ABD Başkanı Joe Biden, Beyaz Saray’daki ilk ayını geride bırakırken, yönetimin Ortadoğu politikası da yavaş yavaş şekilleniyor. ABD’nin uluslararası arenaya geri dönüşünü kanıtlamak istercesine, birbiri ardına aldığı kararlarla Biden göreve hızlı başladı. Washington’ın Ortadoğu’ya yönelik adımları arasında, Suudi Arabistan’a Yemen Savaşı kapsamında sağladığı silah satışını askıya alması, Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayetine ilişkin raporun kamuoyuna sunulması, Birleşmiş Milletler Filistinli Mültecilere Yardım Ajansı’na -Başkan Donald Trump döneminde kesilen
Başkan Biden’ın ekibinde
ABD dış politikası ve “transatlantik” metaforu:
ABD dış politikasından bahsedilirken çoğu zaman açık denizlerde seyahat eden “transatlantik gemi” benzetmesinden yararlanılır. Amaç, Amerikan d
Asya’ya yöneliş, zaman zaman yanıltıcı bir şekilde Ortadoğu’dan çıkış olarak yorumlanmakta. Doğrusu, ABD’nin bölgeye ilgisi devam etmekle birlikte azalıyor. Bunda başta değindiğimiz Çin ile küresel rekabeti yönetmenin öncelik kazanması, Amerikan kamuoyunun deniz aşırı askeri müdahalelere desteğinin azalması ve ABD’nin Ortadoğu enerji kaynaklarına ihtiyacının ortadan kalkması gibi olguların payı var. Öte yandan, bölgenin enerji kaynaklarına erişimin açık tutulması, Körfez trafiği/ticaretinin kesintisiz
“Geriden liderlik etme” ve Asya-Pasifik’e yönelim:
Çin’in küresel yükselişinin arka planında, Obama yönetiminin dış politikasını büyük ölçüde şekillendiren, selefi Başkan George W. Bush’un Afganistan ve Irak askeri müdahaleleriydi. Obama dönemine damga vuran, “leading from behind-geriden liderlik etme,” stratejisi, ABD’nin müttefiklerini uluslararası çatışmaların çözümünde daha çok sorumluluk almaya teşvik ediyordu. ABD bundan böyle, Ortadoğu’nun sonu gelmez sorunlarının içine çekilmeyecek, dünyanın dört bir yanında çıkan her yangını söndürmeye çalışmayacaktı.
Genel çerçeveden bakıldığında, Başkan Obama, ABD’nin Ortadoğu’da askeri varlığını azaltırken, diplomasiye alan açmayı, böylelikle kaynakları Pasifik’e kaydırmayı amaçlıyordu. Bu bağlamda Ortadoğu’da başlıca iki hedef belirlenmişti: Arap-İsrail sorununun çözümü ve İran ile nükleer anlaşma imzalanması. İlk dosya, Dışişleri Bakanı John Kerry’nin altı ay süren mekik diplomasisi sonuçsuz kalınca rafa kaldırıldı. İkincisi ise, Obama yönetiminin en önemli dış politika kazanımı olarak kayda geçti. Anlaşma, İran’ın nükleer enerji üretiminin uluslararası kurumlarca denetime açılması karşılığında, ekonomik yaptırımların gevşetilmesini öngörüyordu. Böylelikle, İran’ın nükleer silah üretmesinin önüne geçilmiş olacaktı. Uzun vadede, Tahran’ın sisteme ekon
Ancak Obama’nın bu süreçte Suudi Arabistan liderliğindeki Sünni Müslüman devletler ile İsrail’in güvenlik endişelerini yeterince göz önüne almaması ve bölgedeki müttefikleri müzakere sürecinin dışında bırakması, Beyaz Saray’da yönetim değişikliğiyle birlikte Washington’ın 2018’de nükleer anlaşmadan çekilmesine zemin hazırladı. Üstelik, Obama’nın İran ile nükleer müzakereleri sabote etmemesi beklentisiyle, Suudi Arabistan’ın 2015’te Yemen’e müdahalesine ses çıkarmaması, büyük bir insani dramın kapısını aralamış oldu.
Amerika geri dönüyor
Başkan Biden, Obama’yla kader birliği etmişçesine, ülkenin yönetimini derin bir siyasi ve ekonomik krizin ortasında devraldı. Koronavirüs salgını sebebiyle ülkede 500 binden fazla insanın hayatını kaybettiği, işsizlik oranının bir dönem yüzde 14’lere ulaştığı ABD’de, yeni yönetimin en büyük önceliği kuşkusuz salgını kontrol altına alarak, güvenli bir şekilde ekonomiyi yeniden işler hale getirmek. İç politikada popülist siyaseti besleyen ve demokrasiyi tehdit etme noktasına gelen yapısal sorunlara çözüm arayışı içinde olan Biden yönetiminin, dış politika ajandasında selefi Trump’ın
Uluslararası kamuoyuna ilk kez seslendiği Münih Güvenlik Konferansı’nda Amerika’nın sahaya geri döndüğü mesajını veren ve sözlerini edimlerle destekleyeceğini taahhüt eden Başkan Biden’ın çizdiği profil Obama’nın geriden liderlik etme hedefine kıyasla Washington’a daha aktif bir rol biçmekte. Halihazırda iç politikada Amerikan kamuoyunun askeri müdahalelere gönülsüzlüğü sürerken, Biden’ın “Amerika geri döndü” vurgusu yeni askeri angajmanlara girmekten ziyade, ABD’nin liberal demokratik düzenin dayandığı ilkelerin savunucusu olarak liderlik etme ve (ağırlıkla sert güç dışındaki enstrümanlarla) uluslararası gelişmeleri yönlendirme niyetini ortaya koyuyor. Öte yandan, Irak’ta ABD üssüne yapılan saldırıya karşılık olarak, 26 Şubat’ta Suriye sınırında İran destekli milislere ait olduğu öne sürülen hedeflerin ABD tarafından-orantı gözetilerek- vurulmuş olması, Biden yönetiminin, ülkenin Obama döneminden bu yana aşınan askeri caydırıcılığını geri kazanmaya çalıştığı ve güvenlikten de taviz vermeyeceği şeklinde okunabilir.
Biden’ın telefon diplomasisi
Başkan Biden’ın İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’yu göreve geldikten 28 gün, Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdülaziz’i bir ay 2 gün sonra aramış olması-bölgede halen telefon bekleyen müttefikler olduğu düşünülürse- ABD’nin Ortadoğu’ya azalan ilgisinin bir göstergesi olarak yorumlandı. Doğruluk payı olmakla beraber, Başkan Biden’ın telefon diplomasisi aynı zamanda, bölgedeki müttefiklere, ikili ilişkilerin Trump döneminden daha farklı seyredeceği mesajını taşıyor.
İran ile yeni ve kapsamlı bir nükleer anlaşma
Tıpkı Obama gibi, Biden’ın Ortadoğu ajandasında İran ile nükleer anlaşmaya geri dönme hedefi öncelikli bir yer tutuyor. Trump yönetimi 2018’de çekildiği anlaşmanın yerine bir yenisini koyamadı. Biden yönetiminin Avrupalı ortakları aracılığıyla Tahran’ı müzakere masasına çağırmasının ardında, İran’ın nükleer güç üretimi üzerindeki sınırlamaların kalkmasının yol açacağı bölgesel istikrarsızlıktan duyulan endişe yatıyor.
Öte yandan, İran kabul ettiği takdirde, anlaşma kapsamının genişletileceği ve müzakerelerin daha şeffaf ve bölgedeki müttefikleri kapsayacak
Değerler-çıkarlar ikilemi
Biden’ın ilk dış politika icraatlarından biri olarak Yemen dosyasını seçmiş olması da oldukça anlamlı. Yemen’de İran destekli Hutilerin terör örgütü kapsamından çıkartılmas
İsrail-Filistin sorununa gerçekçi bakış
Arap Baharı’ndan bu yana bölgedeki diğer çatışmaların gölgesinde kalan Filistin meselesine yönelik, Biden yönetiminin Obama dönemine kıyasla daha alçakgönüllü hedefler içinde olduğu söylenebilir. Dışişleri Bakanı Anthony Blinken, Senato Dış İlişkiler Komitesi oturumunda, Trump’ın
Suriye dosyasında değişiklik yok
Biden yönetiminin Ortadoğu’ya ilişkin Türkiye’yi yakından ilgilendiren Suriye dosyası ise belirsizliğini koruyor. Libya’daki başarısız deneyimin de etkisiyle, Obama yönetimi kırmızı çizgilerinin ihlal edilmesine rağmen Suriye Savaşı’na doğrudan müdahale etmemiş, ortaya çıkan güç boşluğu başta Rusya olmak üzere, bölge devletlerince doldurulmuştu. 2014 yılında, Irak Şam İslam Devleti’nin (IŞİD) Irak ve Suriye’de kısa sürede hakimiyet alanını genişletmesi, Obama’yı bölgede ABD’nin askeri varlığını azaltma planlarını yeniden gözden geçirmeye zorladı. Vekil güçler aracılığıyla sahayı etkileme girişimleri IŞİD’e karşı mücadelede sonuç vermiş olsa dahi, ABD’nin Türkiye’nin yıll
Ortadoğu, Rusya ve Çin’in gerek askeri gerekse ek
* Ankara Politikalar Merkezi Londra Temsilcisi