MADRİD BULVARLARINA NASIL GİDİLİYOR?
NATO Liderler Zirvesi 28 Haziran akşamı İspanya Kralının Devlet ve Hükümet Başkanları onuruna vereceği yemekle başlayacak ve 29-30 Haziran’da yapılacak toplantılarla devam edecek. Rusya’nın Ukrayna’da başlattığı savaş sürerken düzenlenecek NATO Zirvesi hiç kuşkusuz son otuz yıl içinde gerçekleşen en önemli Zirvelerden biri olmaya aday. Dolayısıyla bu Zirveyi, Türkiye’de bugünlerde yapılmakta olan mevcut tartışmalar ışığında İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya katılım süreci odağından ele almak, kısacası genişleme perspektifine öncelik vermek hatalı ve eksik bir yaklaşım olur. Bu Zirveyi önemli kılan etkenlerden biri de AB Zirvesi ile G7 Zirvesinin hemen ertesinde yapılıyor olması. AB ve G7 Zirveleri vesilesiyle gerçekleşen müzakereler ve alınan kararların NATO Zirvesine doğrudan etkilerini göreceğiz.
KİEV’DEN MADRİD’E UZANAN KULVAR
Ukrayna meselesi şüphesiz tüm Zirvelerin ortak paydası ve sınaması. Ukrayna’nın, Rusya’nın devam eden saldırganlığı karşısında her yönden desteklenmesine yönelik kararlar birbirlerini takviye edecek yönde alınıyor. NATO Zirvesininde Ukrayna’ya açık destek verilmesine sahne olacağına kesin gözle bakılmalı. Ukrayna’daki çatışmalar karşısında NATO’nun Rusya’yla bilfiil savaşa girmeyeceği netleşti. Süregiden bu savaşın NATO üyesi ülkelerin topraklarına sıçraması halindeyse bambaşka bir tablonun ortaya çıkması kaçınılmaz olur. Bu durumda esasen büyük sarsıntı geçiren küresel güvenlik ortamı kendisini çok uzun sürecek bir çatışma sarmalı içinde bulur. Dünya sonu kolay gelmeyecek bir felaketler zincirine sahne olur. Dolayısıyla, Zirvelerde güdülen temel hedefin, yeryüzünü kasıp kavuracak derin bir savaşa sürüklenmekten kaçınmayı sağlayacak, kısa vadede olmasa da, Ukrayna meselesinin çözümüne dönük bir yolun bulunmasına kapıyı işaret edecek bir arayışa zemin aramak olduğu söylenebilir.
Başta Doğu Avrupa’nın güvenliğiyle birlikte küresel dengeleri uzun dönemde sarsacak mevcut ortamda Rusya’nın revizyonist tutumunu frenleyecek gerekli önlemlerin alınmasına devam olunması ve Madrid Zirvesinde NATO’nun kollektif caydırıcılık/savunma ayağının daha güçlü ve dayanıklı kılınması yönünde kararlar alınması doğal olacak.
AH BU İSVEÇ VE FİNLANDİYA…
Madrid Zirvesinin yegane konusu elbette İsveç ve Finlandiya’nın İttifaka olası üyeliklerine indirgenemez. Ağırlık noktası oluşturduğu kuşkusuz olmakla birlikte Zirvenin sadece Ukrayna kaynaklı sınamaya odaklanacağını varsaymak da doğru olmaz. Madrid Zirvesi esas özgül ağırlığını NATO’nun gelecek onyılına ışık tutacak Stratejik Konsept belgesinin kabulü oluşturacak. İttifak çalışma ve faaliyetlerine yön verecek bu temel belge, ABD-Kanada ile Avrupa’yı birarada tutan transatlantik topluluğun, henüz filizlenme aşamasında olan yeni çağda rotasını belirleyecek ortak bir çerçeve ortaya koyacak.
STRATEJİK KONSEPTİN TEMEL YÖNELİMLERİ
Bu ana referans belgesinin temel yönelimleri şöylece tezahür edebilir:
Soğuk Savaş sonrası ortamından 21. yüzyıla kalan miras
An itibariyle çöküş halinde olan Soğuk Savaş ertesi dönemin kurallara dayalı düzeninin dönüşüm sürecinde Batı demokrasilerini birarada tutan kurum ve kurallara sıkı sıkıya bağlı kalınması temel çıkış noktasını oluşturacaktır. Demokrasi-otokrasi ikilemi ister istemez gündeme damga vuracaktır. Bu ikilemi sadece ideolojik bir kamplaşma ve değerler üzerinden rekabet olarak görmenin bir yanılsama oluşturduğu öne sürülebilir. Bireysel özgürlükler ve hukukun üstünlüğü üzerine kurulu, kuvvetler ayrılığına dayalı çoğulcu demokrasi modeli bir ‘kamp’ ise, bu kampı tercih eden ve yaşatma gayreti içinde olan ülkelerin kendi yaşam tarzlarını, yurttaşlarının özgürlük alanlarını kısıtlayan, onları baskılayan, düşünce ve ifade özgürlüklerine gem vurmaktan geri durmayan otokratik anlayış ve düzenlere karşı koruma arayışlarında garabet yoktur. Garabetin esas kaynağı, siyasi meşreplerini çeşitli gerekçelerle demokrasi karşıtı akımlarda arayan ve bunları meşru kılmaya yönelen, baskıya dayalı otokratik düzenlerdir. Burada kullanılan karşıt tez ‘otokrasiyle de kalkınan ülkeler’ bulunduğudur. Otokrasiyle salt ekonomik bağlamda kalkınmak mümkün, ancak insani anlamda gelişmek olası değildir. İnsanının özgür bir ortamda gelişmesinin önünü tıkayan düzenlerin bu çağda uzun süre ayakta kalacaklarını varsaymak insanlığın gelişimi açısından bakıldığında son derece yanıltıcı olacaktır. Bu çerçevede Madrid’te kabul edilecek Stratejik Konsept, sadece Batının değil, insanlığın şekillendirdiği ve katkı verdiği demokrasinin vazgeçilemez değerlerinin güçlü ifadelerle yer bulacağı bir ana belge olacaktır. Stratejik Konsept’teki demokrasi vurgusu ve bu bağlamda yapılacak çağrı Türkiye açısından da değerlendirilmesi gereken bir sürece işaret edecektir.
Stratejik rekabetin şiddetlenen ayak sesleri
2000’li yıllarla başlayan küresel güvenlik ortamındaki değişim rüzgarları 2008’de Rusya-Gürcistan savaşıyla orta şiddette esmeye başlamış, 2014’de Rusya’nın Kırım’ı işgal ve ilhakı ve Donbas’a yönelmesiyle şiddetlenmiş, nihayet 2022 Şubat’ında kasırgaya dönüşmüştür. Sular her geçen gün daha fazla kabarırken ufukta devasa ‘Çin gemisi’ belirmiş ve küresel çaptaki stratejik rekabetin ana aktörlerinden biri haline gelmiştir. Mevcut düzen artık çok kutupluluk olarak tanımlanmaktadır. Bir yanda çok değişik coğrafyalara yayılmış bulunan Batı dünyası ile Rusya ve Çin’in rekabetine dayalı bir mimari şekillenmektedir. Bu küresel mimari içinde kendine yer arayan bölgesel aktörler de sahneye çıkmakta ve kendilerine yer ve nüfuz aramaktadırlar. Doğru konum ve yerde saf tutacak, fırsatçı değil uzun dönemli çıkarlarını esas alacak akılcı politikalar izleyecek bölgesel aktörlerin niteliksel sıçrama yapmaları olasıdır. Kimi aktörlerin ise zamanın ruhundan ve dönüşümünden uzak kalarak bir o yana bir bu yana savrulduklarına ve toplumlarına acı çektirdiklerine tanık olunmaktadır. Her bir müttefik ülkenin katkı ve girdileriyle son halini alacak Stratejik Konsept belgesinin, stratejik çekişmenin ilerlemekte olduğu yeni bir çağın başlangıcında salt kavramsal ve söylem düzeyinde değil, pratikte özümsenmesi ve uygulanması gerekli bir temel referans belgesi olarak görülmesi beklenmelidir. Ulusal çıkarlar elbette saklı kalmak kaydıyla Müttefik ülkelerin önümüzdeki dönemde güvenlik ve savunma politikaları için temel dayanaklardan birini oluşturacak Stratejik Konseptin Türkiye’nin bu alandaki politikalarına ne yönde etkide bulunacağı yakından izlenmeye değer olacaktır.
Asli ve tali tehdit kaynakları
Stratejik Konseptin tehdit değerlendirmesinde Rusya ve her şekli ve tezahürüyle terörizm ön plana çıkacaktır. 2014’ten bu yana her bir müttefik ülkenin ortak değerlendirmesi bu iki ana tehdit üzerine oturmuştur. Stratejik Konsept bu durumu yeniden tescil edecektir. Çin’in ise, AB’nin Stratejik Pusula Belgesinde veciz şekilde tanımlandığı haliyle ‘işbirliği ortağı, ekonomik ve sistemik rakip’ olarak tanımlanması olasıdır. Çin, NATO için hem fırsatlar hem sınamalar ülkesidir. Fırsatlar-sınamalar dengesinin nasıl bir yazıma tabi tutulacağını bugünden tam olarak öngörmek zordur. Stratejik Konsept’te, küresel rakiplerin yanısıra bölgesel rakiplere de yer verilmesi beklenmektedir. Bugün itibariyle İran ve Kuzey Kore’nin öne çıktığı söylenebilir. Bu iki ülke ve diğer aktörlerle (devlet ve devlet dışı aktörler) ilgili olarak hangi yazımların yeğleneceği ise şimdilik belirsizdir. Her hal ve karda NATO bünyesinde her şekli ve tezahürüyle terörizmin asli tehdit unsurlarından biri olarak tanımlanacak olması Türkiye için kazanç oluşturacaktır. Terörizme karşı mücadelenin İttifak içindeki müktesebatına Türkiye’nin de yararlanacağı yeni bir halka eklenecektir.
NATO’nun temel görevleri ve operasyonel alanları
Tanımlanacak küresel ortam ve ortak tehdit değerlendirmesine dayalı olarak NATO’nun kollektif caydırıcılık ve savunma boyutunun kuvvetli ifadelerle Stratejik Konsept’te yer bulacağı artık aşikardır. Bu çerçevede NATO kuvvet yapısı ve tertiplenmesinde ileride konuşlu kuvvetler kavramı ile takviye kapasitesinin güçlendirilmesi gereği öne çıkacaktır. Kollektif caydırıcılık ve savunmada kara-deniz-hava kuvvetlerinin yanısıra siber güvenlik ve uzay alanı da yenilenmiş siyasalarla desteklenecek operasyonel boyutlar olarak kendilerine yer bulacaktır. Stratejik Konsept’te NATO’nun diğer iki temel görevini oluşturan kriz yönetimi ve işbirliğine dayalı güvenlik kavramlarına da bütüncül bir anlayışla yer verilmesi beklenmelidir. Bugün itibariyle Merkezi ve Doğu Avrupa ülkeleri ile Balkanlar ve içinde Türkiye’nin de yer aldığı Güneydoğu Avrupa’daki müttefik ülkelerin merkezi ve güney kuşaktaki konum ve rolleri önem kazanmıştır. Bu açıdan bakıldığında geçen yıl NATO Çok Yüksek Hazırlıklı Görev Kuvvetine (Öncü Kuvvet-VJTF) liderlik etmiş olan ve bundan sonraki döngülerde de öncülüğünü üstlenecek Türkiye’nin kendi konumunu mevcut sınamalar karşısında nasıl ve hangi yönde belirleyeceği de hem içeride hem dışarıda mercek altında tutulacaktır.
Yeni üyeler için kapı açık mı?
Kökeni NATO’nun kurucu antlaşmasında (Vaşington Antlaşması-1949) bulunan Açık Kapı Politikası (Genişleme) Stratejik Konsept’te teyid olunacaktır. Bu noktada İsveç ve Finlandiya’nın olası üyeliklerine ışık tutacak açık kapı politikası yeniden tescil edilecektir. Ancak, sözkonusu bu üyeliklerle ilgili yazım Stratejik Konsept’te değil, Zirve Bildirisinde yer bulacaktır. Türkiye’nin itirazı nedeniyle halen çözüm bekleyen bu iki ülkenin üyelik sürecinin Zirve vesilesiyle ve ertesinde olumlu bir mecraya yönelmesi beklenmektedir.
Teknolojide üstünlük korunacak mı ve nasıl?
Sadece sivil alanı değil, askeri imkan ve kabiliyetleri de dönüştüren yeni ve çığır açan teknolojilerde üstünlüğü elde tutmak gereksiniminin Stratejik Konsept belgesinde vurgulanması şaşırtıcı olmayacaktır. Bu bağlamda, müttefik ülkelerin askeri yeteneklerinin karşılıklı çalışılabilirliğine (interoperability) olanak tanımak üzere müttefiklerin kendi aralarındaki teknoloji paylaşımında geçmişe kıyasla daha esnek davranmaları ilkesinin benimsenmesi beklenebilir. Bu temel yönelimden hareketle Türkiye, gerekli siyasi iradenin ortaya konması kaydıyla, NATO bünyesinde de sorun yaratan S 400 meselesinin aşılmasına yönelik uygun bir iklim yakalayabilir.
Küresel sınamalara karşı işbirliği
Küresel işbirliği gerektiren iklim değişikliğiyle ve pandemilerle mücadelede NATO’nun üstlenebileceği rol ve sağlayabileceği katkılar da Stratejik Konseptin bir faaliyet kulvarını oluşturacaktır. Bu mücadele sürecinde toplu çabalara katılmak ve bunlardan yararlanmak Türkiye’nin çıkarına olacaktır.
Sonuç yine demokrasiye sahip çıkmakta
Stratejik Konseptin sonuç bölümünde yeniden demokratik ülkü ve değerlerin korunmaları gereğine ve transatlantik dayanışmanın önemine kısa ifadelerle yer verilmesi şaşırtıcı olmayacaktır. NATO’nun salt askeri bir teşkilat olmadığı, siyasi-askeri bir yapılanma oluşturduğu ve son kertede demokrasinin İttifak için olmazsa olmaz bir ideal ve hedef olduğunun Türkiye’yi yönetenler tarafından her daim gözetilmesi umulur.
MADRİD YOLLARINDA TÜRKİYE
Zirve yollarındaki dikenler
Türk kamuoyu, Madrid Zirvesine 13 Mayıs’ta Cumhurbaşkanının yaptığı açıklama temelinde İsveç ve Finlandiya’nın olası NATO üyeliklerine itirazına kilitlenmiş olarak gidiyor. Özünde haklı ve meşru beklentiler bulunan bu dar odaklı gündem, Soğuk Savaş ertesi döneminin en önemli NATO Zirvelerinden biri olan Madrid Zirvesinin bütüncül bir analizine maalesef olanak tanımayan sığ bir iklim doğurdu. Halbuki Madrid, Stokholm ve Helsinki’nin beklentilerinin çok ötesine giden bir ortamda Zirveye evsahipliği yapacak.
Uzun yıllar tarafsızlıklarını korumuş bu iki ülkenin NATO’ya üye olmaları hiç şüphesiz Avrupa-Atlantik ve küresel güvenlik bakımından uzun dönemli sonuçlar doğurmaya aday. Zirve esas bu yönü itibariyle kritik önemde.
Yol haritası genişlemeden mi ibaret?
Diğer yandan, Madrid Zirvesi salt bir ‘genişleme zirvesi’ özelliği taşımıyor. Yeni küresel güvenlik mimarisinin şekillenmesinde önemli bir köşetaşı oluşturacak bir etkinlik olarak gündemde yer alacak. Madrid’te kabul edilecek Stratejik Konsept ve Madrid Bildirisi uzun süre belleklerde yer edecek; Türkiye’nin de içinde bulunduğu NATO’nun gelecek on yılda oynayacağı rol ve konumunu belirleyecek.
Demokrasi kulübünde ters taklalar
Türkiye içindeki genel tabloda ise, İsveç ve Finlandiya’nın olası NATO üyelikleri karşısındaki meşru beklentiler kullanılmak suretiyle kimilerine göre ‘zaten ahlaki ve ekonomik çöküntü’ içinde olan genel anlamdaki Batı, özelde ise ‘artık işlevi bulunmayan, neden hala ayakta kaldığı sorgulanan’ (Trump ve Putin’in de bu sorgulamayı yaptığı belleklerde tazedir. Bunun Türkiye içinde de bayraktarlığını yapanlar bulunmaktadır) NATO karşıtlığının topluma pompalanmasına dönük bir kurgudan medet umuluyor olması.
Bu kurgu içinde iç siyasi hesap ve dengeler olduğu kadar ‘iki yüzlü, çıkarcı ve çifte standartlara sahip’ Batılı demokrasilerden duyulan rahatsızlığa dayalı yönetim anlayışı da bulunuyor. Çoğulcu demokrasi, insan hak ve özgürlükleri, hukuk devleti-hukukun üstünlüğü dendiğinde tüyleri diken diken olan ve Cumhuriyetin geleceği için temel alınması gerekli bu temel değerler dile getirildiğinde bunları Türkiye’nin kötücül amaçlarla eleştirildiği, ötekileştirildiği yönünde algılayan yönetim kadroları ile bunları başka türlü gündemlerle destekleyen çevreler ortalıkta cirit atıyorlar. Bu çevreler ve dolaylı dolaysız destekçileri için demokrasi bir ‘tuzak’ ve Türkiye’nin önünde bir ‘tıkaç’. Artık ne olduğu netleşen, ancak sonuçta Türkiye’yi dar sokaklara hapseden ‘dini eksene dayalı kadim medeniyetimize’ karşı bir mendirek.
Meselenin bir yönü de Türkiye’de şu an itibariyle toplumun belli bir kesiminde gözlenen anlayış ve bunun iç siyasetteki kodlarının dış dünya tarafından da en azından kavram düzeyinde deşifre edilmiş bulunması. Söylemler ile eylemler arasında her gün açılan makas, yönetim katında benimsenen eksenin geniş kitleler için artık cazip olmaktan çıkması, içeride ve dışarıda fırsatçılığa dayalı tercihlerin sahne alması, demokrasi ve bunun temsil ettiği ideal ve değerleri aşındırmaya dönük bir üslup ve anlayışı önceleyen yaklaşımlar bütünü eşliğinde Madrid Zirvesine gidiliyor.
Bu genel tabloda, İsveç ve Finlandiya’dan beklentilerimizi karşılayacak bir uzlaşıya varılsa dahi -ki olası bir uzlaşı durumunda, içeriğinden bağımsız olarak bu yöndeki bir gelişmenin iç kamuoyuna zafer olarak takdim edileceği kuşkusuzdur- yanıbaşımızda devam eden savaş, bunun derinleştirdiği enerji ve gıda krizi, artan küresel rekabet, bölgemizdeki hassas ve kırılgan dengeler, ekonomik krizin daha da kötüleşmiş olması, ortak demokratik değerler ve uygulamalardan geriye gidişler ve benzeri sınamalarla malul bir ortamda geleceğe dönük umut veren ilerlemeler sağlanacağını umanların, kamuoyunun çoğu kesimi nezdindeki inanılırlıklarının artık kalmadığı görülmekte.
Her yol tabiatıyla Madrid’e çıkmıyor. Ancak, Madrid’te küresel ölçekte yeni bir yol ayrımına tanık olunacağı kesin. Bakalım Türkiye’nin sallantıdaki rotası Madrid Zirvesi ertesi nereye yönelecek.