Hafız Esad’ın Cenaze Töreni

PAYLAŞ

Azerbaycan’ın bağımsızlığını kazanması ve KKTC’nin ilanının ertesinde, göreve gelen yeni Cumhurbaşkanlarımız, Başbakanlarımız ve Dışişleri Bakanlarıyla diğer bazı zevat ilk ikili yurtdışı ziyaretlerini bu kardeş ülkelere yapmaya başlamışlardı. Bir gelenek haline gelen bu uygulamayı 16 Mayıs 2000 tarihinde göreve başlayan 10’ncu Cumhurbaşkanımız Sayın Ahmet Necdet Sezer de sürdürme kararı almıştı. Haziran ayında KKTC’yi, Temmuz içinde de Azerbaycan’ı ziyaret etmeyi uygun gören Sayın Sezer Bürokrasinin söz konusu Doruk Toplantısının çok taraflı niteliğini ön plana çıkaran görüşünü kabul etmemiş ve Dışişleri’nin aksine telkinine karşın, 10 Haziran 2000 tarihinde Tahran’da gerçekleştirilen EİT Doruk Toplantısı’na katılmamayı seçmişti.

 

Ne var ki, Suriye Cumhurbaşkanı Hafız Esad’ın 10 Haziran’da ölmesi ve cenazesinin 13 Haziran tarihinde yapılacağının açıklanması Ankara’nın planlarını bozdu. Dışişleri Bakanlığı’nın önüne bir ikilem çıktı: Çok kısa bir süre öncesine kadar terörist başına çekinmeden ev sahipliği yapan Esad’ın cenazesinde Türkiye temsil edilecek miydi? Bu sorunun yanıtı olumlu olursa temsil hangi düzeyde gerçekleşecekti?

 

Bürokratik düzeyde yapılan değerlendirme sonucu katılımın en üst, yani Cumhurbaşkanı düzeyinde gerçekleştirilmesi uygun bulunmuştu. Böylece, protokole uygun davranılacaktı. Ayrıca, terörist başının yakalanıp Türkiye’ye getirilmesinden sonra Türkiye ile Suriye arasında yumuşama işaretleri veren ilişkilerin daha ileri götürülmesi için bir jest yapılmış olacaktı. Böyle bir katılım sırasında, muhtemelen, Hafız Esad’ın ardılının, yani Beşar’ın niyetleri hakkında da ilk izlenimlerini alabilecektik. Dolayısıyla, Dışişleri Bakanlığı, Sayın Cumhurbaşkanının cenazeye katılmasının önemli olduğunu düşünüyor ve Sayın Cumhurbaşkanının cenazeye katılımını yaralı olacağını düşünüyordu.

 

Ancak, terörist başının yakalanması ve yargılanması sürecinin hatıraları henüz canlıydı. O nedenle, bu yönde yapılacak bir öneriye siyasilerin yaklaşımının nasıl olacağı konusunda duraksama bulunuyordu. Bu ortam içinde, öneri, Devlet içinde ilgili kurumlarla eşgüdüm sağlandıktan sonra Devlet adabına uygun şekilde, yukarı doğru arz edilmeye başlandı. Bakan ve Başbakan düzeyinde bir sıkıntıyla karşılaşılmadı. Sırada yeni Cumhurbaşkanı bulunuyordu. Bakanlık bürokrasisi, eski Cumhurbaşkanı Rahmetli Süleyman Demirel ileBaşbakanlığı dönemlerinden bu yana karşılıklı olarak oluşan alışkanlıklar nedeniyle Cumhurbaşkanlığı ile ilişkilerinde kendisini rahat hissediyordu. Ancak, bu kez, sunulacak değerlendirmenin Çankaya tarafından nasıl karşılanacağından emin olunamıyordu. Çok dürüst ve iyi bir Yüksek Yargıç olan 10’ncu Cumhurbaşkanımız Sayın Sezer “bilinmeyen bir kutu” idi. Göreve geldiği ilk günlerde yabancısı olduğu konu ve uygulamalara olağanüstü bir özen ve dikkatle yaklaşıyor, her şeyi sorguluyordu. Bakanlık geçiş döneminden rahatsızlık duyuyor ve Lefkoşa ve Bakü’den önce EİT Doruğu’na gitmeye ikna olmayan Sayın Sezer’in ikna edilmesinin güç olmasından ve olumsuz yanıt alınmasından çekiniyordu. Dolayısı ile bürokratlar arasında konunun takdimi konusunda bir kargaşa yaşanıyordu.

 

Sayın Cumhurbaşkanına ilk yurt dışı gezisini Suriye’ye yapmasının gereği nasıl anlatılacaktı? Terörist başının yakalanmasıyla sonlanan krizin ve Adana Mutabakatı ertesinde yumuşama işaretleri alınan ikili ilişkilerin daha da iyileştirebilmek için cenaze törenine katılımın güney komşumuz tarafından olumlu değerlendirilebileceği ve babasının yerine geçmesine kesin gözüyle bakılan oğul Beşar Esad’a bir mesaj oluşturacağı düşünülüyordu. Doğrusu, Dışişleri Sayın Sezer’in ikna edilmesinin güç olmasından çekiniyordu. Dolayısı ile bürokratlar arasında konunun takdimi konusunda bir kargaşa yaşanıyordu. Bakanlığın yönergesi çerçevesinde, Sayın Sezer’e cenaze törenine ilişkin değerlendirme sunularak, katılımın klasik anlamda ikili veya çok taraflı bir nitelik taşımayacağı, taziye ziyareti sırasında genel ifadeler dışında siyasi konularda müzakereye girilmeyeceği arz edildi. Sayın Cumhurbaşkanı lafı hiç uzatmadı. Sadece, konuyu, sanırım zihninde açıklığa kavuşturmak için birkaç karşı soru sordu. Diğer ülkelerden katılım düzeyi ve öngörülen programı sorguladı. İlke olarak Şam’a gitmeyi kabul etti. Yine de bazı isteklerini sıraladı: Kalabalık bir heyetle gitmemek, heyette sadece resmi görevlilerin olması ve törene katılmak yerine, salt bir başsağlığı ziyaretinde bulunmak gibi.

 

Sayın Cumhurbaşkanının talimatları doğrultusunda, cenaze töreninin yapılacağı 13 Haziran günü Şam’a kendisine refakaten, sadece Kültür Bakanı ile aralarında Cumhurbaşkanı Özel Kalem Müdürü olarak benim de bulunduğum birkaç bürokrat gitti. Uçağımızın Şam’a varışından sonra Sayın Cumhurbaşkanımız ve heyeti uçaktan alınarak Cenazenin katafalkta olduğu Saray’a götürüldü. Saygı duruşundan sonra, çay ikramı için hemen yandaki salona davet ettiler. Hükümet üyeleri de salonda bulunuyordu. Beşer Esad, Sayın Cumhurbaşkanımıza katılımı için teşekkürlerini sundu. Türkiye’den övgüyle söz ederek, ikili ilişkileri geliştirmek için kararlılığını belirtti. Ülkemizin kendileri açısından çok önem taşıdığını çok kuvvetli ifadelerle vurguladı. O kadar ki, etrafı babasından miras kalan yöneticilerle çevrili adı geçenin bu görüşlerini hayata geçirmesinin mümkün olup olamayacağı zihinlerimize takıldı.

 

Yaklaşık yarım saat süren bu ziyaretten sonra tekrar havaalanına giderek uçağımıza bindik ve Ankara’ya döndük. Şam’da adeta su bile içmedik ama Sayın Cumhurbaşkanı’nın bu yaklaşımı karşı tarafa güçlü bir mesaj oldu. Böylece, Dışişleri Bürokrasisinin başlattığı bir girişim ortak Devlet aklının işlemesiyle Türkiye ile Suriye arasındaki ilişkilerin ileri götürülmesinde ve iki ülke arasında, Suriye iç savaşa kadar süren bahar havasının ilk adımını oluşturdu.

 

İlgili Yazılar