BİR KONSERDEN DE ÖTE: HARİCİYE KONSERİ

PAYLAŞ

Diplomasi mesleğine başladığım yıllarda 1978’de çekilen Federico Fellini’nin yönetmenliğini üstlendiği İtalyan-Alman ortak yapımı olan Orkestra Provası isimli filmi seyrettiğimde müzik dünyası ile diplomasi camiası arasındaki kimi benzerlikler karşısında şaşkınlığımı gizleyememiştim.

Filmde, 13. yüzyıldan kalma bir kiliseden derme çatma bir oditoryuma dönüştürülmüş mekânda İtalyancayı konuşma tarzından Alman kökenli olduğu anlaşılan bir orkestra şefinin yönetiminde biraraya gelen orkestra üyelerinin hem kendi müzik enstrümanlarına hem diktatöryel eğilimler sergileyen son derece sert mizaca sahip orkestra şefine dair gözlem ve düşünceleri işleniyordu.

Orkestra üyelerinin her biri kendi müzik aletinin benzersizliği ve yüceliği konusunda birbirleriyle yarışan fikirler ileri sürüyor, sahip oldukları enstrüman olmadan senfoni konseri icra edilemeyeceği iddiasında bulunuyordu. Diğer yandan, konser provası da olsa uyumu sağlamak üzere normal disiplin kurallarının çok ötesinde tavırlar sergileyen maestroyu yerden yere vuruyorlardı. Sonuç, üyeler arasında patlak veren gerilimin anarşik bir ortama dönüşmesi ve şefin sahneyi terketmesiydi.

Gelişen olaylar zincirinde ne provada uyum yakalanıyordu ne de orkestra üyeleri arasındaki şiddetli gerilim diniyordu. Orkestra şefinin disiplini sağlamak üzere sergilediği aşırı sert yaklaşım da ortamı normalleştirmede fayda etmiyordu. Ta ki filmin bir sahnesinde temelleri zaten sarsılmış mekânın bir cephesine inşaat yıkım balyozu vurana ve orkestranın arp çalan üyesi yıkılan duvarın altında hayatını kaybedene değin.

Şiddetli darbenin etkisiyle birlikte orkestra üyeleri kendilerine geliyor, artık aksanı iyice Almancaya çalan nobran orkestra şefi sahnede tekrar yerini alıyor ve yaklaşımından taviz vermeden orkestraya kendi usülünce çekidüzen vermeye ve konserin ahengini yakalamaya çalışıyordu.

Günümüz dünyasının konserden mahrum sahnesine baktığımızda, özellikle Soğuk Savaş sonrası dönemde küresel, bölgesel ve yerel aktörlerin ilk aşamada işbirliklerine dayalı bir anlayışla geliştirdikleri ve büyük ölçüde uyma gayreti gösterdikleri temel kuralların tepeden tırnağa darbe yediklerini gözlemliyoruz.

1990-2000 arası dönemde bölgesel çaplı çatışmalara rağmen önemli mikyasta sağlanan uyumun 2000’li yıllarla birlikte olumsuz bir yöne saptığını, yerini büyük güçler arasında rekabete ve çatışmacı bir ortama terkettiğini görüyoruz.

Rusya’nın Şubat 2022’de Ukrayna’ya karşı başlattığı işgâl harekatıyla birlikte sarsılan Avrupa-Atlantik güvenliğine ABD-Çin arasındaki derin stratejik rekabet eklenmiş durumda. Bu gelişmelere paralel olarak 7 Ekim 2023’te Hamas’ın İsrail’e saldırısıyla birlikte başlayan süreç Ortadoğu’nun dengelerini geniş ölçekte değiştiren sonuçlar veriyor. Geçen yılın sonlarına doğru Esad rejiminin kısa bir süre zarfında yıkılması sonucunda Ortadoğu tablosunda çok daha farklı boyutların su yüzüne çıkmaya başladığına tanık oluyoruz.

ABD’de Trump daha işbaşına gelmeden “Amerika’yı Yeniden Büyük Yapacağız” (MAGA) sloganı altında revizyonist tutumlar sergilemekten geri durmuyor. Grönland, Kanada, Panama kanalı ve Meksika Körfezi üzerinde hak iddia etmeye dayalı, buralarda ABD hâkimiyetini kurmak üzere kuvvet kullanma seçeneğini de dışlamayan beyanlar vermekte. Kurduğu ekip, deyim yerindeyse, Putin’i kıskandıracak tavırlar sergilemekte ve küresel düzlemde otokrasiye dayalı popülist akımları cesaretlendirmekte. Bu durumda enstrümanların telleri kopmakta.

Yukarıda sözü edilen filmde olduğu gibi uluslararası toplumun birçok üyesinin, tabir caizse, “kendi enstrümanını yüceltmeye, uyum için gerekli diğer müzik aletlerini ise aşağılamaya” yöneldiğini gözlemliyoruz. Kuralsızlığın bu derecede hüküm sürdüğü bir ortamın dünya çapında anarşiye dönüşüp, herkesi büyük bir çatışmanın eşiğine sürüklemesinden haklı olarak kaygı duyuyoruz.

Ana bileşenleri revizyonizm, zehirleyen popülizm ve saldırganlık olan bir “düzensizlik kokteyli” birçok liderin bugünlerde maalesef tercih ettiği bir meşrubat türü. Meşrep ve ahlâk bozan bu içeceğe karşı henüz bir sakinleştirici veya antidot bulunmuş değil.

Birçok kamuoyunun korkulu rüyası haline gelmiş mevcut küresel düzensizliğe dair düşüncelerin iyice kök salmaya başladığı bir sırada karşıma, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin (Mülkiye) Kıymetli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Taşansu Türker’in kaleme aldığı Hariciye Konseri isimli yeni çıkan romanı geldi.

Her ne kadar romanın mekân odağı Budapeşte olsa da, kurgusu birçok değişik kenti ve coğrafyayı kapsıyor. Elbette değişik milletlerin bireylerini ve onların farklı karakter yapılarını da.

Roman, girizgâhında Budapeşte’de gerçekleşen kısa bir suikast sahnesinden sonra New York’taki Türkevi’nde düzenlenen konsere, bu konserden Türk Dışişleri Bakanlığı’nda Başkatip Taylan’ın Budapeşte’de görev yaptığı Soğuk Savaş sonrası döneme, daha önceye de dayalı olan, bilahare oradaki ilişkileriyle ilerleyen meslekî ve meslek dışı pek de sıradan olmayan arkadaşlıklarına, müzikle olan sıkı bağlantısına, bu bağlantı sayesinde değişik milletlerden olan akranlarının yer aldığı yaylı çalgılar beşlisinin değişik zaman ve mekânlarda icra ettikleri konser provalarına, grup üyeleri arasındaki gerilim ve farklı kültürlerin getirdiği değişik söylem ve davranış biçimlerine, nihayetinde 1990’lı yılların sonunda Macaristan’ın NATO üyeliğine uzanan sürecin kilometre taşlarına dayalı bir kurguda ilerliyor.

Roman, hiç kuşkusuz sıradan olmayan bir kurguya sahip. Bu sıradışılığın en belirgin özelliklerinden biri, Türk diplomasisinin hemen her dönemde karşılaştığı ciddi sınamalar karşısında ortaya koyduğu geleneksel refleksleri yansıtması. Bilgi, donanım, liyakat ve olguya/veriye dayalı nesnellik bütünlüğü içinde hareket etmeyi hedeflemesi. Bunu yaparken, uzun geçmişinden kendisine emanet edilen kurumsal değerlere ve geleneklere verdiği önceliği ortaya koyması.

Romanda, bir yandan genel olarak diplomasi dünyasının incelik ve zorlukları, müzik dünyasının kendine özgü duyarlılıkları ve dengeleriyle harmanlanmak suretiyle ustaca işlenirken, diğer yandan Türk Hariciyesi’nin bölgesel ve küresel anlamda uzlaşı ve uyum arama geleneğinin ön plana çıktığını görüyoruz. Dolayısıyla, geçmiş yüzyılların imbiğinden süzülmüş bir konseri (uyumu) ahenk içinde ve olabildiğince kusursuz şekilde icra etmek arayışına tanık oluyoruz. Bu ana teamül ve akıma karşı direnç sergileyenlerin veya bu davranış tezahürlerini küçümseyenlerin eksik olmadığı bir ortamda Türk Hariciyesi’nin dayanıklılığını sergileyen yaklaşımların son bulmadığını ve bulmayacağını anlıyoruz.

Romanın dikkat çeken diğer bir özelliği ise, aşina olduğumuzu varsaydığımız kimi kelime ve kavramların sorgulanmasını sağlayan ve bunları özümsemeden diplomasi sanatını ve uygulama yönü itibarıyla zenaatini çözmenin ortaya koyduğu zorluklarla yüzleşme gerçeğinin altının çizilmesi.

Roman, alanlar üstü ve disiplinler arası bir bilgi, donanım ve bunun gerektirdiği nezaket, zarafet ve kıvraklık sahibi olmaksızın sonuç alıcı bir diplomasi icra edilemeyeceğini ve başarılı bir diplomat olunamayacağını gözler önüne seriyor.

Diplomasinin ve diplomasi mesleğinin girift, sürekli sınayan, kişiyi zorlayan, serinkanlılığı, dolayısıyla stratejik sabrı gerektiren yönlerine sıradışı bir kurgu prizmasından ışık tutuyor.

Müzikle diplomasinin benzerlik ve elbette ayrılıklarına, istihbarat dünyası ile diplomasi arasındaki kesişme noktalarına, meslek içinde ast-üst arasındaki ilişkilerde geçerli davranış kurallarına, tayin olunan misyon ile Ankara (Merkez) arasındaki doğal çekişmelere ve bunların nasıl aşılmasına çalışıldığına, protokolün katı ve vazgeçilemez kurallarının diplomasi için hayatî önemine, ehem ile mühim arasındaki ince nüansın mesleğin icrasında ne denli rol oynadığına, meslek boyunca nerede görev yapılırsa yapılsın Türkiye’nin bulunduğu coğrafyanın oynaklığı ve hassasiyetinin diplomatlarımıza yüklediği tarihten gelen sorumluluğa dair bir romanla karşı karşıyayız.

“Hariciye Konseri” isimli bu olağan dışı kurguya dayalı roman elbette çağımızın küresel planda gittikçe derinleşen sorun ve sınamalarına karşı bir panzehir değil. Ancak, dönemler üstü bir anlayışı yansıtan, an itibarıyla içine girdiğimiz rekabet ve çatışma sarmalının nasıl ve niçin göğüslenmesi gerektiğine dair önemli ipuçları barındıran bir eserle karşı karşıyayız.

Karşımızda, özellikle genç akademisyenlerin, diplomasiye ve inceliklerine önyargısız merak duyan araştırmacıların, mesleğe girmeye ilgi gösteren öğrencilerin ve tabiatıyla okuma itiyadını edinmiş bulunan genel okuyucu kitlesinin kaçırmaması gereken bir yapıt var.

Romanı bitirdiğinizde, tıpkı “Orkestra Provası” filminde olduğu gibi, temeli derinden sarsılmış, duvarları yıkılmış veya yıkılmaya yüz tutan mevcut küresel yapının, “Hariciye Konseri”nin ebedi arayışı olan uyumu bütüncül bir ahenk içinde yakalamak için akort bozukluğunu gidermede başarı getirip getirmeyeceği sorusu insan zihnini sürekli meşgûl ediyor. Bu perspektiften, asırlara dayalı teamül ve gelenekleri olan, sarsıntıya uğramış olsa da, kurumsal kimliğine ve birikimine sahip çıkmaya çalışan Türk diplomasi camiasına önemli bir rol düşüyor.                              

İlgili Yazılar
Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir