12 Kasım 2021 tarihinde İstanbul’da düzenlenen devlet başkanları zirvesiyle Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi artık “Türk Devletleri Teşkilatı” adını aldı. 1992 yılından itibaren her yıl dönüşümlü düzenlenen devlet başkanları zirveleriyle başlayan ve 2009 yılında Nahçıvan zirvesinde, jeopolitik şartların elverdiği şekilde “Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi” adını alan, Türk devletleri arasındaki örgütlenmede 2021 yılına gelindiğinde artık “Dilli, Kültürlü, Şunlu-Bunlu” tanımlamalarına gerek kalmadan doğrudan “Türk Devletleri Teşkilatı” adını verecek jeopolitik ve jeoekonomik ortam oluşmuştu.
Türk Konseyi, kurulduğu 2009 yılından 2021 yılına kadar elindeki kısıtlı imkanlarla üyesi olan Türk devletlerinin kurumları arasında mütevazı da olsa her alanda sürekli işbirlikleri başlatmayı başarmıştı. Kısıtlı imkanlar derken hem yerleşim, hem mali kaynak, hem de personel konularını kastediyorum. Türk Konseyinin tüm çalışmaları maalesef İstanbul’un merkezi olmayan bir yerindeki küçük bir villada gerçekleşmek zorunda kalmıştı. Ancak küçük çaplı bir ulusal şirketin merkezi olabilecek büyüklükteki binayı ziyaret eden yabancı diplomatlar herhalde Türk Konseyi’nin uluslararası çapı konusunda pek olumlu izlenimler edinmemiş olsalar gerek. Ben de, 2008 yılında Pekin’de Şanghay İşbirliği Teşkilatı genel merkez binasını ilk ziyaret ettiğimde Rusya ve ÇHC gibi iki devin üye olduğu teşkilatın merkezinin araba garajı bile olmayan mütevazı bir villadan oluştuğunu gördüğümde aynı olumsuz izlenimleri edinmiştim.
2021 yılına gelindiğinde Türkiye, evsahibi ülke olarak, Teşkilata büyük ve prestijli bir bina tahsis etmiştir. Böylece Konseyin Türk Devletleri Teşkilatına dönüştüğü dönem tarihi bir genel merkez ile taçlandırılmıştır. Türk Devletleri Teşkilatı adını yaratan en önemli gelişme ise Orta Asya’da hem demografik, hem de kültürel olarak Türk varlığının önemli bir ülkesi olan Özbekistan’ın Teşkilata üye olarak, sıkı bir tarafsızlık politikası takip etmesine rağmen Türkmenistan’ın da şimdilik gözlemci olarak katılımıdır. AB üyesi Macaristan’ın gözlemci üyeliği ise Teşkilatın kapsayıcılığını gösteren ve uluslararası işbirliği kuruluşlarına gözlemci üyeliğini kolaylaştıracak önemli bir husustur.
Bilindiği üzere, 19. yy’ın ikinci yarısı ve 20. yy’ın ilk 20 yılı Orta Asya’da İngiltere, Rusya arasında başlayıp büyük savaşa doğru Almanya, Çin ve Osmanlı Devletinin de dahil olduğu “Büyük Oyun” denen mücadele ile geçmişti. Araya giren dünya savaşları ve ardından soğuk savaşla duraklayan bu mücadele 1970’lerin sonunda bir ara Afganistan üzerinden canlansa da, genel olarak atıl kalmıştı. 2010’lardan itibaren işaretleri görülmeye başlanan Orta Asya üzerindeki Büyük Oyun’un, ÇHC’nin devasa Kuşak ve Yol Projesini (BRI) başlatması, Rusya’nın Kollektif Güvenlik Anlaşması Teşkilatı (CSTO)’na ilaveten ekonomik olarak da Avrasya Ekonomik Birliği ile bölgedeki nüfuzunu pekiştirme çabalarını yoğunlaştırması, İngiltere’nin Brexit ile Avrupa Birliği’nin ortak güvenlik ve dış politikasının kıskacından kurtularak bölgede bağımsız politikalar izleyebilir hale gelmesi ve nihayet ABD’nin yükselen Çin Tehditi karşısında güvenlik paktları oluşturma politikasıyla bölgeye dönmesiyle yeniden başladığı konusunda uzmanlar hemfikirdirler.
İşte Türk Devletleri Teşkilatı, böyle bir jeopolitik dönemeçte Orta Asya, Kafkaslar ve Anadoluyu içine alan, daha da kapsamlı bir işbirliğini içeren yeni bir yapılanma ile Büyük Oyun’a dahil olmaktadır. Kuşkusuz, bölgeyi 19. yy’ın başından itibaren iki yüz yıl idare etmiş olan Rusya, hem ekonomik, hem de askeri olarak bölgeyle yapılanmasını pekiştirmek istediği bir sırada Türk Devletleri Teşkilatının siyasi, ekonomik, kültürel her alanda sıkı bir işbirliği teşkilatı olarak ortaya çıkmasından rahatsız olacaktır. Türk Devletleri Teşkilatı da bir süre daha, çalışmalarını Rusya’yı rahatsız etmeyecek şekilde sürdürmeye dikkat etmek zorunda kalacaktır.
Bununla birlikte ÇHC’nin, Türk Devletleri Teşkilatı’nı, Kuşak ve Yol Projesinin önemli bir bölümünü kontrol eden ülkelerin işbirliği yapılanması olarak değerli bir “Ortak” olarak kabul edeceği aşikardır. Dünyanın ikinci büyük ekonomisi olarak gücünü artık askeri güç olarak da pekiştirmek isteyen ve üçüncü uçak gemisine de yakında sahip olacak ÇHC, ham madde ve enerji ithali ve mamül madde ihracı için hayati derecede bağımlı olduğu denizlerin ısınacağının farkındadır. Nitekim ABD’nin, Afganistan ve Orta Doğu’dan elini çekerek pasifikte ÇHC’ni çevreleyecek yapılanmalar kurmaya odaklandığı, ÇHC’nin ezeli rakibi Japonya, ÇHC’nin ticari ortağı olmakla birlikte bu ülkenin tehdit oluşturmasından en çok etkilenecek olan Avustralya ve ÇHC ile tartışmalı sınırlara sahip Hindistan ile QUAD, İngiltere ve Avustralya ile (Yeni Zelanda ve Kanada’yı da içermesi muhtemel) AUKUS yapılanmalarını kurduğu ve pasifikte giderek kaslarını göstermeye başlayan ÇHC tehditini karşılamaya hazırlandığı görülmektedir.
Böyle bir durumda, Rusya üzerinden doğrudan ve Orta Asya üzerinden İran yoluyla mevcut güzergahların içerdiği tehdit ve bölgesel çatışma risklerine karşı ÇHC’nin, Orta Asya ve Kafkasya üzerinden Avrupa’ya hızlı, kesintisiz ve güvenli bir güzergah içeren orta koridor bağlantısına hayati önem atfedeceği ve Türk Devletleri Teşkilatının ekonomik alanda en önemli ortağı olacağı söylenebilir. Ancak bu yararlı işbirliğinin oluşturulması için ÇHC’nin de, yeni İpek Yolunun çıkış noktası olan Urumçi’de Uygurlara karşı yürüttüğü uygulamaları terketmesi ve sorunu Türk Devletleri Teşkilatı ile diyalog içinde barışçı biçimde çözmesi gereklidir.
Ayrıca Orta Asya bölgesinde menfaatleri bulunan Japonya ve Güney Kore ile bölgeyle SSCB döneminden beri yakın ilişkiler geliştiren Hindistan da Türk Devletleri Teşkilatı’nın önemli işbirliği ortakları olacaklardır.
Tabiatıyla, Türk Devletleri Teşkilatının, Büyük Oyunda etkin bir aktör olabilmesi için, yönetim ve personel yapısında gerekli düzenlemeleri gerçekleştirmesi gereği de önemli bir husus olarak ortaya çıkmaktadır.