İklim Değişikliği Ve Paris Anlaşması Türkiye Ne Yapıyor, Ne Yapmalı?

PAYLAŞ

“Küresel Isınma”dan “İklim Değişikliği”ne: Etkileri ve Öngörüler

Küresel ısınma Sanayi Devrimi öncesinden başlayarak insan faaliyetleri nedeniyle yerkürenin uzun erimli ısınmasına verilen addır. Bu dönemde yerkürenin sıcaklığının 1 derece santigrat arttığı tahmin edilmektedir. Esas itibariyle fosil yakıtların (petrol, kömür) yanması atmosferde sera gazı düzeyinin yükselmesine yol açar. İklim değişikliği ise hem insanoğlunun, hem de doğanın yol açtığı ısınmanın gezegenimiz üzerindeki etkisiyle ilgilidir. Şu anda bu artışı her onyıl için 0,2 derece olarak düşünmek yanlış olmayacaktır.

Yerkürenin bu şekilde ısınmasıyla başta Kutuplar olmak üzere buz erimesi ve buzulların sayısının azalması; yüzyılın sonunda deniz seviyesinde önemli bir yükselmeyle karşılaşılması; kasırga ve diğer fırtınaların kendilerini daha güçlü hissettirmeleri; yaban hayatının olumsuz etkilenmesi; yağışların küresel ölçekte artması, buna karşılık bazı bölgelerde kuraklık ve orman yangını riskinde artış beklenmektedir. Denizlerdeki asit oranının yükselmesi sonucunda denizaltı yaşamının bundan olumsuz etkilenmesi, gıda zincirinin tahrip olması, içme suyunun miktar olarak azalması ve bazı hastalıklarda artışa tanık olunması da diğer öngörüler arasındadır.

 

Paris Anlaşmasının çerçevesi ve yükümlülükleri

 

2020 sonrası iklim değişikliği rejiminin çerçevesini oluşturan Paris Anlaşması, 2015 Aralık ayında Paris’te düzenlenen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) 21. Taraflar Konferansı’nda (COP21) kabul edildi. Bugüne kadar iklim konusunda varılmış en önemli uluslararası düzenleme niteliğindeki Anlaşma Kasım 2016’da yürürlüğe girdi. Paris Anlaşması uyarınca küresel ısınmanın 2 derece santigratın altında ve tercihan 1,5 dereceyle sınırlandırılması hedeflenmektedir. Bu hedef fosil yakıt kullanımının giderek azaltılarak, yenilenebilir enerjiye yönelinmesini gerektirmektedir.

BMİDÇS azaltım ve iklim değişikliğinin etkilerine uyuma ilişkin tüm Taraflar için geçerli yükümlülüklere ek olarak, gelişmiş ve gelişmekte olan ülke Tarafları için farklı yükümlülük türleri belirlemiştir. Sözleşme, EK-I’de listelenen gelişmiş ülke Tarafları için daha sıkı azaltım yükümlülükleri öngörmektedir. EK-II’de yer alan gelişmiş ülke Tarafları ise gelişmekte olan ülkelere Sözleşmeden kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmelerine yardımcı olacak finansman desteği sağlamak ve teknoloji transferi için adımlar atmakla yükümlüdür.

 

Türkiye, BMİDÇS 1992 yılında kabul edildiğinde, OECD’nin bir üyesi olarak, gelişmiş ülkelerle birlikte Sözleşme’nin EK-I ve EK-II listelerinde yer almıştı. 2001’de Marakeş’te gerçekleştirilen 7. Taraflar Konferansı’nda alınan bir kararla Türkiye’nin diğer EK-I Taraflarından farklı konumu teslim edilerek adı BMİDÇS’nin EK-II listesinden çıkarılmış, ancak EK-I listesinde korunmuştu. Türkiye 24 Mayıs 2004’te BMİDÇS’ne katıldı. İklim değişikliğiyle mücadele rejiminde Ek-I listesinde yer alan ülkeler gelişmiş ülke olarak değerlendirilmekte ve dünyayı kirleten ülkeler olarak algılanarak, bu doğrultuda yükümlülükler üstlenmeleri beklenmektedir. Bununla birlikte, halen G20’de yer alan ve aralarında en büyük kirleticilerden ÇHC, Hindistan ve Brezilya’nın da bulunduğu kimi ülke Ek-I listesi dışındadır. Atmosferdeki sera gazı salımlarının birikimi açısından tarihsel sorumluluğu sınırlı düzeyde olan (%1’den az) ülkemizin BMİDÇS altında iklim rejiminin temel ilkeleri olan “ortak farklılaştırılmış sorumluluklar ve göreceli yetenekleri” esas alan hakkaniyetli bir konum elde edebilmesi için uzun yıllar mücadele verilmiştir. Bu yöndeki girişimlerin sonuncusunun Aralık 2019’da Madrid’de düzenlenen BMİDÇS COP25’de yapıldığı da bilinmektedir.

 

Paris Anlaşmasını hangi ülkeler onayladı?

 

Paris Anlaşmasını bugüne kadar BMİDÇS imzacısı 190 ülke ve AB onayladı. Küresel ölçekte sera gazı salımına en büyük katkıda bulunan Çin (yüzde 30 oranıyla kendisini izleyen ABD’nin yaklaşık iki katı salıma sahiptir), ABD ve Rusya Anlaşmaya katılan ülkeler arasındadır (İlginç bir şekilde Kuzey Kore de Anlaşmaya onay işlemini tamamlayan Taraf Devletler arasındadır). Trump Yönetiminde Anlaşmadan çekilen ABD’nin Biden Yönetime gelir gelmez Anlaşmaya yeniden katıldığını da hatırlamakta yarar vardır. Şu ana kadar ülkemiz (Anlaşmayı Nisan 2016’da imzaladı) yanısıra İran, Irak, Eritre, Libya, Güney Sudan ve Yemen onay sürecini tamamlamamış ülkelerdir. Eylül 2019’da New York’ta düzenlenen BM İklim Eylemi Zirvesi’nde Paris Anlaşmasını onaylayan ülkelere Rusya’nın da katılmasıyla Anlaşmayı onaylamayan tek G20 ülkesi Türkiye’dir.

 

Türkiye’nin pozisyonunun sürdürülebilirliği

 

Türkiye’nin iklim konusunda halihazırda en etkili uluslararası düzenlemenin dışında kalması yerine içinde yer almasında çıkarı bulunduğu kuşkusuzdur. Taraf olunmayan bir anlaşma üzerine kurulacak olan iklim rejiminin müzakerelerinde ne ölçüde etkin bir rol alınabileceği sorgulanmalıdır. Her ne kadar Türkiye’nin BMİDÇS’nin gelişmiş ülkeler sınıflandırması içinde yer almış olması hakça bir durum olarak kabul edilemezse de Paris Anlaşması’nda gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler tanımı yapılmamakta, itirazımızın nedeni Sözleşme Ekine de bu bağlamda herhangi bir atıfta bulunulmamaktadır. Esasen BMİDÇS’nin Ek-I listesinde yer alan ve dışında kalan ülkeler arasında yaptığı ayrımın Sözleşmeyi işlevsiz kılan bir zayıflık olduğuna ilişkin yorumlar az değildir. Paris Anlaşması bu ikileşimi tümüyle ortadan kaldırmış olmasa da daha yumuşak bir çerçeve çizmiştir. Nitekim Anlaşmanın Sözleşmede kayıtlı “ortak farklılaştırılmış sorumluluklar ve göreceli yetenekler” ilkesine “ulusal koşulların ışığında” ifadesini eklemiş olduğu görülmektedir. Paris Anlaşmasına Taraf Devletlerin “ulusal düzeyde belirlenmiş katkılar”olarak bilinen İklim Eylem Planlarıyla sorumluluklarını kendilerinin farklılaştırma (self-differentiation) yoluna gidebilmeleri de Anlaşmanın Sözleşmeye göre daha esnek denebilecek yapısını göstermektedir. Aslında onay işlemini tamamlayarak BMİDÇS’nin Tarafı olmuş Türkiye’nin Paris Anlaşmasını onaylamaması bu açıdan bir çelişki olarak da görülebilir.

 

Türkiye ne yapabilir?

 

Önem ve önceliği küresel düzeyde giderek daha fazla hissedilen yaşamsal bir konuda Türkiye’nin adının uluslar topluluğunun Anlaşmaya taraf olmayan yukarıda adları belirtilen sınırlı sayıdaki ülkesiyle birlikte anılmasının ne derece doğru olduğu iyi değerlendirilmelidir. Türkiye’nin uluslararası toplumun halihazırda bu alandaki en etkin düzenlemesinin dışında kalmasının ileride karşı karşıya kalınması kaçınılmaz ekonomik maliyetleri yanısıra siyasi maliyeti bulunduğu unutulmamalıdır. Ülkemizin iklim değişikliğinden en çok etkilenmesi olası kırılgan bölgelerden birinde yer alıyor olması nedeniyle uluslararası toplumun bu konudaki tartışmalarında yol gösterici ve çıkarlarımıza uygun katkısını sunabileceği bir zemin süratle yaratılabilmelidir. Bunun ilk adımı ise Paris Anlaşması’nın onaylanmasıdır. Geçen yıl COVID-19 salgın koşullarında toplanamayan ve bu yıl 1-12 Kasım tarihlerinde İngiltere’nin evsahipliğinde Glasgow’da düzenlecek İklim Zirvesi’ne (COP26) kadar geçecek sürede Anlaşmayı onaylayacak adımların ivedilikle atılması yerinde olacaktır. Ülkemizin uluslararası toplumdan ayrı düşmüş, bir nevi bu konuda “yalnızlaşmış” bir ülke imajından kurtulması önemlidir.

 

Ülkemizin, uluslararası toplumun sorumlu bir üyesine yaraşır adımları atarken, iklim ile çevre ve bu konularla bağlantılı enerji politikalarını, sahip olduğu ticari ve ekonomik ilişkilerinin hacim ve yoğunluğunun da bir gereği olarak, AB’nin politikalarıyla uyumlu kılmaya özen göstermesi isabetli olacaktır. Böyle bir yönelim, enerji dönüşümü konusunu önceliklendiren AB ile, inovasyon ve teknoloji geliştirmede “Yeşil Dönüşümü” teşvik edecek finansman desteği temini dahil, işbirliği imkanlarının artırılması fırsatını da verecektir.

 

Yine sorumlu bir devlete yaraşır şekilde iklim değişikliğiyle mücadele konusunda uzun erimli hedefler belirlenmesi ve 2050 yılına kadar karbon nötr olmayı amaçlayan ülkeler grubuna katılmaya öncelik verilmesi doğru bir yaklaşım olacaktır.

 

Bütün bu adımlar atılırken gönül arzu eder ki gelişmiş ülkeler için önem taşıyan iklim değişikliği konusu ülkemizde de kısır tartışmalara hapsolunan halihazır gündemin ötesine geçilerek tartışılabilsin ve bir toplumsal farkındalık yaratılabilsin. Gelecek kuşaklara yaşayabilecekleri sağlıklı bir dünya bırakmak hepimizin görev ve sorumluluğudur. Gelecek kuşaklardan bahsederken, ağırlıklı rolünü önümüzdeki onyılda giderek daha fazla hissedeceğimiz ve iklim ve çevre konularında hayli duyarlı Z kuşağının günümüz siyasetçilerine bu sorumluluğu, seçim süreçleri dahil, farklı mecralarda hatırlatacaklarını öngörmek ise yanlış olmayacaktır. Uluslararası iklim ve çevre konularında siyasa saptanır ve uygulanırken, özel sektörün, akademik ve sivil toplum kuruluşlarının katkısının daha fazla alınmasını mümkün kılacak adımların atılması isabetli olacaktır.

 

İlgili Yazılar