Yeniden Orta Asya

PAYLAŞ

Bu yıl Azerbaycan ve Orta Asya Cumhuriyetleri, bağımsızlıklarının 30. yıldönümlerini kutlamaya hazırlanıyor. Türkiye ile bu cumhuriyetleri bir araya getiren “Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi”nin gayri resmi zirvesi, geçtiğimiz ay sonunda 31 Mart’ta düzenlendi. Pandemi nedeniyle çevrim içi olarak gerçekleştirilen toplantı, kamuoyunda neredeyse hiç yankı bulmadı. Zirve’ye Türkiye’nin yanı sıra, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve zirvelere onur konuğu olarak katılan Türkmenistan Cumhurbaşkanı; gözlemci statüsündeki Macaristan ise başbakan düzeyinde katıldılar. Türkmenistan, izlediği tarafsızlık politikasıyla bağdaşmayacağı gerekçesiyle sürece bir süredir özel statüde iştirak ediyor. Macaristan ise akraba kontenjanından 2019 yılından bu yana zirvelerde gözlemci statüsüyle yer alıyor. Başbakan Victor Orban‘a olan sempatimiz de Macaristan’ın konseye alınmasında etkili olmuş olabilir.

 

Azerbaycan hariç Orta Asya Cumhuriyetleri’nin artık dış politika önceliklerimiz arasında yer almadığı açıkça ortada. Bu ülkelerde ne olup ne bittiğini, Dışişleri Bakanlığının ilgili birimi haricinde takip eden de yok. Oysa Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla bu cumhuriyetler bağımsızlıklarını kazandıklarında, Türkiye’de büyük bir heyecan yaşanmıştı. Asırlar boyu süren hasret sona erdi diye gittikleri ülkelerin başkentlerinin isimlerini bile doğru dürüst bilmeyen siyasiler, bürokratlar, iş insanları kalabalık heyetlerle adeta bu ülkelere hücum ettiler. O günlerin heyecanıyla Türkiye’den daktilodan fotokopi makinesine; tıbbi malzemeden eğitim araç ve gereçlerine varana kadar uçaklar dolusu yardım bu ülkelere gönderildi. Paraları, pasaportları Türkiye’de basıldı, bayrakları Türkiye’de dikildi. Bugünkü adıyla “Türk İşbirliği Ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı” (TİKA) 1992 yılında esas itibariyle bu yardım faaliyetlerinin koordinasyonunu sağlamak üzere kurulmuştu.

 

Yakın tarihimizde Türk dış politikasında alınan en ileri görüşlü kararların başında, eski Sovyet Cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını tanıyan ilk ülke olmamız gelir. Türkiye, Sovyetler Birliği’nin henüz resmen varlığını devam ettirdiği 16 Aralık 1991 tarihinde, ayrım gözetmeden bağımsızlığını ilan eden cumhuriyetleri aynı anda tanımıştı. Bu süreci bizzat yaşamış bir diplomat olarak tanıma kararlarının o kadar kolay alınmadığını da söyleyebilirim. Moskova ile aramız bozulmasın diyen bir kesim, tanıma kararlarına uzun süre ayak diretti. Ancak o tarihlerde dış politikanın şekillenmesinde Dışişleri bürokrasinin hâlâ gözle görülür bir ağırlığı vardı. Bu arada siyasi liderliğin ikna edilmesinde aynı zamanda çok değerli bir tarihçi ve arşivci diplomatlarımızdan olan Büyükelçi Bilal Şimşir‘in hakkını teslim etmeden geçmemek gerek. Azerbaycan ve Orta Asya cumhuriyetlerini ilk tanıyan ülke olmamızın priminden hâlâ faydalanmaya devam ediyoruz.

 

Peki ne oldu da o günlerden bu günlere geldik?

 

Gerek Orta Asya’ya yönelik politikamızda, gerek ikili ilişkilerde ciddi hatalar yapıldı. Uzun süre bu ülkelere nasıl hitap edileceğine bile karar verilemedi. Türk cumhuriyetleri, Türki cumhuriyetler, Türkik cumhuriyetler gibi isim kargaşası yaşandı. Bağımsızlığını yeni kazanmış olmanın yarattığı hassasiyetleri dikkate almadan bu ülkelere büyük ağabey tavrıyla yaklaşılması tepki doğurdu. Her sene 10’ar bin öğrenciye Türkiye’de burslu eğitim sağlanacağı gibi yerine getirilemeyen iddialı vaatler, Türkiye’ye duyulan güveni sarstı. O yıllarda Türkiye’de bugünkü kadar üniversite enflasyonu da yoktu. Milli Eğitim Bakanlığınca verilen cüzi meblağlardaki burslar zorunlu ihtiyaçlarını bile karşılamaya yeterli olmadığı için gelen öğrencilerin çoğu, okullarını bırakarak ucuz işgücü piyasasına katıldılar. İlk günlerde iş insanı kisvesi altında bölgeye giden bazı kötü niyetli tüccarların sahtekarlıkları da, güvensizlik ortamına tuz biber ekti. Öte yandan Tüm Orta Asya’da devlet desteğiyle yuvalanan FETÖ yapılanmaları hâlâ temizlenebilmiş değil.

 

İkili ilişkilere gelince ,1993 yılında Ermenistan’ın Karabağ’ı işgal ettiğinde Azerbaycan yalnız bırakılmayıp, geçen yıl Aliyev‘e verilen desteğin onda biri Ebulfez Elçibey‘e sağlanmış olsaydı, bugün Türk dünyası farklı bir noktada olabilirdi. İç işlerine karışma, rejim muhaliflerine kucak açma gibi dış politikadaki yeni hasletlerimiz Özbekistan ile ilişkilerimizde bir 15 yılı kaybetmemize neden oldu.

 

Türk zirvelerinin tarihçesi

 

Azerbaycan ve Orta Asya Cumhuriyetleriyle Türkiye’yi bir araya getiren ilk zirve, 30 Ekim 1992’de Ankara’da yapıldı. Bu zirveye tüm devlet başkanları tam kadro katıldılar. Zirve toplantılarına 2001 yılına kadar düzenli aralıklarla devam edildi. 2001-2006 yılları arasında tamamen unutulan bu süreç, 2009 yılında Nahçıvan’da düzenlenen toplantı ile “Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi” (Türk Keneşi) adı altında kurumsallaşarak, imzalanan bir anlaşmayla ahdi bir temele oturtuldu. 31 Mart’ta yapılan son zirve toplantısının sonuç bildirisinden isminin değiştirilmesinin öngörüldüğü anlaşılıyor. Umarım yeni bir isim üzerinde uzlaşı sağlanması mümkün olur. Zira liderlerinin birbirleriyle Rusça konuşarak anlaşabildikleri, bir süre öncesine kadar sonuç bildirilerinin Rusça yayınlandığı bir sürecin Türk dili konuşan ülkeler işbirliği konseyi olarak isimlendirilmesi sanki biraz garip kaçıyor.

 

Keneş nereden geliyor?

 

Keneş sözcüğü Kaşgarlı Mahmud‘un ünlü “Divan-ı Lügati’t Türk”ünde yer almakta olup konsey anlamına gelmektedir. Azerbaycan ve Türkiye haricinde halen Orta Asya Cumhuriyetlerinde kullanılan bir kelimedir. 2009 yılındaki Nahçıvan Zirvesi’yle kurulan Keneş’in sekretaryası İstanbul’da faaliyet göstermektedir.

 

Yeniden Orta Asya demenin zamanı geldi

 

Devlet olarak açılım sözünü pek severiz. 10 yılda bir Afrika’ya, Latin Amerika’ya açılırız. İki sene önce de yeniden Asya’yı keşfetmiştik. Kazakistan’da Nazarbayev’in bir kenara çekilerek iktidarı Tokayev’e devretmesiyle bu cumhuriyetlerin hepsinde bağımsızlıklarını kazandıkları dönemde iş başında olan Sovyet ekolünden gelme liderler değişmiş bulunmaktadır. Belki de geçmiş hatalardan ders alınarak, egemen eşitlik ve karşılıklı saygı temelinde “Yeniden Orta Asya” dememizin zamanı geldi de geçiyor.

İlgili Yazılar
Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir