Mayıs 2022 Berlin’inden İzlenimler

PAYLAŞ

Geçtiğimiz Mayıs ayında Konrad Adeauer Vakfının Ankara Temsilciliğinin davetiyle Dış Politika Enstitüsü heyeti içinde Berlin’e gittim. Bu şehirde önde gelen düşünce kuruluşlarıyla, Türk basın mensuplarıyla ve Türk toplumundan muhtelif kişilerle, Bundestag’da Alman milletvekilleriyle bir araya geldik ve görüş alışverişinde bulunduk. Bu ziyaretten izlenimlerimi başlıklar halinde aşağıda paylaşacağım.

 

Son gelişmelerden Almanya nasıl etkilendi? 

 

Dünyanın en güçlü ekonomilerinin başlarında gelen Almanya, son döneme damgasını vuran Covid pandemisi ve Rusya’nın Ukrayna’yı işgali nedeniyle yaşanan krizden etkilenmiş ama meseleler başa çıkılamayacak boyutlara gelmiyor, çözülebiliyor.

 

Alman ekonomisinin yıllardır milyarlarca Avro’luk bütçe fazlası vermesi ve devletin kasasında çok para olması Almanya’ya muhtelif sınamalar karşısında çok önemli avantaj sağlamış.

 

İşsizlik oranı tüm olumsuzluklara mukabil % 2.9 ve ayrıca, (çalışmak isteyenler için) çeşitli iş sahalarında 1.3 milyon açık pozisyon bulunmakta.

 

Almanya, Rusya’dan en çok doğalgaz alan AB üyesi ülke. Ayrıca, Rusya ve Ukrayna’dan tarım ürünü ve muhtelif yan mamul tedarik ediyor. Yine de, Rusya’ya karşı uygulanan yaptırımlara katıldı.

 

Almanya, ikinci dünya savaşı sonrasında benimsediği savunma anlayışını ve doktrinini bu savaş vesilesiyle değiştirdi. Ukrayna’ya silah desteğinde bulunuyor. 100 milyar Avro’luk da savunma fonu oluşturdu.

 

Ekonomik ve siyasi güç Almanya’nın, siyasi alanda daha da güçlenmesi ve üstüne de askeri güç haline gelmesi, ileride ise BM Güvenlik Konseyi üyesi ve hele nükleer silah sahibi olması ihtimali, ortak değerlere sahip ve AB üyesi olsalar da,  pek çok Avrupa ülkesi açısından rahatsızlık vericidir.

 

Alman ekonomisi Rusya’ya yönelik hamlelerden kaynaklanan dalgalara karşı kendini koruyabiliyor, tedbirler alabiliyor. Ancak, Çin’le benzer kriz yaşanması Almanya’da ciddi sıkıntılara yol açabilecek; zira

 

Almanya’nın üretim, satış, yatırım alanlarında Çin’le çok gelişmiş ilişkileri var.

 

Son krizler neticesinde “friend shoring” kavramı, yani, tedarik zincirinde yaşanan zorlukları asgariye indirmek isteyen ülkelerin yurtdışı üretimlerini ve kaynaklarını “güvenilir, dost ülkelere” yönlendirmeleri önem kazandı. Bu kapsamda, Almanya açısından ilk çemberde Orta Avrupa, ikinci çemberde Romanya ve Bulgaristan öne çıkmakta. (Türkiye ise yok gibi).

 

Almanya’daki Türk toplumu:

 

Türkler yani Türk asıllı Almanyalılar artık Almanya’nın asli bir unsuru.

 

Havaalanı çalışanlarından meclisin kapısındaki güvenlik görevlisine, taksi şoförlerinden binlerce Alman’a istihdam sağlayan şirket sahiplerine, restoran sahibinden veya çalışanından emniyet birimlerinin en üst noktalarına kadar Türk asıllılar her yerde.

 

Meclis’e yakın bir noktada Profesör Hüseyin Bağcı’yla yürürken,  Almanya Hükümeti’nin Tarım Bakanı Cem Özdemir bisikletle önümüzden geçti. Prof. Bağcı “Cem Bey” diye seslenince, sele üzerinden yarım dönüp el salladı ve yoluna devam etti.

 

Aslında, Türk asıllı bir Almanya vatandaşının, Almanya hükümetinde bakan olması ne kadar gurur verici. Üstelik Almanya’da bugün en önemli bakanlıklardan biri Tarım Bakanlığı. Ama gelin görün ki, Cem Özdemir kariyerini Türkiye karşıtlığı üzerine inşa etmiş. Yaptığı sırf eleştiri olsa, görüşüne katılmadığını söyler, kendi görüşünü dile getirir, geçer gidersin. Ama onunkisi eleştiri ötesi bir şey.

 

Ne kadar yazık, hem Özdemir açısından, hem de Almanya’da yaşayan Türkler ve Türkiye bakımından. Özdemir birçok konuda köprü olabilecekken ve eleştirdiği unsurların bir kısmının iyileştirilmesine, hatta belki giderilmesine dahi katkıda bulunabilecekken, iki ülke ilişkileri ve Türk asıllı Almanyalıların pek çoğu açısından bir hiç olmuş.

 

Türkiye-Almanya İlişkileri:

 

3.5 milyon civarında Türk’ün yaşadığı Almanya ile Türkiye arasında, olumlu veya olumsuzun ötesinde, çok özel ilişkiler bulunmakta.

 

Almanya, Avrupa kıtasında Türkiye’nin ticaret hacminin en yüksek olduğu ülke. Türkiye’ye en çok turist gönderen ülkelerin de başlarında gelmekte.

 

Ama iki ülke arasında sorunlar var. Mesela, Almanya, Türkiye’nin AB üyeliğine en hafif tabiriyle soğuk, yani karşı. Peki neden böyle?

 

Biz Türkler, diplomatlarımız, siyasetçilerimiz, gazetecilerimiz ve ilgili herkes, yabancı muhataplarla görüşmelerimizde,  Türkiye’nin ne kadar önemli bir ülke olduğunu izah edebilmek için özelliklerimizi sıralar dururuz. Jeo- stratejik konum, genç nüfus, yetişmiş insan gücü, 83 milyonluk pazar, çevremize erişim, NATO’nun ikinci büyük ordusu, yumuşak güç ve daha birçok unsura vurgu yaparız.

 

Ama bunlar zaten, Almanya dahil, tüm ülkelerin malumudur. Dolayısıyla, meseleler Almanya ve diğer ülkelerin Türkiye’nin özelliklerini bilmemelerinden kaynaklanmıyor.

 

Yaptığımız temaslarda, Almanya’nın Türkiye’ye bakış açısının belirlenmesinde şu temel unsurların ağırlıklı yer tuttuğunu gözlemledim:

 

– Güven.

– Hukuk sistemi.

 

Maalesef her iki konuda da Almanya’da ülkemize bakış açısı olumsuz. (Diğer Avrupa ülkelerinin ülkemize bakış açısı da bu paralelde).

 

Peki, onların birçok konudaki ikiyüzlülüklerine, PKK’ya göz yummalarına ve destek vermelerine ne demeli derseniz, tabii ki kabul edilebilir değil. Ama, Almanların, Avrupalıların, bu konularda çok yanlış tutum içinde olmaları, bize bakış açılarını şekillendiren temel unsurlar gerçeğini değiştirmiyor.

 

Almanya’da (ve Avrupa’da) özellikle bu iki konudaki mevcut bakış açısı, yatırımdan siyasete, askeri ilişkilerden AB üyeliğimize ikili ve çok taraflı ilişkilerimizin hemen her alanına olumsuz yansıyor. Bu durum devam ettiği sürece ilişkilerimizde sağlıklı ilerleme sağlanması çok güç.

 

Berlin’de dikkatimi çekenler:

 

-Hitler Almanya’sı Nazi kurbanlarının anısına: Berlin’in birçok yerinde yere veya bazı hallerde duvara, sigara kutusundan az büyüklükte, üzerinde bir şeyler yazan sarı pirinç plaketler çakılmış. Bunlar, Nazilerin toplama kamplarında veya başka yerlerde öldürdükleri insanların anısına, alınıp götürüldükleri yerlere konulan anma plaketleri.

 

Birinde şöyle yazıyor: “Alfred Bergmann burada yaşadı. Doğum tarihi 1910. İsviçre’ye kaçtı. 1940’da Gestapo’ya teslim edildi. 20.4.1940’da öldürüldü”.

 

Diğer bir plakette şunlar yazılı: “Otto Reinhold Siegel burada yaşadı. Yehova Şahidi. Doğum tarihi 1922. Allenstein Askeri Mahkemesi emriyle 5.6.1944’de Konigsberg’de öldürüldü”.

 

-Geçmişe saygı: Devlet adamları, sanatçılar, yazarlar gibi topluma mal olmuş kişilerin yaşadıkları evlerin duvarlarına veya sık ziyaret ettikleri mekanlarda uygun bir yere isimlerinin ve hayatlarına dair bazı bilgilerin yer aldığı plaketler çakılmış. Tarih bilincine, geçmişe saygıya ve gelecek nesillere aktarıma alkış.

 

-Tevazu: Yukarıda Cem Özdemir’den bahsettim, daha doğrusu siyasi yapısını ve Türkiye’ye karşı olan tavrını eleştirdim. Başka bir açıdan bakınca da, işine bisikletle giden bir Alman bakan gördüm.

 

Sadece o değil tabi, diğer birçok bakan, devlette ve özel sektörde üst düzey yönetici de benzer şekilde davranıyor. Benzine neredeyse her gün zam gelmesinden veya arabaları olmadığından değil. Birçoğunun Porche, Mercedes, BMW marka arabaları garajda duruyor. Birçoğunun şoförlü makam aracı da var. Ama yine de işe bisikletle veya yürüyerek gidip geliyorlar. Değerlerinden hiç bir şey kaybetmiyorlar.

 

Büyüklük her şeyin büyüğünü yapmakla, en pahalısını almakla, altındaki arabanın markasıyla, konvoyundaki araç sayısıyla, peşinde dolaşan personel adediyle hesaplanmıyor buralarda.

 

-Medeniyet ile medeniyetsizlik arasındaki kalın çizgi: Berlin’de parklar tertemiz, düzenli. Bilgilendirme ve yerine göre uyarılar da ortama uygun levhalarla yapılıyor.

 

Türkiye’de ise durum üzücü. Oturduğum evin karşısında Ankara’nın en büyük parklarından biri var. Sabahları park pislikten geçilmiyor. Her yerde sigara izmaritleri, çekirdek kabukları, meşrubat ve içki şişeleri, kağıt, yiyecek artıkları var.

 

Halbuki, parkta gayet sık aralıklarla konulmuş çöp kutuları mevcut. Ayrıca tekerlekli konteyner de koymuşlar. Belediyenin temizlik işçileri sabahtan başlayıp harıl harıl çöp topluyor.

 

Yani, mesele Belediyenin işini iyi yapmaması değil, o parkı kullanan insanlarımızın duyarsızlığı, umursamazlığı, bu anlamdaki eğitimsizliği ve tabiatsızlığı. Çöpünü birkaç metre ötedeki çöp kutusuna atmak, veya yanında getireceğin bir torbaya koymak o kadar mı zor?

 

Berlin’de gördüğüm parklarda ve diğer kamusal alanlarda çöpün ç’si yok. Düz mantıkla bakarsak, Berlin nüfusunun (3.6 milyon) önemli bir bölümünü de Türkler (200 bin) ve benzer kültüre ve alışkanlıklara sahip diğer milletler oluşturuyor. Bu durumda orada da parklarda ve diğer yerlerde çöp olması gerekir, ama yok. Orada herkes çöpünü kutuya atıyor, toplumsal düzene uyuyor, saygı gösteriyor. (Parklar örnek, durum sokaklardan sahillere her yer için aynı).

 

Türkiye’de siyasetçilerde ve üst düzey yöneticilerde laf ve hamaset bol ama sistem insanını bu konularda eğitemiyor, halka açık yerlerini koruyamıyor,  bu gereklilikleri karşılayacak  yasal ve idari düzenlemeleri yapamıyor.

 

Türkiye teknolojik gerekler ve altyapı anlamında çağı yakalayabiliyor, çok şeritli yollar yapabiliyor, binalar ve tesisler inşa edebiliyor, insansız hava araçları üretebiliyor ama siyaset anlayışı, birlikte yaşama normları, toplumsal terbiye gibi birçok konuda kat etmesi gereken epey mesafe var.

 

Bazı konularda batılı ülkelere kıyasla avantajlara sahibiz, hatta onlardan ileride olabiliriz. Denizimize, iklimimize, yiyeceklerimize, toplumsal enerjimize, gelişme potansiyelimize ve daha birçok özelliğimize bakınca ağızlarının suyu akıyor olabilir.

 

Ama bazı konularda da onlar bizim kıskanacağımız veya kıskanmamız gereken birçok şeye sahipler. Kıyaslama yapma imkanı olanlar, yani o ülkeleri görenler bileceklerdir, bazı konularda “gelişmiş ve medeni” ülkelerden ziyade Afganistan’ın Kabil’ine olan benzerliklerimiz çok daha fazla, maalesef.

 

Ülkemizin geleceği için düzgün eğitim ve hukukun üstünlüğü olmazsa olmaz. Her alanda, kötü örneğe değil, iyi örneğe yönelmeliyiz.

İlgili Yazılar
Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir