TERÖRİZME KARŞI SAVAŞ, HEDEFLENENİN TAM AKSİNE SONUÇLAR GETİRDİ
11 Eylül 2001’de New York’taki Dünya Ticaret Merkezi binalarına El Kaide’nin gerçekleştirdiği kanlı saldırılardan sonra, ABD’li siyasi yorumcular dünyanın artık eskisi gibi olamayacağı öngörüsünde bulunmuşlardı. Yanılmadılar, bu öngörü büyük ölçüde doğru çıktı. Dünya 11 Eylül öncesinden çok daha farklı ve kötü bir görünümde. 11 Eylül saldırılarının hemen akabinde, “Terörizme Karşı Savaş” (War On Terrorism) sloganıyla ABD tarafından Afganistan’a karşı başlatılan operasyon kısa sürede sonuca ulaştı. Afganistan’daki El Kaide yuvaları yıldırım hızıyla yok edilirken, bu örgüte kucak açan Taliban rejimi iktidardan indirildi. Ancak El Kaide ve Taliban ülkenin dağlık bölgelerine ve Pakistan’ın kuzeyine çekilerek varlıklarını sürdürdüler. El Kaide lideri Usame Bin Ladin’in Pakistan’da ABD özel kuvvetlerine mensup komandolar tarafından öldürülmesi için aradan bir on yıl daha geçmesi gerekiyordu. Taliban lideri Molla Ömer ise hiçbir zaman ele geçirilemedi. Molla Ömer’in 2013 yılında Pakistan’da öldüğü tahmin ediliyor.
11 Eylül saldırılarının acısıyla gözü dönen oğul Bush’un yönetimindeki Amerika, Saddam rejiminin El Kaide ile işbirliği yaptığı ve nükleer silahlara sahip olduğu iddiasıyla bu kez 2003 yılında Irak’a saldırdı. Saddam rejimi de Taliban gibi kısa sürede yıkıldı. Ancak ABD Afganistan’da yaptığını bu kez Irak’ta gerçekleştiremedi. Afganistan’da BM Güvenlik Konseyi kararıyla NATO’nun başını çektiği ISAF misyonu oluşturulmuşken, Irak’taki operasyona, benzer bir uluslararası meşruiyet kazandırılamadı. ABD’nin Irak’a müdahale gerekçesinin sahte iddialara dayandığı kısa sürede ortaya çıktı. Saddam’ın ne El Kaide ile bir ilişkisinin, ne de nükleer silahlara sahip olduğu kısa sürede anlaşıldı.
ABD’de iktidarda bulunan Neo-Con’lar (Aşırı Muhafazakârlar) terörizmle savaş gerekçesi altında, fırsattan istifade “Geniş Orta Doğu Bölgesi”nde planlarını gerçekleştirmeye girişmişlerdi. 2011’deki Arap Baharı ayaklanmaları Geniş Orta-Doğu Bölgesi’nde ABD planlarının uygulamaya konulması için mükemmel bir fırsat sağladı. Neo-Con’lar rejim değişikliklerinin yanı sıra, Orta-Doğu’da Sykes-Picot sınırlarının yeniden çizilmesini de tezgahlamaya çalıştılar.
Arap Baharı isyanlarının ABD’nin eseri olduğunu iddia etmek, yoz ve ceberut iktidarları yıkan Arap halklarını küçümsemek ve değişimin dinamosu olan toplumsal, siyasi ve ekonomik dinamikleri yok saymak anlamına gelir. ABD kuşkusuz Arap Baharı’ndan azami ölçüde yararlanmaya çalıştı. Ancak, İngiltere, Rusya ve Türkiye gibi birçok global ve bölgesel aktör de, Arap Baharı’ndan kendi çıkarları doğrultusunda yararlanmaya çalıştılar.
TERÖR ÖRGÜTLERİ İŞBAŞINDA
Irak’a yapılan ABD tecavüzünden ve Arap Baharı’ndan doğan kargaşadan sadece devletler değil, terör örgütleri de azami ölçüde yararlanmaya çalıştılar. Afganistan’da yok edilmeye çalışılan El Kaide, başı kesildikçe yeniden çıkan canavar gibi bu kez Irak’ta kendini gösterdi. El Zerkavi’nin liderliğindeki El Kaide, Irak’ta ABD için ciddi güvenlik sorunları yarattı. Onu daha sonra ABD’nin Bağdat’daki zindanlarından doğan “Irak ve Şam İslam Devleti” (IŞİD) izledi. Kanlı IŞİD örgütü, Rusya’nın müdahalesi olmasaydı Suriye’nin tamamında ve Irak’ın önemli bir bölümünde neredeyse devletleşmek üzereydi.
Afganistan’a yapılan müdahaleden yirmi yıl, Arap Baharı’ndan on yıl sonra haritaya bakınca geniş Orta-Doğu coğrafyasında hiç de iç açıcı bir manzara görünmüyor. Afganistan yeniden Taliban’ın eline geçti. Tunus ve Mısır dışında, Irak, Yemen, Libya ve Suriye iç savaşlar ve terör eylemleri nedeniyle tarumar olmuş durumdalar. Terör örgütleri bu ülkelerde cirit atıyor. Tunus ve Mısır ise siyasi kargaşa ve istikrarsızlıklar içinde her an patlamaya hazır durumdalar.
İslam öğretisini ideoloji olarak kullanan farklı terör örgütleri Avrupa, Kuzey ve Sahra-altı siyah Afrika, Geniş Orta-Doğu Bölgesi, Kafkasya, Orta-Asya, başta Pakistan olmak üzere Hint alt kıtası ve Güney-Doğu Asya’da etkin şekilde faaliyet gösteriyorlar. ABD’nin yirmi yıl önce başlattığı “Terörizme Karşı Savaş” dünyaya sadece daha fazla terör, yıkım ve istikrarsızlık getirdi.
YENİ TALİBAN İKTİDARIYLA BÖLGESEL VE GLOBAL GÜÇLERİN İLİŞKİLERİ
Afganistan’da yeniden iktidara gelen Taliban bu örgütün eski hatalarından ders çıkaran yeni bir sürümü mü, yoksa değişen bir şey yok mu? Taliban’ın verdiği ılımlı mesajlara ne kadar güvenilebilir? Bu yakıcı sorular siyaset odaklarını olduğu kadar, geniş toplum kesimlerini de meşgul ediyor. İnsan hakları ve demokratik hassasiyeti olan çevreler, Taliban’ın değişmediği savıyla tanımama çağrısı yapıyorlar. Oysa “real-politik” anlayışıyla hareket eden başkentlerin çoğu çoktan Afganistan’daki yeni Taliban iktidarıyla temas ve iletişim içine girdiler bile. Birçok başkent yeni kurulacak hükümeti dört gözle bekliyor. Yeni Afgan hükümetinin Taliban’ın söz verdiği gibi ulusal uzlaşı hükümeti olup olmayacağı yakında görülecek. Ama bu bir ayrıntı. Taliban sonrası Afganistan’la ilişkilerini sürdürmek isteyen Çin, Rusya, Pakistan, Suudi Arabistan, İran, Hindistan ve Türkiye gibi devletler Kabil’deki Büyükelçiliklerini kapatmadılar bile.
Çin, Taliban iktidarını tanıyacak devletlerin arasında öne çıkıyor. Asya’daki dünya devi, ABD’nin Afganistan’da bıraktığı boşluğu doldurmak için kararlı gözüküyor. Taliban liderlerinden aldığı, Sincan’da faaliyet gösterdiği iddia edilen Doğu Türkistan İslami (ETIM) Hareketi adlı terör örgütünü desteklememe sözü karşılığında, Afganistan’da BRI (Kuşak ve Yol Girişimi) çerçevesinde kapsamlı altyapı ve enerji yaptırımları yapmaya hazırlanıyor. Çin, yol ve enerji hatları gibi altyapı yatırımlarının yanı sıra, Afganistan’da uzun yıllar süren iç savaş nedeniyle çıkarılamayan lityum (elektrikli arabalar için temel hammaddelerden biri, dünyadaki en zengin kaynaklar Afganistan’da), bakır, doğalgaz ve petrol kaynaklarını işletmek istiyor. Ayrıca Afganistan üzerinden Körfez bölgesine inerek nüfuz alanını genişletmeyi planlıyor. Çin, Taliban’ın yöneteceği yeni Afganistan’ın dünyadaki en önemli destekçisi olmaya hazırlanıyor. Taliban, terör örgütlerini desteklememe konusunda benzer sözleri Rusya ve İran’a da verdi. İran, Taliban’dan IŞİD’le mücadeleye devam etmesini, ülkesine yeni göçmen gelmesine izin vermemesini ve Şii Hazara azınlığa baskı yapmamasını bekliyor. İran’ın Afganistan politikasını bir zamanlar Taliban rejimine en koyu düşmanlık güden Devrim Muhafızlarının yönlendirmesi, değişen zamanların anlaşılması bakımından önemli bir endikasyon.
Rusya, Afganistan’dan bölgeye yayılacak muhtemel bir terör dalgasından endişeli olmakla beraber, Taliban’ın iktidarı ele geçirmesinin realite olarak kabul edilmesi ve Taliban’la işbirliği yapılmasının yollarının araştırılması gerektiğini söylüyor (Putin). Rus diplomatik kaynakları, Kabil’deki şartların Taliban’ın gelmesiyle beraber iyileştiğini iddia ediyorlar. ABD’nin yenilgiye uğrayarak Rusya’nın arka bahçesi sayılan Özbekistan, Tacikistan gibi ülkelere komşu bir coğrafyadan kovulması, bu ülke bakımından büyük kazanç olarak değerlendiriliyor. Rusya’nın Taliban’dan beklediği, sözünde durarak Kafkasya ve Orta-Asya kökenli terör örgütlerine topraklarında hareket imkânı tanımaması, uyuşturucu trafiğine izin vermemesi ve bölgesel istikrarı tehlikeye atacak adımlardan imtina etmesi.
Pakistan, kuruluşuna destek verdiği Taliban üzerindeki etkisini hâlâ koruyor. Taliban’la ilişkisini işgal yıllarında ABD’ye rağmen sürdüren ve bu örgütün liderlerine zor zamanlarında kucak açan Pakistan’ın Taliban’la yakın bir işbirliği içinde olmasından doğal bir şey olamaz. Çin’in Afganistan’da nüfuzunu arttırması Pakistan’ın elini daha da kuvvetlendirecek. Ancak, Pakistan’ın Afganistan’la ilgili büyük problemleri de var. Afganistan’dan gelen göçmenler ve terör örgütleri Pakistan’ı istikrarsızlaştırdılar. Pakistan’ın bunu önlemek için elinde yeterli güç yok. Ayrıca Peştun milliyetçiliği de Pakistan’ın başını ağrıtıyor. Taliban yönetimindeki Afganistan’ın, iki ülke arasında sınırı oluşturan, İngiliz sömürge yönetimi tarafından keyfi olarak çizilmiş “Durand” hattını, Peştun milliyetini ikiye ayırması nedeniyle sınır olarak kabul etmemesi, ileride bu iki ülkeyi çatışma içine sokabilir.
Hindistan Taliban’ın Pakistan’la yakınlığından ve Keşmir bölgesinde faaliyet gösteren Lashkar-e-Tayyiba terör örgütüne Pakistan’la beraber verdiği destekten dolayı Taliban rejiminin Afganistan’da iktidarı ele geçirmesine memnuniyet duymayan ülkeler grubunda yer alıyor. Çin’in Taliban yönetimi altındaki Afganistan’da etkili olacak olması, Hindistan’ı rahatsız eden ilave bir faktör. Buna rağmen Hindistan da Kabil’deki Büyükelçiliğini kapatmadı ve Pakistan’ın etkisini kırmak için Taliban’la temas ve diyalog imkanları arıyor.
İran’ın bu konuda Hindistan’a destek sağladığı iddia ediliyor. Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin Taliban’la sorunları yok. Bazı Taliban liderleri, dostumuz Katar’da uzun yıllar karargâh kurarak örgütün dış ilişkilerini ve propagandasını buradan yürüttüler. Bu aşamadan sonra Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinden Taliban’a hibe ve kredi musluklarının açılması şaşırtıcı olmayacak.
TÜRKİYE’NİN TALİBAN’LA İLİŞKİLERİ
Bu başlığın altına sadece kamuoyunun bildiklerini yazabiliyoruz. Kabil Havaalanı’nın koruma ve “işletme” görevine talip olduğumuz ortaya çıktıktan sonra, Cumhurbaşkanı Erdoğan 20 Temmuz Barış Harekâtı kutlamaları için gittiği Kıbrıs’ta, Taliban’la inanç bakımından farklı bir tutumunun olmadığını açıklayarak bu ilişkiye din kardeşliği açısından sıcak yaklaştığının ilk işaretini vermişti. Cumhurbaşkanı daha sonra Taliban lideri ile görüşmeye hazır olduğunu belirtmiş, nihayet Taliban sözcülerinin Kabil düştükten sonra yaptıkları açıklamaları ılımlı ve “olumlu” bulduğunu ifade etmişti. Milli Savunma Bakanı Akar da Afgan “kardeşlerimizle” işbirliği yapmaktan ve Kabil havaalanı misyonunu Taliban’la mutabık kalarak üstlenmekten memnuniyet duyacağımızı birkaç kez kamuoyuna duyurmuştu.
Oysa Taliban, Türk askerlerinin NATO misyonunun biteceği 31 Ağustos tarihinden sonra Afganistan’da kalmasına karşı. Taliban temsilcileri bu tarihten sonra Türk askerinin işgalci sayılacağını birkaç kez açıkladılar. Taliban, asker yerine Türkiye’den mühendis istiyor. Türkiye ile ülkenin kalkınması, altyapının restorasyonu ve teknik alanlarda işbirliği yapmayı arzuluyor.
Kamuoyu ne düşünürse düşünsün, AKP iktidarının Taliban rejimini tanımak ve onunla gerek havaalanında gerekse diğer alanlarda işbirliği yapmakta kararlı olduğunda kuşku yok. Türkiye, Afganistan’da yenilen ABD ve koalisyon ortaklarından bağımsız bir siyasi çizgi izleyerek, bunu 2023 seçimleri öncesinde oya tahvil etmenin yollarını arayacak. Tabii, artan Afgan göçmenler suyu bulandırmazsa.
AFGANİSTAN’DA ABD LİDERLİĞİNDEKİ BATI SİSTEMİ YENİLİRKEN, RADİKAL İSLAMCI AKIMLAR VE ASYA’NIN OTOKRATİK REJİMLERİ AVANTAJ SAĞLADILAR
Afganistan’da Taliban zaferinden Çin, Rusya, İran ve Pakistan kazançlı çıkarken, ABD ve NATO ciddi bir itibar kaybına uğradı. Bu kayıp Biden yönetimi için büyük bir hezimet boyutunda. Batı sistemi Afganistan fiyaskosu dolayısıyla karmakarışık. Biden güya özgür dünyaya liderlik yapacaktı (Amerika is back). Trump yönetiminin uluslararası ilişkilerde yarattığı tahribatı onaracak, Çin’e karşı Batı dünyasını örgütleyecekti. Dünyada demokrasi cephesini güçlendirecek, başta insan hakları olmak üzere evrensel hak ve değerlerin savunuculuğunu yapacaktı. Afganistan hezimeti Biden yönetiminin içinin kof olduğunu gösterdi. Varsa, Biden yönetimine bağlanan beklentilerin hepsi çöpe gitti. Kapitalist liberal Batı dünyası artık Biden yönetimine güvenerek hiçbir riskli girişimin içinde yer almaz.”
Kimi yorumcular ABD’nin Afganistan’daki hezimetinin Amerikan yüzyılının sonunu işaret ettiğini belirtiyorlar. Her hâlükârda, Amerika liderliğindeki Batı sistemi ağır bir yara alıp dağılırken, radikal İslamcı akımlar ve Asya’nın otokratik rejimleri büyük bir avantaj sağladılar. Liberal Batı’nın içinde düştüğü yüz kızartıcı durumu hiçbir şey Kabil Havaalanı’ndaki durumdan daha iyi anlatamaz. Afganistan’da Taliban’ın galibiyetinden İslam ülkelerindeki cılız laik kesimler de önemli bir darbe yedi.