Moderatörlüğünü Özlem Akarsu Çelik’in üstlendiği İkinci Diplomatik Akıl Toplantısının konuşmacıları: Bosna-Hersek İnsan Hakları Mahkemesi Uluslararası Yargıcı Prof. Dr. Rona Aybay, AİHM Eski Yargıcı Dr. Rıza Türmen ve APM üyesi Büyükelçi (E) Oğuz Demiralp oldu.
Toplantının başında APM adına Büyükelçi (E) Rafet Akgünay’ın bir takdim konuşması yaparak, insan hakları ve demokrasi kavramlarının tarihçesi ve önemini vurgulayan konuşmasının ardından Prof. Dr. Rona Aybay’ın konuşmasıyla devam etti.
Prof. Dr. Rona Aybay, özetle aşağıdaki hususları belirtti:
İnsan Hakları, 1789 Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Beyannamesi Osmanlı Döneminde Hukuk-u Beşer olarak tercüme edilmiştir. O dönemde Hukuk-u Beşer kavramı bireysellikten ziyade Türk Ulusu’nun bir bütün olarak varlığı ve insan haklarının dünyaya karşı savunulması anlamında kullanılmıştır.
İnsan hakları kavramına bakıldığı zaman, sadece gerçek kişiler akla geliyor olsa da, bu kavram dernekler, vakıflar, şirketler gibi kurumları da kapsamaktadır.
Günümüzde insan hakları bir ülkü, bir idealdir çünkü dünyanın bugünkü halini aşarak daha mutlu, huzurlu, barışçıl bir dünyaya ulaşılmasını arzulayanlar için bir araç olarak görülmektedir. İnsan hakları aktivisti olarak adlandırılan kişilerin de dünyanın her yerinde insan haklarının gerçekleştirilmesi için mücadele ettiği görülmektedir. Çeşitli STK’ların da bu mücadele için çalıştığını görüyoruz. Bu tarz örgütler içerisinde farklı amaçla çalışan grupların varlığı da bilinmektedir. Bu örgütlerin içerisinde gelir kaynağı saydam olan örgütlerin saygın olduğunu söylemek mümkündür.
İnsan Hakları kavramının başka boyutu ise, geçim kaynağı oluşturmasıdır. Dünya’nın çeşitli kurumlarında çalışan insanlar var. Bu insanlar için bu kavram iş kapısıdır.
İnsan Hakları kavramı aynı zamanda hukuk dalıdır, ders olarak üniversitelerde okutulmaktadır.
İnsan Hakları kavramının, uluslararası ilişkiler açısından güçlü devletlerin başka devletlerin iç işlerine karışmak, hatta askeri müdahalelere kadar varan boyutunun olduğu da görülmektedir. Burada saygı duyulması gereken idealin çifte standart ve ikiyüzlülük politikaları yoluyla ekonomik ve siyasal çıkarlar uğruna bir araç olarak kullanıldığını da bilmek acı bir gerçektir.
Çifte standartlı insan hakları konusunda bir başka boyut ise, reel politik gerçekliğidir. Bu durum uluslararası alanda ahlak, kuramsal tutarlılık, insancıl değerler gibi kavramları bir tarafa iterek sadece ulusal çıkarları öne çıkaran bir anlayışı ifade etmektedir. Bu kapsamda insan hakları saygı duyulup gerçekleştirilmesi gereken bir ideal değil, ideolojik ve ekonomik açıdan düşman olarak algılanan başka ülkelerin açığını bulup, karşı tarafı zor durumda bırakmak için kullanılan bir araç olarak karşımıza çıkmaktadır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) devletleri insan hakları ihlali iddiaları karşısında bir uluslararası mahkeme önünde savunmaya zorlayan ve yargılayıp hüküm veren bir mahkemedir. AİHM insanlık tarihinde çok önemli bir gelişmedir. Ne yazık ki, verdiği kararların üye devletlerce hafife alınması sonucunda itibarını yitirdiği görülmektedir. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Avrupa Konseyi’nin bugün üye sayısı 47’ye ulaşmıştır. Bu üye devletlerin içerisinde uyumdan söz etmek zordur. Bu devletler arasında bazı ülkelerde fiili savaş yaşanmaktadır. Rusya, Ukrayna, Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan da birbirleri aleyhine AİHM’e başvuruda bulunmaktadır. Gerçek şu ki, İnsan Hakları Hukuku savaş hukuku değildir.
AİHM Eski Yargıcı Dr. Rıza Türmen de şu hususları ifade etti:
İnsan hakları kavramı açısından dönüm noktası 2. Dünya Savaşı sonrasında oldu. 2.Dünya Savaşı sırasında 6 milyona yakın insan öldürüldü ve bu durumda insan hakları ihlallerine karşı uygulanacak hukuk formu yoktu. İnsan Hakları kavramı var olmasına rağmen hukuk normu boyutuna ulaşmamıştı. 2.Dünya Savaşının ardından savaşın galip ülkeleri kitlesel insan ölümlerinin tekrar yaşanmasını engellemek istedi. Bu durumun ilk aşaması Nuremberg Mahkemeleri’nin oluşumudur.
1948 yılında Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Evrensel Bildirisi kabul edildi. Bu bildiri bağlayıcı değildir ama yeni bir dönemin başlangıcıdır. Bu bildiriyle beraber,
• Devlet ve birey arasındaki ilişkiler tanımlandı,
• Birey, Uluslararası Hukukun öznesi haline geldi,
• İnsan Hakları Hukuku bir hukuk normu niteliğine kavuştu,
• Uluslararası sözleşmeler aracılığıyla İnsan Hakları koruma altına alındı,
• İnsan Hakları kavramı genişledi. 1. Kuşak Haklarına ek olarak 2. ve 3. Kuşak Haklar da ortaya çıktı.
• Son zamanlarda teknolojik iletişim araçlarının gelişmesiyle beraber, insan hakları kavramı Global Kamuoyu oluşturdu.
• Demokrasi ile insan hakları kavramları arasında güçlü bağ ortaya çıktı.
İnsan Hakları kavramının eksik noktalarını sayarsak; Bu kavram uygulama alanında yarım kaldı çünkü normlar uluslararası düzeyde olmasına rağmen uygulama ulusal düzeyde kaldı. AİHM bu durumun istinası olarak düşünülebilir. Çünkü AİHM’de birey devlete karşı dava açabilir konuma geldi, diğer istisna ise AİHM kararlarının bağlayıcı olmasıdır.
Günümüzde haklara sahip olma kavramının ‘’prekarya’’ kavramıyla ele alınması gerekmektedir. Aynı zamanda vatandaşlara tanınmış haklardan yoksun bırakılmış kişileri, medeni, kültürel, siyasi, sosyal ve ekonomik haklardan yoksun bırakılanları da kapsamaktadır. Mülteci ve göçmenlerin prekaryalaşmanın somut örneği olarak hakları olmadığı görülmektedir. Çünkü Türkiye Cenevre sözleşmesine çekince koymuştur. Yine Türkiye’de prekaryalaşma hak öznesi olamamaktadır. Taşeron işçiler bu gruplardan birisidir.
Büyükelçi (E) Oğuz Demiralp şunları belirtti:
İnsan Hakları Diplomatlığı, bir taraftan başka ülkeleri eleştirirken, diğer taraftan ülkenizin geleceği için reform telkinlerinde bulunmanızı gerektirir. Dolayısıyla ülke içerisinde, cesur olup, reform ve telkinler ile uygulamayı iyileştirmeyi istemeyi de gerektiren bir görevdir. Dışişlerinin içişlerine dönük yönü, insan hakları ve demokrasi konusunda misyon yürütüyor olmasıdır. İnsan Hakları Kavramı, 2. Dünya Savaşından sonra diplomasinin konusu haline gelmiş olsa da bu kavramın, Osmanlı Dönemi’nden itibaren dışişlerinin görev alanına girdiği görülmektedir. İnsan Hakları kavramı, 1856 yılında Avrupa Uyumu olarak adlandırılan örgüte katılmamızdan Lozan’a kadar diplomatlarımızın yakından ilgilendiği konu olmuştur. Cemiyet-i Akvam’da dahi azınlık hakları için oluşturulmuş, azınlık haklarını denetlemekle görevlendirilmiş sekretarya görülmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan itibaren azınlık hakları kavramının önemli bir yerde bulunduğu görülmektedir.
2. Dünya Savaşından sonra İnsan Hakları Kavramı diplomasinin konusu haline gelmiştir. Bu kavramın Uluslararası ve Bölgesel Forumlar ile devletlerarası ikili ilişkilerde yürütüldüğü görülmektedir.
• Uluslararası ve Bölgesel Forumlarda, tematik denetim yapılmaktadır. Ülkeler birbirlerini bu forumlarda değerlendirmektedir. BM bünyesinde periyodik denetimler yapılmaktadır. Her ülke 4 senede bir kendi ülkesinden raporlar sunmaktadır. Buradaki temel amaç devletlerarası eşitliği sağlamaktır. Bu forumların hukuki açıdan en önemli sonucu Uluslararası Ceza Mahkemesinin kurulmuş olmasıdır. Siyasi açıdan önemi ise ‘’devletler vatandaşlarının insan haklarını korumalıdır’’ yükümlülüğünü oluşturmuş olmasıdır.
• İkili devletlerarası ilişkilerde de insan hakları konusunun ele alındığı görülmektedir. Devletler bunu açıklama yaparak ya da kınama yoluyla yapmaktadır. Ayrıca İnsan Hakları kavramı ikili ilişkilerde koşul olarak ileri sürülmektedir. İstatistiklere bakıldığında ise bu yöntemlerin işe yaradığı görülmektedir.
Özetlemek gerekirse, İnsan Hakları kavramı konusunda devletler birbirinin kurdudur ve bu kavram her zaman karşı tarafı vurmak için kullanılır. İnsan Hakları alanında devletin kendisini korumasının tek yolu insan hakları kavramına gerekli önemi vererek bu konuda bir açık yaratmamasıdır.
Katılımcılar daha sonra toplantıya katılan 180 katılımcının sorularını cevaplandırdı.