Kuzey Amerika’nın en kalabalık ülkesi ABD’dir, Güney Amerika’da ise nüfus itibariyle Brezilya önde gelir. ABD hem yeni kıtanın hem de dünyanın lideri gibi davranırken Latin Amerika’nın önderi Brezilya boyun eğmez. Küresel Güney nezdinde ise, ABD değil Brezilya rağbettedir. Brezilya-ABD ilişkileri hep inişli çıkışlı olmuştur. Latin Amerika’yı arka bahçesi kabul eden Vaşington’un Brezilya’ya ilk müdahalesi 1964 yılına uzanır. Türkiye’de nedense pek sevilen John F. Kennedy’nin girişimiyle, 60 yıl önce, sosyal demokrat cumhurbaşkanı devrilir yerine askerler yönetime gelir.
Vaşington ile Brazilya arasında ilişkiler niye gerilir ?
Vaşington ile Brazilya (başkent) arasındaki ilişkiler liderlerin siyasi görüşlerine göre biçimlenir. Bir tarafta Cumhuriyetçi partiden diğer tarafta İşçi Partisi’nden cumhurbaşkanı mevcut ise ilişkiler iki de bir gerilir. Trump örneğinde halen bu gerginliğe şahit oluyoruz. Brezilya’nın Trump hayranı önceki cumhurbaşkanı Jair Bolsonaro bir yıldır hükümete karşı ayaklanmayı teşvik suçlamalarıyla yargılanıyor, hüküm giyerse hapis yatacak ve müteakip seçimlerde aday olamayacak. Beyaz Saray sözcüsü, davaya bakan Yüksek Mahkeme yargıcı Alexandre Moraes’i hedefe yerleştirmiş durumda, eleştiriyor, yaptırımlara maruz kaldığını duyuruyor. Trump efendi ise Bolsonaro’nun avukatlığına soyunmuş durumda. Davanın siyasi olduğunu öne sürerek Brezilya yönetimini suçluyor. Sadece suçlamayla da kalmıyor, Brezilya’nın ABD’ne ihraç ettiği bazı ürünlere yüzde 50 gümrük vergisi uygulamak suretiyle tüm ülkeyi cezalandırıyor. Dış ticarete siyaset nasıl karıştırılır sorusunun cevabını veriyor maşallah.
Tropiklerin Trump’ı : Jair Bolsonaro
Bilindiği üzere Jair Bolsonaro ideoloji itibariyle Trump’ın neredeyse ikizi. Trump’ın aşırı yönleri onda da mevcut. O da Trump gibi sosyalist düşünceye uzak ve soğuk duruyor, Yahudilere ve siyonizme sempati besliyor, ikisi de Küba’daki rejimden nefret ediyorlar. Trump ve Bolsonaro’yu yakınlaştıran diğer önemli unsur Evanjelist kiliseden aldıkları destek. Evanjelist oylar olmadan her ikisinin de seçilme şansları bulunmadığı biliniyor. Katolik Kilisesinin, asırlardır Latin Amerika’da önde gelen ve yaygın rağbet gören inanç kurumu olduğu kabul görür. Ancak Evanjelist Kilisenin geçtiğimiz 20-30 yılda Güney Amerika’da büyük bir atılım gerçekleştirdiğini izliyoruz. Brezilya’da bu laiklik karşıtı Kiliseye rağbet edenlerin oranının yüzde 5’ten 30’a çıktığı söyleniyor. Netice itibariyle, Bolsonaro’nun laik devlete saldırarak puan topladığını, Lula da Silva’nın ise laik devlet prensibinden taviz vermeden mücadelesini sürdürdüğünü izliyoruz.
Üç Erk Meydanı’nda Bolsonaro taraftarları kırıp döktüler
ABD’nin dış ticaret fazlası verdiği Brezilya’ya karşı gümrük vergisini yüzde 50 seviyesinde arttırma tehdidi, tabiatıyla ülkede iş çevrelerini rahatsız etti. Cumhurbaşkanı Lula da Silva, Brezilya’nın egemen bir devlet olduğunu hatırlatarak, yargının bağımsızlığını öne çıkararak Trump’ı aklı selime davet etti. Görüldüğü kadarıyla Lula misillemeye gitmeyecek, gergin ortamı yatıştırmaya çalışacak. Öte yandan tarifelerin bu seviyede arttırılması, iş çevreleri nezdinde Bolsonaro sebebiyle ülkenin cezalandırıldığı kanaatini güçlendirdiğinden, siyaseten Lula’nın işine yarıyor. Aşırı sağ lider pek muhtemelen 2025 sonuna doğru hüküm giyecek ve müstakbel seçimlere katılamayacak. Muhafazakar sağ onun yerine senatör oğlunu mu yoksa başkasını mı aday gösterir bilemiyorum ; ancak 2022 sonbahar seçimlerinde ülkenin yarısının Bolsonaro zihniyetine oy verdiği hesaba katılmalı. Bu seçim yenilgisinin ardından, aşırı kutuplaşmış siyasi atmosferden ötürü, sağ seçmen grupların, askeri kışlaların önünde toplanarak orduya iktidarı ele geçirme çağrısı yaptığı, aşırı sağcıların “Üç Erk Meydanı”nda şiddete başvurdukları unutulmamalı. Başka ifadeyle seçmenin yarıya yakını, “Lula iktidara gelmesin onun yerine askerler yönetsin” düşüncesindeler. Bu tehlikeli gidişatta, ABD kaynaklı Mc Carthy’ci zihniyetin ve Trump politikalarının sorumluluğu ve günahı muhakkak ki mevcut.
ABD Latin Amerika’da tüm olumsuz gelişmeleri sol yönetimlere bağlar
Vaşington’a hakim olan Trump zihniyeti sadece Brezilya’nın iç işlerine karışmıyor tabiatıyla. Solcu cumhurbaşkanı Gustavo Petro’nun yönetimindeki Kolombiya’da, yargı erkinin uygulamaları da Beyaz Saray’ın eleştirilerine hedef oluyor. Muhafazakar ve aşırı sağ görüşleriyle tanınan önceki devlet başkanlarından (2002-2010) Alvaro Uribe’nin uzun bir yargılama süreci sonunda ahiren mahkum edilmesi Vaşington’un hoşuna gitmedi, yargının siyasete alet olduğu, sağ zihniyetin cezalandırıldığı iddia edildi. Kolombiya’yı 2012 yılından bu yana takip ediyorum. Ülkede 200 bin kişinin ölümüne yol açan FARC terör örgütü ile 2016 yılında imzalanan tarihi barış anlaşmasının uygulanmasını bilinçli şekilde aksatmak suretiyle pek kıymetli toplumsal barış fırsatının heba edilmesinin birinci sorumlusu Alvaro Uribe’nin FARC bağlantılı bir davanın sonucunda mahkum edilmesine hiç üzülmedigimi bu vesileyle dikkatinize getirmek isterim. Vaşington ikinci Trump döneminde de Latin Amerika’da iç işlerine karışıyor, her olumsuz gelişmeyi sol yönetimlerle özleştiriyor, kutuplaştırıcı ve bölücü politikalarda ısrarcı olmayı sürdürüyor.
Trump Nobel barış ödülüne layık olduğunu pazarlıyor
Bir yanda, Latin halkları hor gören, Panama’yı ve Kanada’yı tehdit eden, yasadışı göçmenleri apar topar 3. ülkelere postalayan, bölgeye ikili ziyaret yapmaya tenezzül etmeyen, solcu yönetimler ile itişmeyi adet haline getiren, 10 milyon nüfuslu Küba halkına inatla ve ısrarla ambargo uygulamak suretiyle cefa çektiren Trump efendi var, diğer yanda, Latin Amerika ve Karayipler’e önem atfeden, eşitler arası muameleyi benimseyen, kazan-kazan yöntemiyle bölgeye yatırımlar yapan Çin lideri Xi Jinping mevcut. Siz Latin Amerika halkı olsanız hangisini tercih edersiniz ? İşin ilginç tarafı bu çılgın Trump her nasıl ise, kendisini pek başarılı buluyor, en iyi, en akıllı, en becerikli benim diyerek, Nobel barış ödülüne aday oluyor ! Hadi oradan dediğinizi duyar gibi oluyorum.