ZİRVELER ZİNCİRİ
2021 Haziran ayının neredeyse tümü birbiri ardına gerçekleşen Zirvelere sahne oldu. Dünya gündemi yoğunluk kazandı, önemli ölçüde hareketlendi. Bu tablo Zirveler silsilesine giden süreçte ve Zirveler boyunca Türkiye’deki gündemi de etkiledi. Zirvelerde alınan kararların Türkiye’deki yönetim ve kamuoyunun belli kesimlerince nasıl değerlendirildiği ise ayrı bir mesele olarak ortada kaldı. Zirve sonuçları, özellikle yönetim kadrolarınca Türk kamuoyuna dayatılmasına gayret edilen, gerçeklikten büyük ölçüde kopuk sığ bir bakış açısının çeperlerine sığdırılmaya çalışıldı.
Sırasıyla G7, NATO, ABD-AB ve AB Zirvelerinde alınan kararlara ve yayımlanan bir dizi bildiriye baktığımızda esasen uzun bir süredir şekillenmekte olan küresel gündemin daha berraklık kazandığını gördük.
DEMOKRASİLER İLE OTOKRASİLER ARASINDA STRATEJİK ÇEKİŞME
Soğuk Savaş ertesinde temelleri daha da güçlendirilen liberal düzenin, uluslararası statüye meydan okuyan hamleler karşısında sarsılmaya başlamasıyla birlikte otoriterliği ve hatta ötesini hedefleyen popülist akımların Batılı demokrasilerin bünyesinde de güç kazanması ve ortama hakim olmasının uluslararası ilişkilere de olumsuz yansımaları olduğuna tanık olduk. Liberal dünya dışında addedilen otoriter geleneklere sahip yönetimlerin ise, bir yandan Batılı demokrasilerin temsil ettiği liberal düzene karşı çıkarken, diğer yandan demokratik rejimler bünyesinde ve bunlar arasındaki ilişkilerde çatlakların daha da derinleşmesine zemin hazırlayan yol ve yöntemlerden geri durmadıklarını gördük.
KUTUPLARARASI REKABET VE TÜRKİYE
Aidiyet çerçevesinden bakıldığında üzerindeki kuşku ve güvensizlik bulutlarını arttıran davranışlar sergileyen Türkiye’nin de dahil olduğu Batı dünyasının, çok daha akışkan özellikler kazanan küresel dünya düzenindeki çalkantılara karşı toplu yanıtının somut izleri 2021 Haziran ayındaki Zirvelerde tecelli etti. Zirvelerin ana gündem maddelerinden birini hiç şüphesiz demokrasinin ve demokrasiye temel oluşturan ortak değerlerin ön plana çıkarılması oluşturdu. Bu bağlamda demokrasilere gerçek anlamda hayat veren çoğulculuk, bireysel özgürlükler ve hukuk devleti ilkelerine yeniden ve daha güçlü şekilde sarılınması zorunluluğu tüm Batılı demokrasilerin temel ekseni olarak tescil edildi.
ABD-AB ile Rusya ve Çin arasındaki stratejik rekabetin daha da keskinleşeceği ortaya çıktı. Bu rekabet ortamında safların sıklaştırılmasının artık bir tercih olmaktan çıkıp, neredeyse zorunluluk olduğu anlaşılmaya başlandı. 2014 yılından bu yana Rusya’nın Ukrayna’nın egemenlik ve toprak bütünlüğünü ihlal etmek suretiyle başlayan ve halen devam eden süreç ile Hint-Pasifik bölgesinde yükselen güç Çin’in Batı dünyası için hem sınamalara hem fırsatlara meydan veren söylem ve tutumları küresel güvenlik ortamının göze çarpan ana unsurları olarak ortaya çıktı.
Çeşitli şekil ve tezahürleriyle başta Türkiye olmak üzere birçok ülke için ciddi bir çıbanbaşı oluşturan terörizmin güvenlik ortamına artan oranlarda olan olumsuz etkileri dünya sahnesinde kendisini güçlü şekilde hissettirdi. Siber güvenlik, hibrit savaşın çeşitli tezahürleri, iklim değişikliği, pandemi ve sıradışı teknolojik gelişmelerin güvenlik bakımından sonuçları Zirve bildirilerinde kendilerine ayrı ayrı yer buldular. Ukrayna ve Libya sorunsalları yeni yılla birlikte gündemde üst sıralara tırmandılar. Bu ülkeler odaklı stratejik rekabetin yeni evrelere ilerlediğini gördük.
2021 Nisan ayında Rusya ile Ukrayna arasında patlak veren krizin ABD-Rusya ve NATO-Rusya ilişkilerinde ciddi gerilime yol açtığı gözlendi. Hemen hemen aynı zaman diliminde Avrupa Savunucusu 2021 tatbikatının hazırlık ve icra safhalarında Güneydoğu Avrupa’ya yapılan askeri yığınaklanma karşısında Rusya’nın ciddi bir tedirginliğe girdiğine ve karşı önlemlerini aldığına şahit olduk. Güney Çin Denizi ve Tayvan Boğazında Çin ile Batı dünyasının karşı karşıya gelmesi de gündeme damga vuran gelişmeler arasında yer aldı.
2021 Aralık ayında genel seçimlerin yapılacağı Libya’daki gelişmeleri ve Libya’nın geleceğini konu alan 23 Haziran tarihli Berlin Konferansı Libya olsun, Magrip olsun bölgedeki olası seyre önemli ölçüde ışık tuttu. Bu Konferansta alınan kararlar arasında bulunan Libya’dan tüm yabancı kuvvetlerin çekilmesine dair karara sadece Türkiye’nin çekince koyması gözlerden kaçmadı. Bu suretle kendini bölgeden ve çoğu halde dünyadan tecrit etmekte büyük ‘başarı’ sergileyen Türk yönetimi, bu ‘başarısına’ yeni bir halka ekleme maharetini göstermekten yine geri durmadı.
Avrupa Savunucusu 2021 tatbikatının ve Zirveler bütününün ertesinde 28 Haziran-10 Temmuz tarihleri arasında Karadeniz’de 32 ülkenin katılımıyla icra edilen Deniz Meltemi 2021 tatbikatı, dikkatleri bir kez daha Karadeniz’e yöneltti. Bu tatbikat öncesinde ve sırasında Batılı ülkeler ile Rusya arasındaki iplerin yeniden gerildiğine tanıklık ettik. Deniz Meltemi 2021 tatbikatı Montrö rejiminin Türkiye için taşıdığı hayati önemin bir kez daha anlaşılmasına vesile oluşturdu.
Zirvelere giden süreç öncesinde Dağlık Karabağ’ın Ermenistan’ın işgalinden kurtulması Türkiye için önemli bir gelişme oldu. Kamuoyumuzda etraflıca tartışılmamakla birlikte 16 Haziran tarihinde gerçekleşen Biden-Putin ikili Zirvesinin stratejik nükleer silahların daha da azaltılmasına yol açabilecek bir ortak anlayışın Stratejik İstikrar Diyaloğu adı altında başlatılması ve her iki liderin ilişkilerde yeni bir Soğuk Savaşı istemediklerini dünya kamuoyuna açıklamaları güvenlik ortamını bir nebze de olsa rahatlatan bir gelişme oluşturdu.
Zirvelerden bize kalan NATO Zirvesi vesilesiyle uzun bir aradan sonra gerçekleşen Türk ve ABD liderlerinin ikili görüşmesi ve Kabil uluslararası hava limanının işletilmesi ve korunmasının Türkiye tarafından üstlenilmesi taahhütü kaldı.
Kendine aday ülkeler başlığı altında yer verilmeyen; Rusya, Libya, Belarus, Etiyopya gibi ülkelerle birlikte aynı kategoriye konan Türkiye’ye AB Zirvesinden kala kala Türkiye’deki sığınmacılar için 3 milyar Avroluk bir ‘sus payı’ kaldı.
ZİRVELERDEN TÜRKİYE İÇİN ÇIKAN SONUÇLAR
Bunca hercümerce ve esasen bu karmaşadan çıkan açık ve somut sonuçlara rağmen bunlardan gerekli dersleri ulusal çıkarlar temelinde almayı pek umursamayan bir zihniyet kalıbının Türkiye’deki gündemi daha da kısır kılmaya ve toplumu dünya gerçeklerinden kopuk kendi dar ve sığ görüşlerine hapsetmeye dönük hamlelere içeride devam ettiklerini ibretle izledik.
Bu genel tablo karşısında mevcut durumu şöylece özetlemek mümkündür:
Türkiye halen içine düştüğü yalnızlık çemberini kıramamıştır. 2021 yılıyla birlikte Batıyla ilişkileri toparlamaya yönelik söylem ve içerikten yoksun göz boyamaya dönük eylemler, ekonomi ve ticaretimizin büyük oranda içiçe geçtiği özellikle Batı dünyasında ülkemiz yönetim kadrolarına karşı olan mevcut güven bunalımı ve itibar kaybı nedeniyle ülkedeki kimi çevrelerin Zirvelerden umdukları karşılığı bulamamalarıyla sonuçlanmış, ilişkiler sarkacı yine bir o yana bir bu yana sallanmaya devam etmiştir.
Bölgemizdeki ve ötesindeki ihtilaflar dolayısıyla Rusya’yla olan ilişkilerde de gerilimler azalmamış, görüntüyü kurtarmaya odaklı gelişmeler son bulmamıştır. ABD ve Batı dünyasına karşı ‘Rus kartını’ hiçbir stratejik vizyona dayanmadan kullanmak suretiyle adeta ‘Batıya ders vermek’ saikiyle başlatılan ideolojik temelli süreç ters tepmiş ve yalnızlığımızın dozunu arttırmakla sonuçlanmıştır. Kimileri bundan memnuniyet duymuş olabilir. Ancak, ekonominin durumu daha da bozulmuş ve toplumsal yozlaşma her geçen gün daha da artmıştır. Başta genç kesim olmak üzere toplumun büyük çoğunluğu geleceğe dair umutlarını yitirmiştir.
Uygur Türklerine Çin yönetiminin yaptığı mezalim karşısında ekonomik nedenlerle ve zamanında sadece Çin’e dayalı covid aşı tedariğindeki sıkıntılı durum sonucunda sessiz kalmayı yeğleyen Türk yönetimi, 2021 Mart ayında Çin Dışişleri Bakanını ağırlamıştır. Bu ziyaret vesilesiyle de Uygur sorunu Türkiye’nin gündemine beklenen ölçüde yansıtılmamış ve ‘değerli sessizliğin’ korunması tercih olunmuştur.
Bölgesel normalleşme çabaları doğrultusunda Mısır, İsrail ve Arap yarımadasındaki ülkelerle ikili ilişkilere bir çekidüzen verme arayışının devam ettiği gözlenmiştir. Bu sürecin karşılıklı saygı ve çıkarlara dayalı olarak sürdürülmesi elbette önemlidir. Bölgesel bütünlük içinde Suriye’yle de normalleşmeyi sağlayacak sıhhatli ve kalıcı bir normalleşmenin çarelerinin her zeminde ve her yönüyle araştırılıp, bulunmasına yönelik uğraşların sonuç alıcı yönde sürdürülmesi ulusal çıkarlarımızın gereğidir.
Stratejik hedefin ne olduğu açıklanmadan, meşru hukuki ve diplomatik bir zemin oluşturulmadan, çok denklemli ve belirsizliklerle dolu Afganistan sahasında bu kere ikili çerçevede askeri mevcudiyet sergilemek yoluna gidilmiştir. NATO kuvvetlerinin tamamen çekilmesinin ertesinde Kabil uluslararası hava limanının Türkiye tarafından korunması ve işletilmesi fikri ortaya çıktığında, Afganistan’ın birçok bölgesinde hakimiyet kuran Taliban’ın buna karşı açık direnç göstermesi dikkatlerden kaçmamıştır. Nitekim Taliban 13 Temmuz 2021’de Türk yönetimine karşı çok sert tonda bir bildiri yayımlamıştır. Sekiz maddelik bu bildiride yer alan çoğu ifade yenilir yutulur cinsten değildir ve Kabil’deki askeri kuvvetlerimizin karşı karşıya kalabileceği hayati risklere açıkça işaret etmektedir. Bugüne değin bu konuda Afganistan Hükümeti de, deyim yerindeyse, ikircikli bir yaklaşım sergilemiştir. Meşru Afganistan Hükümetinin, askeri mevcudiyetin devamı için Türkiye’ye resmi bir davette bulunması umulur. Bu sonuç önemli, ancak yeterli olmayacaktır. Kabil uluslararası havaalanında görev üstlenilecekse Taliban’ın önceden mutabakatının alınması şarttır.
Kabil uluslararası hava limanının işletilmesi ve korunması yükümlülüğünü üstlenmek suretiyle başta ABD olmak üzere Batıyla ilişkilerde göçmen meselesini de kapsayan bir manevra sahası yaratılması stratejik hedef olarak belirlenmişse, bunun son derece hatalı bir yol oluşturduğu ve Afganistan’la olan ikili ilişkileri de zora sokacak bir yöne evrilebileceği unutulmamalıdır.
ZİRVELER SONRASI DÖNEMDE TÜRKİYE NE YAPMALI?
2021 yılı başından bu yana ortaya çıkan gelişmeler ve 2021 Haziran ayında ardı ardına yapılan Zirveler ertesinde Türkiye’nin son dönemde iyice savruk hale gelen, adeta ülkeyi yalnızlaştırmaya ayarlı dış ve güvenlik politikasına yeni bir bakış açısı geliştirmesi zaruri hale gelmiştir.
Tam olgunlaşmamış bir kasaba tüccarlığı zihniyetinden esinlenen al-vere dayalı bir anlayışın yeni dünya düzeninde itibar görmeyeceği açıktır.
Batılı demokrasilerin ayrı ayrı manifestoları olarak kabul edilmesi gereken Zirve bildirilerinde yer bulan başta demokrasinin güçlendirilmesi esasından uzak duran bir anlayışın sürdürülebilir olmadığı her geçen gün daha iyi anlaşılmaktadır. Mevcut zihniyet ve muhakeme kalıplarının devam ettirilmesi halinde devreye sokulması amaçlanan ‘Afganistan kartı’ da günü kurtarmaya yetmeyecektir.
Çağdaşlığı esas alan, çoğulcu demokrasiyi kurum ve kurallarıyla önceleyen, aidiyeti ve ekseni konusunda kuşkuya yer bırakmayan bir vizyon ve strateji geliştirmek kaçınılmazdır. Ulusal çıkarları, içi boş hamaset nidaları altında dar bir ideolojinin ve sekter bir anlayışın esiri haline getirmek, ülke için temel bir rehber oluşturduğu her geçen gün daha iyi anlaşılan Cumhuriyetin kurucu değerlerine karşı husumet beslemek veya sergilemek suretiyle yol alınabileceğini düşünmenin sonuna gelinmiştir. Bu tür bir düşüncenin mevcut uluslararası konjonktürde de yer ve yaşam bulamayacağı artık anlaşılmış olsa gerektir.