilinmektedir.
ABD Ortadoğu’da bugün itibariyle, İran’dan başlayıp Kızıldeniz’e kadar uzanan, hatta başka kulvarda Yemen, Ürdün ve Pakistan’a sıçrayan çatışmaları, kendi jeostratejik çıkarları doğrultusunda Asya Pasifikteki jeopolitik gelişmelerle birlikte dikkate almak, durumundadır.
ABD’nin ulusal güvenliği açısından, küresel bir güç olarak son 20 yıldır Ortadoğu’dan ayrılıp dikkatini Asya Pasifikteki jeopolitik/jeostratejik gelişmelere yönelterek, Çin’in önlenemez yükselişini yavaşlatmak istediği bilinmektedir. Çin Denizi ve Tayvan’daki jeopolitik gelişmeler, ABD’yi yakından ilgilendirmektedir.
ÇHC, kararlı bir şekilde Pasifikte “stratejik sessizliğini” sürdürmektedir. ÇHC, 21. yüzyılın ikinci yarısında tartışmasız ve kalıcı küresel bir güç olarak ABD çıkarlarına aykırı bir şekilde ekonomik, siyasi ve askeri her alanda, ABD’nin karşısında dengeleyici bir rol üstlenecektir.
ABD, son dönemde geleneksel düşmanı Rusya Federasyonu’nu siyasi, ekonomik ve askeri açıdan zayıflatmak, RF’yi NATO ile kuşatma stratejisi bağlamında Ukrayna kartını kullandı. Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliği ile birlikte RF tam anlamıyla kuşatıldı. RF’nin, iki yıldır süren savaş nedeniyle ekonomik ve siyasi kayıpları arttı.
Kısaca ABD’nin ulusal çıkarları, kısa ve uzun vadede Asya Pasifikteki varlığını güçlendirmek, bu amaçla orta doğuya olan ilgisini ve varlığını, İsrail’in güvenliğini sağlamak suretiyle, azaltarak sonlandırması olarak özetlenebilecektir.
ABD, jeopolitik ve jeostratejik gelişmeler doğrultusunda ulusal güvenlik politikalarını ve önceliklerini gözden geçirmek suretiyle, Suriye’deki varlığını geçici mahiyette kabul etmeli, ABD’nin Suriye sahasından zaman içinde çekilmesi beklenmelidir. Nitekim son dönemde ABD menfaatlerine yönelik Irak, Suriye ve Ürdün’de gerçekleştirilen saldırılar, ABD’nin Irak ve Suriye’deki varlığının meşruiyetinin sorgulanması dikkat çekici gelişmelerdir.
Arap Baharı öncesi Suriye Türkiye ilişkileri
Türkiye ve Suriye arasında, geçmiş yıllarda, ekonomik, siyasi ve güvenlik alanlarında çeşitli sorunlar yaşandı. Bu kapsamda, sınır aşan sular, Hatay meselesi, PKK ve Marksist Leninist sol örgütler gibi Türkiye’de eylem yapan terör örgütlerinin Suriye’deki varlığı, ilk akla gelen sorunlar olarak bilinmektedir. Ancak Türkiye’nin özellikle güvenlik alanındaki kararlı tutumunun bir sonucu olarak 1998 yılında Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkarılması ve Adana Mutabakatı sürecinde ilişkiler, siyasi, ekonomik, ticari, kültürel alanlarda hızla gelişti (1998-2011).
Suriye kuruluşundan itibaren SSCB/Rusya Federasyonu’na yakın politikaları, Arap İsrail Savaşı, Lübnan’ı işgali, temel bir dış politika argümanı olarak İsrail düşmanlığı dolayısıyla ABD karşıtlığı politikaları ile dikkati çekti. Lübnan’da 2005 yılında Başbakan Refik Hariri’ye düzenlenen suikastın arkasında Suriye istihbaratı ve Hizbullah’ın bulunduğu iddiaları sonrasında Suriye, gerek Batı gerekse Bölge ülkeleri tarafından yalnızlığa itildi.
Aynı dönemde, Türkiye’de yaşanan hükümet değişikliği (2002) ile birlikte, dış politikada uzun yıllar geri planda tutulan Ortadoğu ve Körfez ülkeleri ile iş birliğini arttırma, Filistin meselesinin çözümüne duyarlı/hakkaniyetli yaklaşım, özellikle komşu ülkelerle ilişkileri geliştirmeyi hedefleyen “stratejik derinlik, sıfır sorun” söylemli dış politika gündeme geldi.
Türkiye yine bu dönemde Avrupa Birliğine tam üyelik hedefi bağlamında siyasi, hukuki ve ekonomi alanlarında yaptığı düzenlemeler ve uyguladığı dış politika açılımları ile uluslararası kamuoyunun dikkatini çekti.
Kısaca Türkiye, AB’ye tam üyelik hedefiyle Batı ülkeleri ile ilişkilerini geliştirirken, diğer yandan orta doğu ve Körfez ülkeleri ile ilişkilerini geliştirmeye yönelik bir dış politikanın ilk adımı olarak, bölgesel ve küresel olarak yalnızlığa itilen Suriye ile ilişkilerini geliştiriyordu. Suriye ve Türkiye’de iki ayrı lider Erdoğan ve Esad’ın aynı dönemde, amaç ve politikaları örtüştü (2007). Güvenlik alanında Adana Mutabakatı ve Hafız Esad’ın vefatı sonrasında cenaze/taziye merasimine Türkiye’den Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer düzeyinde katılım ile başlayan yumuşama süreci, Erdoğan ve Esad liderliğinde daha yapıcı ve stratejik bir ilişkiye evrilmek üzere hazırdı.
Türkiye ve Suriye arasında 2007-2012 yılları arasındaki süreçte, siyasi, güvenlik, ekonomik, ticari birçok alanda hızla gelişen ilişkiler, ortak Bakanlar Kurulu toplantıları gerçekleştirilecek düzeye evrildi. İki ülke diplomatları ve bürokratlarının, Esad ve Erdoğan’ın geliştirdiği ikili ilişkilere yetişmekte zorlandığı bir dönem yaşandı.
Adana Mutabakatı, terörle mücadele alanında kapsamlı bir iş birliği ve ciddiyetle uygulandı. Suriye kaynaklı Türkiye’ye yönelik PKK terör tehdidi sıfırlandı.
Türkiye’nin aynı dönemde Suriye ile birlikte İsrail ile geliştirdiği iyi ilişkiler, İsrail/Suriye, orta doğu barışına da katkı sağlayacak bir ortam yarattı. Türkiye, sorunlu olan İsrail Suriye arasında ikili ilişkilerin gelişmesinde etkin bir arabulucu rol üstlendi. 2011 yılı itibariyle bu konuda önemli gelişmeler de yaşandı.
Türkiye’nin dış politikada Suriye alanındaki kazanımlarının bölgesel ve küresel alanda etkileri hızla artarken, Suriye de dış politikadaki yalnızlığından Türkiye ile kurtuldu.
Ancak Arap Baharı olarak adlandırılan toplumsal siyasal gelişmelerle birlikte Suriye’de yaşanan olaylar, Baas Partisi’nin tutucu yapısı, asker ve istihbarat teşkilatlarının muhalif halk hareketlerine karşı sert müdahale ve tepkileri ile birlikte iç savaşa doğru evrildi. Türkiye, Suriye’de çatışmaların başladığı, henüz kontrolden çıkmadığı ilk dönemde, yine tarihsel devlet aklı ve ciddiyeti ile birlikte Suriye hükümetine çeşitli tavsiyelerde bulundu. Özellikle demokratik ve hukuk alanında, Türkiye’nin yaşadığı tecrübeler Suriye hükümeti ile paylaşıldı. Ancak, Suriye’de Baas Partisi, asker ve muhaberat teşkilatları kendi bildiği şiddet yöntem ve uygulamalara devam edince, Türkiye Suriye ilişkileri 2012 yılında kesildi.
Suriye’de Çözüm Önerileri
Suriye ve Türkiye için Suriye’de gelinen noktada mevcut istikrasız durumun sürdürülmesi, her iki ülkenin ulusal çıkarlarıyla örtüşmemektedir.
Türkiye ile Suriye arasında yaşanmakta olan sorunların çözümü, mevcut konjonktürde kolay olmamakla birlikte imkansız değildir. Türkiye ve Suriye’nin çıkarları her şeyden önce her iki ülkenin toprak bütünlüğü, güvenlik sorunlarının çözümü bağlamında stratejik önem arz etmektedir. Suriye’den Türkiye ve Batı’ya devam eden düzensiz göç, insani yönünün yanı sıra, güvenlik endişelerine de yol açmaktadır. İki ülke yönetimleri, devlet aklı ile mantıklı, rasyonel, kalıcı çözüm yollarını üretmek zorundalar.
Suriye alanındaki çözüm, doğrudan iki ülke arasında, güvene ve haklı olarak ulusal çıkarlara dayalı olarak geliştirilmelidir. Her iki Ülke de diğerinin yaşamakta olduğu toplumsal, insani, sosyal, ekonomik, siyasi ve askeri/güvenlik sorunlarına samimi ve duyarlı bir şekilde yaklaşmalıdır. Mevcut konjonktürde karşılıklı haklı talepler dikkate alınmak suretiyle sorunların çözümüne odaklanılmalıdır. Her iki Ülke de masaya “kırmızı çizgim” şartını koyarak oturmamalı, başlangıç olarak asgari müştereklerde görüşme zemini yaratılmalıdır.
Sürecin başında, Suriye’de yaşanmakta olan mevcut kaotik ortamda, önemli aktörler olan Rusya Federasyonu ve İran’ın desteklerine ihtiyaç duyulacaktır. Orta doğuda “İran’ın tabloyu çizen ressam, Suriye’nin tablonun orjinali, Lübnan’ın ise orijinal tablonun kopyası olduğu” orta doğuda entelektüel kesim tarafından sıklıkla dile getirilmektedir.
İran, son Filistin/İsrail çatışmasının artan şiddeti, bölge ülkelerine yayılma olasılığı, son dönemde bizzat kendi ülkesine, Pakistan, Yemen, Irak, Ürdün ve Suriye’ye yönelik askeri harekatlara/terör saldırılarına neden olan gelişmeleri, ABD ile artan gerilimi dikkate almak suretiyle, Suriye ve Türkiye anlaşmazlığının çözümüne yapıcı olarak katkı sunmalıdır. Bağımsız Kürdistan arayışları bağlamında PKK/PYD – PJAK tehdidi, selefi/tekfiri tehdidin, İran’ın güvenliği ve toprak bütünlüğüne de ciddi bir tehdit olduğu anlayışı, İran tarafından dikkate alınmalıdır. İran ve Türkiye mevcut konjonktürde Suriye öznesinde asgari müştereklerde bir araya gelmelidir. Her iki devletin tarihten gelen köklü birikim ve deneyimleri bu konuda yol gösterici olacaktır.
RF lideri PUTİN’in, Astana sürecinde müteaddit defalar Türkiye’ye, Suriye ile konuşması konusunda tavsiyelerde bulunmuş olması, zemin yaratmasından hareketle, RF’nin Suriye/Türkiye anlaşmazlıklarının giderilmesi noktasında yapıcı katkı sağlama yönünde samimi olduğu ifade edilebilecektir. RF, Türkiye ve Suriye krizinde etkin olarak arabulucu rolü üstlenmelidir. RF, Ukrayna krizinde Türkiye’nin yapıcı, RF açısından yaşamsal rolünü dikkate alarak, çözüme katkı sunmalıdır.
Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması Türkiye, Rusya Federasyonu ve İran’ın çıkarları ile örtüşmektedir. Türkiye, RF ve İran’ın bölgesel diğer alanlarda tartışmalı olan bireysel çıkarları bir kenara itilerek Suriye/Türkiye ilişkileri asgari müşterekler dikkate alınarak tekrardan canlandırılmalıdır.
Türkiye’de kamuoyu ve siyasi aktörlerin Suriye ile doğrudan görüşmelere başlanılması konusundaki görüş birliğinin tam olduğuna inanılmaktadır. Suriye’de devam eden iç savaşın etkileri, kayıpları dikkate alındığında Suriye kamuoyunun da bu konuda istekli olduğu değerlendirilebilecektir. İstikrarsız durumun sürdürülmesinin imkansız olduğu kabul edilerek, ortak payede çözüme odaklanılmasına ihtiyaç vardır. Suriye hükümeti, bu süreçte RF ve İran’ın olası endişelerini gidermelidir. Son olarak, Suriye içinde ve dışında Baas Partisi/ Esad Rejimine muhalif hareketler içerisinde olan siyasi yapıların da çözüme destek vermesini kolaylaştıracak adımlar atılmalı, Suriye muhalefetinin de çözüme katkısı sağlanmalıdır.
Suriye Türkiye ilişkilerinde karşılaşılan güncel sorunlar aşağıdaki şekilde özetlenebilecektir;
– Türkiye’nin PKK/PYD kaynaklı güvenlik endişeleri, anılan örgütün Irak’tan başlayarak Suriye üzerinden Akdeniz’e yayılmasını engellemek amacıyla, Türkiye’nin Suriye topraklarında asker/üs bulundurması, bu durumun Suriye tarafından Türkiye ile doğrudan görüşmeler konusunda ön şart olarak ileri sürülmesi,
– Suriye’de yaşam alanı bulan, her iki ülke için tehdit oluşturan selefi tekfiri terör örgütlerinin varlığı,
– Türkiye’nin Suriye iç ve dış muhalefeti ile ilişkileri,
– Türkiye’nin Suriye’de, askeri bir yapılanması olan Özgür Suriye Ordusu/Güçleri ile ilişkileri,
– Suriye’den Türkiye’ye yönelik göç, halihazırda İdlip’te yaşayan ancak güvenlik endişeleri bağlamında Türkiye’ye göç etmeye hazır üç milyon Suriye vatandaşı, , şeklinde özetlenebilecektir.
Kısaca, Suriye / Türkiye arasındaki çözüm bekleyen mevcut sorunlar ilk olarak güvenlik ve siyasi alanda karşımıza çıkmaktadır. Yaşanmakta olan ekonomik, sosyal ve göç/demografik yapıya ilişkin sorunlar ise ilk iki sorunun çözümü ile birlikte nispeten çözümü daha kolay olan sorunlar olarak kabul edilebilecektir.
Türkiye ve Suriye açısından güvenlik alanında yaşanan sorunlar, daha önce olduğu gibi, yine Adana Mutabakatının etkin kullanımı ile çözülebilecektir. Adana Mutabakatı mekanizmasında yer alan dışişleri, asker ve diğer güvenlik bürokratları her iki ülkede de gerekli bilgi ve tecrübeye sahiptir. Her iki ülke liderlerinin siyasi direktifleriyle, diplomat, asker ve diğer güvenlik bürokratlarının atacağı samimi, çözüme yönelik adımlar, daha sonraki siyasi adımlara temel teşkil edebilecektir. İki ülke arasında Adana Mutabakatı mekanizması, 1998 – 2012 yılları arasında, önce güvenlik alanında somut gelişmelere neden olmuş, bu alanda elde edilen güven tesisi ve iş birliği, bilahare 2007 yılından itibaren siyasi, ticari, ekonomik, kültürel gelişmelerin önünü açmıştır.
Türkiye ve Suriye krizinde, net siyasi direktifler ile birlikte, Adana Mutabakatı’ nın hukuki çerçevesi ve temel unsurları olan her iki ülkeden diplomat, asker ve güvenlik/istihbarat bürokratlarının barışa vereceği katkı, çok değerli olacaktır.