Lozan Antlaşması’nın imzasının 100. yıldönümünü kutluyoruz. Devletlerin hayatında bu tür anlamlı yıldönümleri bir defa gelir ve çok özel ve gösterişli şekilde kutlanması gerekir. Bizde böyle olmadı. Tıpkı 100. yıldönümleri geride kalan 19 Mayıs, 23 Nisan, Sakarya Muharebesi ve benzerleri gibi Türk tarihinin olağanüstü önemdeki kilometre taşlarının o yıldönümlerinin basit ve sıradan törenlerle adeta geçiştirilmiş olması gibi… Üzülüyoruz ama asla umutsuz değiliz; Tevfik Fikret’in “Ferda” (Yarın) şiirini anımsayarak:
Gençler, bütün ümîd-i vatan şimdi sizdedir
Her şey sizin, vatan da sizin, her şeref sizin…
***
- yıldönümünde Lozan hakkında ne söylenebilir… Devletin Kurucusu söylenmesi gerekeni en veciz şekilde Nutuk’da söylemiş:
“Bu Antlaşma, Türk milletine karşı yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sévres Antlaşması ile tamamlandığı sanılmış büyük bir suikastın sonuçsuz kaldığını bildirir bir belgedir. Osmanlı tarihinde benzeri görülmemiş bir siyasi zafer eseridir!”
Evet, aynen böyle… Ülke 10 yıllık kesintisiz bir savaş döneminden çıkmış. Trablus Savaşı, Balkan Harbi, Birinci Dünya Savaşı… Sonra uğursuz Mondros Mütarekesi ve arkasından da Sevr Antlaşması var. Ve İstiklal Savaşı… Bu savaş nasıl anlatılır, sıfırdan-evet sıfırdan-yola çıkılıp “düvel-i muazzama” nasıl dize getirilir, en iyisi bunun anlatımını da Nazım Hikmet’e bırakalım:
“Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saati sordu.
Paşalar: ‘üç’ dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar, eğildi, durdu.
Bıraksalar ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
Ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe’den Afyon ovasına atlayacaktı”.
Sonra Mudanya Mütarekesi gelmiş. Bütün bir Doğu Trakya savaşsız geri alınmış. 10 yıllık savaş fiilen bitmiş. Hukuken bitişi ise Lozan’da olacaktır. Bunların ikisinin de baş rolünde, hiçbir diplomasi tecrübesi olmayan, 30’lı yaşlarında genç bir asker… Cumhuriyet’in “İkinci Adamı” İsmet Paşa. Onun arkasında ise anıt bir isim var: Mustafa Kemal… O da sadece 42 yaşında. İsmet Paşa Lozan’ın sıkıntılı günlerinde kader arkadaşı Mustafa Kemal’e şöyle yazıyor: “Her dar zamanımda Hızır gibi yetişirsin. Dört beş gündür çektiğim azabı bir düşün. Büyük işler yapmış ve yaptırmış adamsın. Sana bağlılığım bir kez daha artmıştır. Gözlerinizden öperim pek sevgili kardeşim, aziz şefim”.
İsmet Paşa bu sırada Lozan’da bir yandan İngiliz/Fransız/İtalyan ve diğerleriyle boğuşurken, bir yandan da müzakerelerde attığı her adıma Başvekil Rauf Bey’den (Orbay) gelen şiddetli muhalefeti aşmaya çalışıyor. O Rauf Bey ki, Mondros Mütarekesi’ne imza koymuş olmasının utancını Lozan’a “Baş Delege” unvanıyla giderek telafi etmek istiyor, ancak Mustafa Kemal Paşa’nın tercihi İsmet Paşa oluyordu. Başvekil Rauf Bey’in hoşnutsuzluğu o kadardı ki, imza sonrası yurda dönüşünde İsmet Paşa’yı -üstelik Atatürk’ün ricasına rağmen- karşılamamak için Ankara dışına çıkacaktı. Meclis’te “İkinci Grup” denilen Atatürk karşıtlarının muhalefetini de unutmamak lazım.
***
Lozan müzakerelerinin safahatı ve Lozan’ın Türk tarihindeki yeri çok yazılmış ve anlatılmıştır. Burada bunları tekrarlamaya gerek yok. Sadece birkaç kısa notla yetinelim:
Lozan’a giden Türk heyetinin başkanı İsmet Paşa idi. İkinci delege Rıza Nur, diğer bir delege de Hasan Bey (Saka, eski İktisat Vekili) olarak belirlenmişti. Ayrıca 21 danışman, 2 basın danışmanı, 10 yazman ve çevirmen de heyete yardımı olmak üzere Lozan’a gittiler. Danışmanlar arasında Celal Bey (Bayar), Şükrü Bey (Kaya), Yusuf Hikmet Bey (Bayur), Münir Bey (Ertegün), Tevfik Bey (Bıyıklıoğlu) gibi bir kısmı daha sonra Türk siyaset ve diplomasi alanında öne çıkacak kişiler bulunmaktaydı. Bu isimlere ünlü yazar Ruşen Eşref Bey (Ünaydın) ile ünlü şair Yahya Kemal Bey’i de (Beyatlı) eklemek gerekir.
Bu kadro genç Türk Devletinin en becerikli ve bilgili aydınları arasından seçilmeye çalışılmıştı.
Türkiye Kurtuluş Savaşı’nın yaralarını henüz saramamıştı. Ülke yokluk ve sıkıntı içindeydi. Lozan barış konferansına katılacak heyetin yapacağı harcamalarla ilgili 279 sayılı bir kanun çıkarıldı. Kanunda şunlar yazılıydı: “Dışişleri Bakanlığı bütçesinin genel giderler bölümüne 150.000 lira ödenek konulmuştur. Bu ödenek şu amaçlarla kullanılacaktır: (1) Heyet başkanına 10, heyet üyelerine 8’er, danışmanlara 5’er, tercüman ve kâtiplere 3’er, neferlere 2’şer İngiliz lirası yevmiye verilir. (2) Heyet başkanına 50, diğerlerine 20’şer İngiliz lirası elbise parası verilir. (3) Daha önce Avrupa ve Rusya’ya gitmiş olanlara elbise parası verilmez.”
İsmet Paşa yola çıkarken Hükümet heyete Lozan’daki müzakereler için 14 maddelik bir talimat vermişti. Talimatın amacı bağımsız Türk devletinin kuruluşunu uluslararası planda tescil ettirmek ve bu devletin yine uluslararası planda tanınacak sınırlarını çizmekti. Burada dikkatleri en fazla çeken husus, 2 noktada kesin talimat verilmiş olmasıydı: Eğer Müttefikler ülke içinde bir Ermeni yurdu kurmak ve kapitülasyonları devam ettirmek konularında ısrar edecek olurlarsa, heyet hükümete sormak ihtiyacını bile duymadan bunları reddedecek, gerekirse görüşmeleri kesip ülkeye geri dönecekti. Ankara bu iki konuda bu kadar hassas ve kararlı idi.
Türk tarafının müzakere pozisyonunun temelini, bir kurtuluş savaşı sonrası kurulmuş yeni Türk devletinin tam bağımsızlığını ve egemenliğini uluslararası planda kabul ettirmek ve bu çerçevede kendilerine Hükümet tarafından verilmiş olan 14 maddelik talimatı imkanlar ölçüsünde yerine getirmek oluşturmaktaydı. Lozan’da 600 yıllık çok uluslu bir imparatorluğun son muhasebesi yapılıyordu. Karşı cephede yer alan ülkelerin her birinin kendine göre hesapları vardı. İngiltere Musul ve Boğazlar konularına büyük önem veriyor, Fransa kapitülasyonların kalkması konusunda son derece isteksiz davranıyordu. Sovyetler Birliği için Boğazlar’ın statüsü öncelikli meseleydi. Yunanistan ile ise sınır meseleleri ve azınlıklar konuları ön plana çıkıyordu.
Kurtuluş Savaşı sırasında Ankara Hükümeti ile Fransa arasındaki ilişkiler yumuşamış ve bu ülke ile 20 Ekim 1921 tarihinde Ankara İtilafnamesi imzalanmıştı. Sovyetlerin de bu sıralarda Anadolu Hareketi’ne verdikleri destek ortadaydı. İsmet Paşa müzakereler sırasında bu iki önemli ülke ile olan yakınlaşmayı diplomatik planda ustalıkla kullanmış, İngilizlerin toplantılardaki sert tutumunu bir ölçüde de olsa dengelemeye çalışmıştır.
Konferans çalışmalara başladıktan birkaç hafta sonra müzakerelerin çıkmaza doğru gittiği görüldü. Özellikle Boğazlar, Trakya sınırı, kapitülasyonlar, azınlıklar, Osmanlı borçları ve savaş tazminatları gibi konularda taraflar arasındaki derin farklılıklar giderilemiyordu.
Lord Curzon 30 Ocak 1923 tarihinde Lozan’a katılan tüm devletler adına adeta bir ültimatom havasında Türk tarafına 160 madde ve 9 ekten oluşan bir antlaşma taslağı verdi. Antlaşmanın bu şekliyle imzalanmasını istiyordu. Tasarıda müzakereler sırasında anlaşmaya varılan noktalar olduğu gibi, Türk tarafınca kabulü mümkün olmayan hususlar da bulunmaktaydı.
Lozan’da sıkıntılı birkaç gün yaşandı. Özellikle 4 Şubat günü çok kritik idi. İsmet Paşa bütün ağır baskılara rağmen antlaşmayı bu şekilde imzalamayı kabul etmeyince toplantı dağıldı. İsmet Paşa “Esareti kabul etmedik” diyordu. Lord Curzon Londra’ya, İsmet Paşa Ankara’ya döndü. Büyük ümitler bağlanan barış konferansı başarısızlıkla mı sonuçlanmıştı?
Lord Curzon Lozan’ı terk edip gitmişti ama konferansın kesintiye uğramasından İngilizler de memnun değildi. Aynı Lord Curzon Romanya yoluyla Türkiye’ye dönmekte olan İsmet Paşa’ya daha Bükreş’te iken yumuşak üsluplu bir mesaj göndererek konferansın barış ile sonuçlanması ümit ve dileğini ifade ediyordu. İsmet Paşa da kendisine aynı yumuşak üslupla cevap verdi.
Türkiye 8 Mart 1923’de İngiltere, Fransa ve İtalya’ya birer nota vererek konferansın kesilmesine sebep olan müttefik devletler projesine karşı mukabil öneriler sundu ve konferansın yeniden toplanmasını önerdi. Müttefiklerin 28 Mart’ta bu öneriyi kabul etmesi üzerine İsmet Paşa Lozan’a geri döndü ve konferans 2,5 aylık bir aradan sonra 23 Nisan günü kaldığı yerden tekrar başladı. Öte yandan İngiltere heyetine artık Lord Curzon değil, müzakerelerin ilk dönemindeki yardımcısı ve İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Horace Rumbold başkanlık ediyordu. Gözlemci ABD heyetinin başına da bu defa İstanbul’daki Yüksek Komiserleri Mark Bristol geçmişti.
Lozan’daki ikinci dönem görüşmeler 3 ay kadar sürdü. Müzakereler aynı sertlik ve güçlüklerle devam etti. Sonunda Antlaşma 24 Temmuz 1923 günü Lozan Üniversitesi salonunda törenle imzalandı. İlk imzayı Türk heyeti Başkanı İsmet Paşa attı. İmza için kullandığı altın dolma kalemi kendisine Atatürk vermişti. Paşa Lozan dönüşü bu kalemi İstanbul Üniversitesi’ne hediye edecekti (Bu kalemin bugün ortada olmadığını söylersem herhalde şaşırmazsınız).
Antlaşma’nın Türkiye tarafından onaylanmasıyla İngilizler Çanakkale Boğazı ve İstanbul’dan çekilmeye başladılar. Bu iş için kendilerine Lozan’ın 14 numaralı protokolünde 6 haftalık bir süre tanınmıştı. Çekilme 39 gün sürdü. 13 Kasım 1918’de Haydarpaşa önlerine müttefik donanmanın demirlendiği ve 18 Mart 1920 günü de hukuksuz olarak işgal edilen İstanbul, 4 yıl 10 ay 23 gün sonra kurtarılmıştı. 6 Ekim 1923 günü Türk ordusu törenle yeniden İstanbul’a girdi. İşgalciler “geldikleri gibi” gitmişlerdi.
İsmet Paşa Lozan’da 8 ay boyunca adeta yeni bir “meydan savaşı” vermiştir. Atatürk’ün de büyük desteğiyle yürütülen bu mücadele sonucu Türk tarafı isteklerini eski hasımlarına çok büyük oranda kabul ettirmiştir. Kuşkusuz elde edilemeyen bir-iki sonuç da olmuştur ancak bu, uluslararası müzakerelerin doğasında mevcuttur. Müzakereler kararlılığın yanı sıra gerçekçilik ve akılcılıkla yürütülmüştür. Sonuç Türkiye açısından büyük bir zaferdir. Düşmanın Ankara’ya sadece 50 km uzaklıkta bulunan Polatlı ve Haymana’ya dayandığı bir aşamadan gelinip, Atatürk önderliğinde verilen bir Kurtuluş Savaşı sonucu ülkenin bugünkü sınırlarının çizilip uluslararası planda kabul ettirildiği bir belgedir.
Lozan Anlaşması, Türkiye’nin Mondros ve Sevr Antlaşması ile elinden alınmak istenen topraklarını ve bu topraklar üzerindeki Türk ulusunun bağımsızlığını geri getirmiş, milli sınırlar içerisinde yeni bir Türk devletinin doğuşunu sağlamıştır. Lozan ile “Doğu Sorunu” ve “Avrupa’nın Hasta Adamı” gibi kavramlar tarihe karışmıştır.
Lozan’ın 100. yıldönümü kutlu olsun! Bu mücadelede rolü ve katkısı olanlara minnetle…