NATO ZİRVESİ ÖNCESİ DURUM
Birkaç gün sonra ABD Başkanı Biden’ın ilk kez katılacağı NATO Liderler Zirvesi Brüksel’de gerçekleşecek. Türk kamuoyu Zirvede ele alınacak, İttifakın geleceğine yön verecek kritik konulardan çok Türkiye ve ABD liderlerinin yapacağı ikili görüşmeye daha çok odaklanmış durumda. Bu görüşme Türkiye-ABD ilişkilerinde son yıllarda artan sorunlar yumağı bağlamında kuşkusuz önemli. Diğer yandan, söz konusu ikili görüşme transatlantik çerçeveden bakıldığında Zirvenin önemini gölgelemeyle sonuçlanmamalı.
NATO Zirvesi aynı zamanda gelişmiş demokrasilere sahip, güçlü kurum ve gelenekleri bulunan üye ülkeler grubunu bir araya getirecek. Uluslararası toplumun hakemliğinde Batılı demokrasiler kümesinde hangi oyuncuların sahada, hangilerinin yedek kulübesinde kalacağını da ortaya koyacak.
DAYANIKLILIK KAVRAMI VE EVRİMİ
Stratejik rekabetin arttığı, pandemi, iklim değişikliği, hibrit ve siber tehditlerin yükseldiği, dezenformasyon faaliyetlerinin yeni boyutlar kazandığı, doğa ve insan yapımı felaketlerin küresel gündemde sıkça yer aldığı, kısacası ‘stratejik şokların’ adeta rutin haline geldiği bir dönemde dayanıklılık (resilience) kavramına eğilmek NATO üyesi ülkelerin de esasen ana gündem maddelerinden birini oluşturacak.
Aslında dayanıklılık kavramının kökleri NATO’nun kurucu antlaşmasının üçüncü maddesinde şöyle tanımlanıyor:
“Bu Antlaşma’nın amaçlarına daha etkin biçimde ulaşabilmek için Taraflar, tek tek ve ortaklaşa olarak, sürekli ve etkin öz-yardım ve karşılıklı yardımlarla, silahlı bir saldırıya karşı bireysel ve toplu direnme kapasitelerini koruyacaklar ve geliştireceklerdir.”
Washington Antlaşmasının bu maddesinden hareketle müttefik ülkeler, Soğuk Savaş döneminin özelliklerini de dikkate alarak son derece kapsamlı olan, en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş ve günün şartlarına göre uyarlanmaya müsait ‘Kriz Yönetimi El Kitabı’ hazırladılar ve bunu herhangi bir dış müdahaleye karşı hazırlık ve dayanıklılık düzeyini güncel tutmak için çeşitli tatbikatlarda uyguladılar. Önemli bir müktesebata bu şekilde vücut verdiler. Bir yandan askeri kapasiteyi en olumsuz koşulları da düşünerek desteklemeyi, diğer yandan sivil hazırlığın değişik evrelerine dair önlemler manzumesini içeren temel referans belgesi olan El Kitabı, Soğuk Savaş sonrası dönemde gözden geçirildi. Değişen tehdit değerlendirmeleri ve çeşitlerine karşı uyumlu hale getirildi.
2014 yılında Rusya’nın Kırım’ı işgal ve ilhakı ile IŞİD’in Suriye-Irak’ta terör uygulamak suretiyle alan hakimiyeti kazanmasıyla başlayan süreç ertesinde İttifak, yeni ve gelişim halindeki teknolojilerin de beslediği güvenlik ortamına uygun bir kriz yönetimi el kitabı hazırlamak egzersizine girişti. Hem kavramsal düzlemde hem pratikte çığır açan ve bozucu etkiler doğuran teknolojik gelişmeler karşısında karar alma süreç ve mekanizmaları dahil kriz yönetiminde yeni bir uyarlamaya gitmek zorunda kaldı.
2016 Varşova Zirvesinde siber tehditleri karşılamak üzere siber güvenliği yeni bir harekat alanı olarak benimsedi. Krizler, çatışmalar ve küresel felaketlerin sayısındaki artışı dikkate alarak kurumsal ve toplumsal dayanıklılığı arttırmak üzere bir dizi önlemi uygulamaya koydu. Dijitalleşmenin ve küresel bağlantılılığın bu denli arttığı bir dönemde kendini mevcut ve gelecek sınama/tehditlere karşı uyarlamaya koyuldu. Başta hibrit ve siber tehditlere karşı önlemleri hayata geçirdi. Örneğin, 2018 Brüksel Zirvesinde hibrit tehditlere maruz kalan müttefik veya ortak ülkelerde gerekli hallerde görevlendirilmek üzere Hibrit Tehditlere Karşı Destek Ekipleri oluşturdu. 2019 yılındaysa NATO’nun Hibrit Tehditlere Karşı Güçlendirilmiş Mukabele Raporu kabul edildi.
Kurumsal ve toplumsal dayanıklılığın hayati önemi Zirvede ele alınacak “NATO 2030: Yeni Bir Çağ İçin Birliktelik” başlıklı önemli Raporun çeşitli bölümlerinde irdelenen temel konular arasında yer aldı. Siber ve hibrit tehditler, dezenformasyon, propaganda, manipülasyon, toplum mühendisliği gibi alanları da kapsayan dayanıklılık kavramı özünde çok geniş bir yelpazeye uzanmakta. Bu yelpaze içinde diplomasi, iletişim/bilişim, askeriye, ekonomi, finans dünyası, istihbarat ve yasa yaptırımı/uygulanması gibi sektörler de mevcut. Kavram, doğal olarak, bilişsel farkındalık ve sanal dünyaya uzanan yönler de içeriyor.
Dayanıklılığın güçlendirilmesi denince muhasım güçlerin hedef aldıkları toplumların en zayıf halkalarına karşı stratejik, operasyonel ve taktik alanlarda hayata soktukları uygulamalara karşı alınması gerekli önlemler bütünü ilk planda akla geliyor. Bu önlemleri almakta geciken ülkelerde iç gerilimler, istikrarsızlık, huzursuzluk, komşu ülkelerle geçimsizlik ve ihtilafların patlak vermesi gibi riskler gündeme yerleşiyor.
Geçmişte örtülü savaş/psikolojik harekat etiketi altında devlet veya devlet dışı aktörlerce hayata sokulan uygulamaları 2013 yılında Rusya Genelkurmay Başkanı Valery Gerasimov “Öngörüde Bilimin Değeri” başlığı altında Gerasimov Doktrini diye anılan kavramsal çerçeveye oturttu. Dünya, yeni terimiyle, ‘Hibrit Savaş’ kavramıyla tanıştı. Buna göre bünyeleri zayıf kalmış veya zaafa uğratılmış toplumlara karşı uygun koşullar oluştuğunda sahada bilfiil savaş açmak yerine asimetrik tehditleri yoğun olarak devreye sokmak suretiyle hedef ülkelerin/toplumların huzur ve istikrarı hedef alınmaya başlandı. Bu model devlet dışı aktörler tarafından da benimsenip, uygulamaya kondu. Kurumları ve toplumsal dokusu bozulmaya, yozlaşmaya yüz tutmuş ülkeler, siber olanaklarla da takviye edilen hibrit tehditlere karşı dayanıklılık göstermekte başarısız kaldılar ve istikrarsızlıklarla yüzleştiler.
DAYANIKLILIK PERSPEKTİFİNDEN YENİ SINAMALAR
Evrim halindeki bu durum NATO bünyesinde de özellikle 2014’ten bu yana gündemin ana meselelerinden biri oldu. Bir yandan pandeminin getirdiği güçlükler, diğer yandan askeri kapasite ile sivil hazırlık düzeyinin dört başı mamur bir çerçeveden yoksun bulunması güvenlik alanında da yeni sınamalar ortaya çıkardı.
Dayanıklılık kavramı temelinde, kritik altyapının idamesi, sivil kaynakların akılcı yollardan optimum kullanımı, iletişim, lojistik destek, devlet ve iş dünyasında devamlılık, tedarik zincirleri, enerji, ulaşım, karar alma mekanizmalarının ve planlamanın etkinliği gibi alanlara yeni bir bakış açısıyla eğilmek zorunluluğuyla yüzleşildi. İklim değişikliğinin güvenliğe ve toplumsal yaşama olan olumsuz etkileri de bunlara eklendi.
Savunma sektörü ve askeri planlamalar için yeni kavram, doktrin ve uygulamalar geliştirmek gereği daha fazla hissedilmeye başlandı. Bu bağlamda dayanıklılığı arttırmak üzere olası krizlerde sivil-asker işbirliğinin yeni ve daha bütüncül ve kendi içinde uyumlu bir bakışla ele alınması fikri ön plana çıktı. Ülkeler bireysel olarak gerekli adımları atmakla veya mensup oldukları İttifakların bünyesinde topluca alınan önlemleri uygulamaya koymakla mükellef oldular.
ZİRVENİN DAYANILMAZ ÖNEMİ
Önümüzdeki NATO Zirvesinde de dayanıklılık teması hiç kuşkusuz arka fondaki önemli yerini alacaktır. Bu tabloya karşı hazırlıklı olmak gerekir. Öte yandan, dayanıklılığı arttırırken ilgili ülkelerin başta Anayasaları olmak üzere kendi yasalarına, gerekse bağlı bulundukları örgütlerin kural ve uygulamalarına, hepsinden öte altına imza attıkları uluslararası antlaşma ve sözleşmelere sadık kalmaları zorunluluğu bulunmakta. Bunlar arasında 1952 yılında üye olduğumuz NATO’nun kurucu antlaşması da yer almakta. Bu antlaşma temelinde üye ülkelerin demokrasiyi, bireysel özgürlükleri ve hukukun üstünlüğüne dayanan hukuk devleti norm ve uygulamalarını içselleştirmesi ile bireysel veya topluca alınacak önlemler aracılığıyla siyaset, ekonomi ve toplumsal kurumlarını güçlendirmeleri ana yükümlülüktür.
Demokrasilerinde çoğulculuğa yer veren, demokratik kurumları gelişmiş, devlet mekanizmasının hukuk devleti normlarına göre işlediği, kuvvetler ayrılığını şiar edinmiş, temel bireysel hak ve özgürlüklerin güvence altında bulunduğu ülkelerin çeşitli krizlere karşı güvenlik-savunma dahil siyaset, ekonomi ve toplum hayatında daha güçlü olanak ve araçlara sahip olması tesadüf değildir. Bu geleneklerden, evrensel düzleme oturan temel Avrupa normlarından, yapı ve mekanizmalarından uzaklaşan toplumların geleceğinin, mevcut sınama ve tehditler karşısında parlak olmayacağını kestirmek kehanet olmaz.
Önümüzdeki NATO Zirvesi açıkça telaffuz edilmese de bu kere ‘demokrasilerin dayanıklılığı’ ana teması altında icra edilecektir. Bu açıdan bakıldığında Zirve, 2021 yılının ikinci yarısında ABD’nin ev sahipliğinde düzenlenecek ‘Demokrasiler Zirvesi’nin ilk kritik dönemeci olmaya adaydır.
Yeni yılla birlikte başlayan genel olarak Batıyla, özelde üyesi olduğumuz örgütlerle ilişkiler yumağında filiz veren normalleşme arayışlarının demokrasimizi ve demokratik norm ve hukuk devleti üzerine inşa edilmiş kurumlar düzlemindeki toplumsal dayanıklılığımızı güçlendirecek gelişmelere sahne olması umulur.
Bu perspektiften bakıldığında NATO Zirvesi ertesindeki dönem “Türkiye’nin demokrasiyle imtihanı” sürecinde önemli bir gösterge oluşturacaktır.