Mülteciler bir kez daha dünyada en başta gelen meselelerden biri.
Suriye’den Ukrayna’ya, Myanmar’dan Çad’a dünyanın dört bir yanında milyonlarca insan savaştan, siyasi baskıdan, yokluktan, açlıktan kaçarak, kendilerini güvenli ve yaşanabilir gördükleri ülkelere atmaya çalışıyor.
Türkiye belli başlı insani krizlerin ve savaşların yaşandığı bölgelerin ortasında ve ayrıca geçiş yolu üzerinde yer alması nedeniyle, sığınmacı/düzensiz göçmen meselesinden en çok etkilenen ülkelerdendir.
Birleşmiş Milletlerin (BM) teyit ettiği üzere, dünyada en çok sığınmacıya ev sahipliği yapan ülke Türkiye’dir.
Konunun teknik boyutunda sığınmacı, mülteci, göçmen farkı nedir, her biri hangi haklara sahiptir, sığınılan ülkelerin yükümlülükleri nedir, bu alandaki başlıca uluslararası anlaşmalar hangileridir gibi pek çok unsur bulunmaktadır. (Bu konularda Ankara Politikalar Merkezi üyesi emekli Büyükelçi Erdoğan İşcan’ın yazılarını öneririm).
Burada şu iki hususu hatırlatacağım:
-Türkiye, Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair 1951 Sözleşmesini imzalamıştır ama çoğrafi kıstas kaydıyla. Buna göre, sadece batı’dan gelen kişileri mülteci statüsüyle kabul edebilmektedir.
-Türkiye’deki savaştan kaçan Suriyeliler “geçici koruma statüsüyle” ülkemizde bulunan sığınmacılardır. (Yani, bu statüdeki kişiler, kendilerini ülkemize gelmeye mecbur eden nedenler ortadan kalkınca Suriye’ye geri döneceklerdir).
Yaklaşan seçimler ışığında Suriyeli sığınmacı/düzensiz göçmen konusu
Türkiye Esad rejiminden ve DEAŞ, YPG gibi terör örgütlerinden canını kurtarmak için kaçan komşu ülke insanlarına kapılarını açmıştır.
Suriye’de krizin başlamasından bu yana geçen 11 yıldan sonra, sığınmacıların geri dönüşleri Türkiye’de başlıca bir gündem konusu olmuştur.
Suriyeli sığınmacılar/genel olarak düzensiz göçmenler konusu, Türkiye’de seçimlerin yaklaşmasıyla ve seçimlerde oy kazandıracak veya kaybettirecek bir noktaya gelmiş olmasıyla, siyasi gündemin en üst sıralarına yerleşmiştir.
Ekonomik meseleler başta olmak üzere pek çok konuda zaten oldukça rahatsız bir durumda olan iktidarın ekonomi başta olmak üzere, özellikle seçmenin hassas olduğu konularda başarı hikayelerine ihtiyacı bulunmaktadır.
Bu bağlamda önem taşıyan Suriye dosyası dosyasında konunun özellikle iki boyutu öne çıkmaktadır: güvenlik ve sığınmacılar.
-Güvenlik alanında PKK’ya yurt içinde önemli darbe vurulmuştur. Güvenlik güçlerimiz sınır ötesinde, Suriye ve Irak’ta da, teröristlerin tepesindedir. Dolayısıyla, bu alanda bir başarı hikayesi yazılabilir.
-Sığınmacılar konusunda ise, dünyada en çok sığınmacıya evsahipliğiyapan ülke olarak belli bir prestije sahip olsa da, iç politikada seçmen nazarından başarı hikayesi yazabilecek olmaktan uzaktır.
Türkiye iç siyasetindeki tarafların Suriyeli sığınmacılarla ilgili tutumu.
Muhalefet, iktidar olduktan bir, en geç iki yıl sonra sığınmacıları geri göndereceğini, bunu da ‘Esad’la konuşup anlaşarak” yapacağını söylemektedir. Ortada ayrıntılı bir plan olmadığı için bunu niyet beyanı olarak kabul etmek daha doğru olacaktır. Ama en azından, muhalefetin sığınmacıların dönüşü konusundaki pozisyonu nettir.
İktidarın sığınmacıların geri dönüşlerine dair tutumunun ise değişken olduğu ve kamuoyunun tepkilerine göre uyarlandığı görülmektedir.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 15 Mart 2022 tarihinde ‘Uluslararası İyilik Ödülleri’ programında yaptığı konuşmada, “biz ensarın ne olduğunu, muhacirin ne olduğunu peygamberi bir metod olarak çok iyi biliriz. (Muhalefet) bu ülkedeki 5 milyon mülteciyi, eğer iktidar olurlarsa Suriye’ye Afganistan’a göndereceklermiş. Biz göndermeyeceğiz, evsahipliğine devam edeceğiz” demiştir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 3 Mayıs’ta yaptığı konuşmada ise, 1 milyon Suriyelinin ülkelerine gönüllü dönüşleri için hazırlık yapıldığını duyurmuştur.
Hemen arkasından, sığınmacılarla ilgili icracı Bakan Süleyman Soylu, 6 Mayıs tarihinde, bir televizyon kanalında yaptığı açıklamalarda; çarpıtılmış bilgilerle halkın yanıltıldığını ileri sürerek, hükümetin sığınmacıları geri göndermek için somut çalışmalar yapmakta olduğu mesajını vermiştir.
İçişleri Bakanı’nın somut olarak dile getirdiği ve dikkatimi çeken hususlar şunlardır:
“-Türkiye’deki Suriyeli sığınmacı sayısı 3 milyon 760 bindir.
-2011’den bu yana çok sınırlı sayıda Suriyeliye vatandaşlık verilmiştir (200 bin 950).
-Bunlardan seçimlerde oy kullanabilecek yaşta olanı az sayıdadır (113 bin 654).
-Suriyeli sığınmacı akını artık durmuştur. O kadar ki, 2017’den bu yana Türkiye’deki Suriyeli sayısı artmamaktadır.
-500 bin Suriyeli ülkesine geri dönmüştür.
-1 milyon Suriyelinin daha dönmesi için somut proje geliştirilmiş ve uygulamaya geçilmiştir.”
Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar da, 7 Mayıs tarihinde yaptığı açıklamalarda, Türkiye’de 4 milyon civarında Suriyeli sığınmacı bulunduğunu, son zamanlardaki dönüşlerle bu sayının 3 milyon 700 bin civarına indiğini, sığınmacıların Birleşmiş Milletler kriterlerine göre, gönüllü, güvenli ve saygın bir şekilde dönüşlerini teminen gerekli şartların oluşması için çaba gösterildiğini, bu insani durumun siyasi tartışma konusu yapılmaması lazım geldiğini belirmiştir.
İktidar sığınmacı meselesini çözecek tek alternatif olduğuna ikna etme gayretinde.
İktidar, sığınmacılar konusunda bugüne kadarki uygulamalarını savunmaya ve geleceğe yönelik somut çalışmalar yaptığını göstermeye yönelmiştir.
Türkiye’deki Suriyeli sayısının 2017 yılından bu yana artmadığı söyleniyor ama Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün internet sayfasında düzenli olarak güncellenen tablodaki verilere göre 2017 yılında Türkiye’de 3.426.786 olan Suriyeli sayısı, 2020 yılında 3.737.369, 2022 yılının ilk 4 ayı itibarıyla da 3.762.686 olmuş.
Bu artış; Suriye’de savaşın sona ermesine, 500 bin Suriyelinin ülkelerine geri dönmesine ve 641 bin kişinin Avrupa’ya geçmesine rağmen yaşanmıştır. Bir de, Türkiye’de doğan 450 bin Suriyeli bulunmaktadır.
Anlaşılan, Suriyeliler bu kez, olumsuz güvenlik şartlarının yanı sıra, ekonomik zorluklardan ve yokluktan dolayı ülkelerinden kaçmaktalar.
Son dönemde iktidarın açıkladığı 1 milyon Suriyelinin gönüllü geri dönüşü projesi gündeme hakim olmuştur. Bu projeye göre, kuzey Suriye’deki harekat bölgelerindeki dört şehirde (El Bab, Cerablus, Ras ul Ayn ve Tel Abyad) yaşam alanları oluşturulması, İdlib’de briket evler yapılması ve buralara 1 milyon Suriyelinin dönmesi öngörülmektedir.
Yetkililer, bu projenin Türk devletine hiçbir külfet yüklemediğini, maliyetin vergilerden karşılanmadığını, İdlib’deki briket evlerin tamamının, Cumhurbaşkanı başta olmak üzere devlet büyüklerinin aralarında bulunduğu kişilerin “bağışlarıyla” yapıldığını, diğer taraftaki 13 projenin finansmanının da tamamen uluslararası yardım kuruluşları tarafından karşılandığını açıklamışlardır.
BM ve diğer uluslararası kuruluşların (UNHCR, OCHA gibi) Suriye’ye yardım faaliyetlerini sürdürdükleri malumdur. Ancak, bu kuruluşların bahsekonu projelere katkıları, bu bağlamda, bu bölgelerdeki insanlara nasıl bir destek sistemi öngörüldüğü, Türkiye ile uluslararası kuruluşlar arasında nasıl bir anlaşma sağlandığı, öte yandan, bahsedilen bölgelerdeki inşaatlar tamamlandıktan sonraki aşamalarda işletme masrafları dahil muhtelif giderlerin nasıl karşılanacağı açık değildir.
Dolayısıyla, maliyet ve finansman konuları halen sorguya konu olmaya devam etmektedir. Gönüllü geri dönüşlere kimlerin tabi olacakları, nasıl bir sistem uygulanacağı da sorgulanmaktadır.
Sadece Suriyeliler değil, Afganlar ve diğerleri de var.
Geçici koruma altındaki Suriyelilerin yanı sıra ülkemize yasadışı yollardan giren veya bir şekilde vizesini alıp gelen ama süre aşımıyla kaçak kalan Afganlar başta olmak üzere diğer yabancılar, yani düzensiz göçmenler konusu bulunmaktadır.
Afganların çoğu, İran sınırından giriş yapmaktadır. Bunu önlemek amacıyla, Türkiye İran sınırında duvar, gözetleme kulesi, tel örgü, alarm sistemleri, kameralarda yapılan engeller oluşturmuştur. Yine de, çok sayıda insan sınırlarımızı yasadışı şekilde aşarak ülkemize girebilmektedir.
Resmi verilere göre sadece 2020’de 70 bin 252, 2022 yılının ilk 4 ayı itibarıyla da 32 bin 209 Afgan yakalanıp sınır dışı edilmiştir. (Bu kişilerin sınır engellerini aşabilip Türkiye’ye girebilmiş olmaları göz ardı edilmemelidir).
İran göç konusunda Türkiye gibi önemli konuma sahip bir ülkedir. Hem mülteci rotası üzerindedir, hem Rusya’nın Afganistan’ı işgalinden bu yana birkaç milyon Afgan (rakamlar 3 ila 4 milyon arası değişiyor) bu ülkede bulunmaktadır. Türkiye sınırlarını zorlayanların önemli bir kısmı da İran’da yaşayan gruptandır.
Doğu’dan gelen mültecileri önleyebilmek için İran’la işbirliği şarttır. Bilindiği kadarıyla, bu yönde girişimler ve bazı temaslar olmuştur ama istenen şekilde işbirliği sağlanamamıştır. İranlılar, özellikle ülkelerindeki Afganların sınırlarının dışına çıkmasından gayri memnun değillerdir.
Meselenin çözümü esas olarak kaynağındadır.
Suriyelilere geri dönersek;
Gönüllü geri gönderme için bahse konu ülkede elverişli şartların oluşup oluşmadığını belirleyen, tüm ülkeler tarafından kabul edilmiş bir kriter listesi veya karar bulunmamaktadır.
BM Bağımsız Uluslararası Suriye Soruşturma Komisyonu Başkanı Paulo Pinherio BM İnsan Hakları Konseyi’nin 49 ncu oturumunda yaptığı konuşmada. Suriye’deki durumun geri dönüşler için müsait olmadığını ifade etmiştir.
Türkiye, diğer ülkeler ve uluslararası kuruluşlar ne kadar gayret gösterirse göstersin, meselenin çözümü kaynağında, yani Suriye’dedir.
Sığınmacılar konusunda Şam’la işbirliği olmadan kalıcı ve sürdürülebilir bir çözüm sağlanabilmesini beklememek gerekir. Şu anda ne yapılıyorsa geçicidir, ara çözümdür ve kırılgandır.
Bu gerçeğe mukabil, sahadaki gerçekler bakımından, görünen tablo umut verici değildir. Şöyle ki;
-Kendi halkına karşı kimyasal silah kullanmak dahil her türlü olumsuzluğa sahip bir rejimden ne ölçüde bir işbirliği ortağı çıkabileceği büyük bir soru işaretidir.
-Esad rejimi yurtdışındaki Suriyelilere geri dönmeleri çağrısında bulunmuş, hatta geri dönüş konferansları düzenlemiştir. Ama Suriyeliler Esad’ın samimiyetine inanmamış, geri dönerlerse başlarına gelebileceklerin korkusuyla, rejimin çağrısını karşılıksız bırakmışlardır.
-Yurtdışına kaçan Suriyelilerin çoğu Esad rejimine muhaliftir. Ayrıca bu insanların toplu dönüşleri, bitik durumdaki Suriye ekonomisine ve son derece kıt ekonomik kaynaklara ciddi ilave yük olacaktır.
-Hal böyleyken, Esad’ın sığınmacıların dönmesini arzu etmesi gerçekçi değildir.
-Geri dönüşler için yaşam koşullarının elverişli olması gerekmektedir. (Ev, aş, iş, sağlık ve eğitim hizmetleri, altyapı, su, elektrik vs). Suriye’deki mevcut durum bu noktanın uzağındadır.
Sığınmacıların geri dönüşü için izlenebilecek yol haritası.
İdeal olarak;
-Sığınmacıların dönüşü için Şam’la işbirliği yapılmalıdır. Esad’la muhatap olunmalı-olunmamalı tartışması mevcut koşullarda çıkmaz sokakta kalıyor. Bu tartışmanın engellerine takılmadan, sığınmacı konusunu Şam’la ele alabilmek için uygun bir yol ve yöntem bulunmalıdır. (İki tarafın belirleyeceği görüşmecilerin yer alacağı, sığınmacılarla ilgili ad hoc bir işbirliği mekanizması tesis edilmesi gibi).
-Sığınmacılar dahil Suriye krizine kalıcı ve sürdürülebilir bir çözüm bulunabilmesi için BMGK’nin 2254 sayılı kararı uygulanmalıdır. Bu karardaki parametreler temelinde Suriye’de yapılacak seçimlerin ve düzenlemelerin sonuçlarını, yani Suriye halkının kararlarını, uluslararası camianın kabul etmesiyle, Suriye’yi yöneten rejim meselesi aşılmış olacaktır.
-Bu suretle, yaptırımların sonlanması, uluslararası yardımların başlaması, ülkenin yeniden imarına geçilebilmesi gibi, sığınmacıların geri dönmelerinin temel şartlarından olan uygun ortamın sağlanabilmesinin de önü açılmış olacaktır.
-Sığınmacıların geri dönüşleri BM garantisi, gözetimi ve denetimi altında olmalıdır.
Ukrayna savaşı ve Rusya ile batı arasındaki ihtilaf, ayrıca, Rusya’nın Türkiye’ye bu dönemdeki bakış açısı bu yönde adımların atılabilmesi için uygun bir siyasi konjonktür oluşturmayabilir ama bu aşamada, bu şartlarda ne kadarı yapılabilirse.
Sonuç olarak:
-Türkiye’de hiçbir şekilde Suriyeli istemiyorum demek yabancı düşmanlığıdır ve ırkçılıktır. Bu yaklaşımı reddetmeliyiz.
-Öte yandan, Türkiye’nin yolgeçen hanı olmadığı görüşlerine ve çeşitli kaygılara katılıyorum. Tedbir elden bırakılmamalı, ortak akılla, devlet aklıyla gerekli önlemler alınmalıdır. (Tabiatıyla, hukuk devletinin gerekleri, yasalar ve uluslararası hukuk temelinde).
-Seçim hesaplarıyla, karşılanamayacak beklentiler yaratılması, gerçekçi ve sürdürülebilir olmayan seçim odaklı hamleler yapılması bir çok bakımdan olumsuz sonuçlara yol açabilecektir. Bu durumda, önümüzdeki yıllarda, bir kez daha, enerjimizin ve kaynaklarımızın yanlış politikaların yol açtığı hasarın onarılmasına vakfedilmesi gereği ortaya çıkacaktır.