Karadeniz, dolayısıyla Türk Boğazları üzerindeki hâkimiyet mücadelesinin kökleri yüzyıllara dayanmaktadır. Balkanlar’ı Kafkasya ve Ortadoğu’ya bağlayan, Akdeniz’e erişim boyutunu da kapsayan ve Avrupa ile Avrasya kara kütlesi arasındaki devamlılığı ve bağlantılığı sağlayan geniş Karadeniz havzası tarih boyunca büyük güçler arasındaki rekabetin değişmez öznelerinden biri olagelmiştir.
Soğuk Savaş döneminde Türkiye, bölgedeki yegâne NATO üyesi olarak gerek Karadeniz’in deniz güvenliğini, gerek bölgenin karasal bağlantılarını Sovyet Bloku’na karşı korumayı üstlenerek önemli bir rol oynamıştır. Üstlendiği bu yükümlülük boyunca Montrö Sözleşmesini, karşısında konumlandığı hasım Blok ülkeleri dahil, müttefikleri nezdinde de saygı gören tutarlı ve istikrarlı bir tutum temelinde uygulamıştır.
Soğuk Savaş sonrasında temel tehdit kaynağı olan Varşova Paktı ile SSCB’nin tarihe kavuşmasıyla birlikte, eski hasım güçler arasında işbirliğine ağırlık verilmesine başlanması üzerine Türkiye, bölgede mevcut donmuş ihtilaflara karşın, İttifak yükümlülüklerini de gözetecek bir anlayışla Karadeniz’de bölgesel sahiplenme ilkesi doğrultusunda hem deniz güvenliğini hem de bundan ayrı düşünülmesi mümkün olmayan karasal (bölge ülkeleri arası) güvenlik işbirliğini öne çıkararak ilerletmeye yönelmiştir.
Türkiye’nin, deniz güvenliği dahil kendi güvenlik gereksinimlerini mümkün mertebe bölgenin kendisinin karşılamasına dayalı bu konumlanması ilk darbeyi 2008 Rusya-Gürcistan savaşıyla almıştır.
Batı-Rusya ilişkilerinde gözlenen nispî uyumla paralel olarak Türkiye’nin 1990’lı yılların sonundan itibaren Karadeniz’in deniz güvenliğinde işbirliğine ve güven arttırıcı önlemlere dayalı yaklaşımı, BLACKSEAFOR ve Karadeniz Uyumu Harekâtı (OBSH) gibi çeşitli girişimler sayesinde meyvelerini vermeye başlamışken Rusya’nın kendine özgü, ancak en başta sahildar ülkelerin çıkarlarıyla bağdaşmayan revizyonist tercih ve tasarrufları genel anlamıyla Karadeniz bölgesinin güvenliğini ve istikrarını bozan sonuçlar doğurmuştur.
Rusya’nın, 2014’te Kırım’ın işgal ve ilhakı, Şubat 2022’de Ukrayna’ya karşı başlattığı saldırı Avrupa-Atlantik bölgesinin güvenliğini derinden sarsmakla kalmamış, Karadeniz bölgesindeki dengeleri de altüst etmiştir.
Haziran 2022’de Madrid’te düzenlenen NATO Liderler Zirvesi’nde, İttifak üyesi olarak Türkiye’nin de onayıyla kabul edilen NATO’nun temel strateji belgesinde Rusya, İttifak için en önemli ve doğrudan tehdit olarak tanımlanmıştır. Bu belgede, deniz güvenliğinin barış ve refah için anahtar olduğu belirtilmekte ve “Batı” Balkanlar ile Karadeniz bölgesinin NATO için stratejik önem taşıdığının altı çizilmektedir. Aynı yılın Mart ayında AB’nin ilân ettiği Stratejik Pusula belgesinde de deniz güvenliği bağlamında Karadeniz’e iki yerde atıf yapılmakta; ancak Doğu Akdeniz’in güvenliğine daha fazla ağırlık verilmektedir.
Temmuz 2023’te düzenlenen NATO Vilnius Zirvesi öncesinde Finlandiya’nın, sonrasında da İsveç’in NATO’ya üye olmaları üzerine Baltık Denizi’nde Rusya İttifak üyelerince tamamen çevrelenmiş, bunun sonucunda Arktik bölgesiyle birlikte Karadeniz güç mücadelesinin sıklet merkezleri arasına gözlenebilir ölçekte girmiştir.
NATO, daha 2014’te Rusya’nın Kırım’ı işgal ve ilhakı üzerine Karadeniz’e sahildar üç üyesinin (Türkiye, Romanya, Bulgaristan) savunmasını takviye eden bir dizi önlem almaya başlamıştı. Bu önlemlerin hayata geçirilmesi sürecinde ABD’nin başını çektiği bir grup üye, özellikle NATO’nun askerî kanadında Montrö Sözleşmesi’ni, sahildar olmayan İttifak deniz kuvvetleri unsurlarının Karadeniz’e erişimlerinin önünde bir ‘engel’ olarak takdim etmeye yöneldiler. Ankara bu yaklaşıma NATO Konseyi’nde açıkça karşı çıkmış ve çok taraflı bir Sözleşme olan Montrö’nün, uluslararası hukukun ayrılmaz bir parçası olduğunu vurgulayarak, müttefik ülkelerin buna uymalarının bir yükümlülük olduğunu her fırsatta tutarlı şekilde savunmuştur. Türkiye’nin bu tutumu o dönemde, Rusya’yı Karadeniz’de daha fazla kışkırtmaya karşı duran Almanya, Fransa ve İtalya gibi müttefikler tarafından da destek görmüştür.
2022 yılıyla birlikte tablonun değiştiği görülür. Rusya, terörizm ile birlikte NATO tarafından ana tehdit kaynaklarından biri olarak tanımlanır. Ukrayna’ya karşı sivilleri de hedef alan saldırılarını arttırdığı bir ortamda ABD ve Avrupalı müttefik ülkelerin neredeyse tamamının Karadeniz güvenliğine daha farklı bir bakış açısı getirdikleri görülmektedir. Bu bağlamda, Montrö Sözleşmesi’ne karşı sert bir duruş sergileyenler olduğu gibi Karadeniz güvenliğini Akdeniz’le bütünleştiren nispeten daha yumuşak ve uzun vadeye yayılan bir anlayışı savunan analistler de mevcuttur.
Türkiye, Ukrayna’da 2022’de başlayan Rus saldırıları üzerine Montrö’nün savaş dönemini ilgilendiren ilgili hükümlerini uygulayarak, sahildar ülkeler dahil savaş gemilerinin Türk Boğazlarından geçmesini yasakladı. Bu uygulama doğru yönde atılmış bir adım olmuş ve hem müttefik ülkeler hem de Ukrayna ve Rusya tarafından genel olarak olumlu karşılanmıştır. Bu süreçte Türkiye açısından olumsuz yansımalara neden olan durumlar da söz konusudur. Zamanın TBMM Başkanı’nın Türkiye’nin Montrö Sözleşmesinden, Meclisi dışlayan tek yanlı bir kararla gerektiğinde çekilebileceğini ima eden sözleri buna bir örnektir. 2021’deki talihsiz bu beyana rağmen Ankara’nın Boğazları savaş gemilerine kapatması, 2022’de Rus ve Ukraynalı üst düzey yetkilileri, barış görüşmeleri için Antalya ve İstanbul’da bir araya getirmesi ve Tahıl Koridoru Anlaşması’nın imzalanmasında öncü rol oynaması dünya kamuoyunda olumlu yankılanmıştır. Ortaya çıkan bu genel tablo, Montrö Sözleşmesi’nin bölgede barışın bozulduğu bir ortamda istikrar sağlamaya dönük arayış ve girişimlere ket vurmadığını açıkça sergilemiştir.
2023 yazında Ukrayna’nın Rusya’ya yönelik olarak başlattığı karşı taarruzun istenen sonucu vermediği ve iki savaşan taraf arasındaki çatışmaların 2024’e de sarkacak şekilde şiddetlendiği görülmektedir. Ukrayna karşı taarruzu beklenen ölçüde başarı sağlamamış olsa da Ukrayna, Karadeniz’de özellikle yeni ve akıllı teknolojilere dayalı insansız hava ve kara vasıtalarıyla Rus deniz filosuna karşı sonuç alıcı saldırılarda bulunmuştur. Bu operasyonlar sonucunda Rusya’nın Karadeniz Filosunun önemli unsurları devre dışı kalmış ve imha edilemeyenleri de Karadeniz’in doğusunda konuşlanmaya zorlanmıştır. Bu başarıda Ukrayna’ya sağlanan gerçek zamanlı istihbarat ile Tanımlanmış Deniz ve Hava Resmi’nin (düşman unsurlarının denizde ve havada bulundukları konumlar) belirleyici rol oynadığı kuşkusuzdur. Bu bağlamda, Montrö Sözleşmesi’nin, Ukrayna’ya sağlanan bu desteğe herhangi bir engel oluşturmadığı görülmüştür.
Karadeniz’de dengelerin Rusya aleyhine dönmeye başlamasına ve Türkiye’nin, Ukrayna’ya sağladığı yardım ve desteğe rağmen ABD’deki kimi yönetim çevrelerinin düşünce kuruluşları üzerinden Montrö Sözleşmesini hedef alan, bu hukukî belgenin esnetilmesine dönük arayış ve girişimlere yeniden ivme kazandırdıkları gözlenmektedir. Bu çerçevede ABD’nin kendisine söz konusu arayışta bölgeden destek veren müttefikler bulduğu da görülmektedir.
NATO’nun bölgede yer alan müttefik ülkelerin Rusya’ya karşı caydırıcılık ve savunmalarını 2014’ten bugüne Soğuk Savaş sonrası dönemin en yüksek seviyesine çıkardığı bilinmektedir. Güçlendirilmekte olan caydırıcılık kapasitesiyle yetinmeyip, Karadeniz’de Rusya ile ABD ve/veya NATO’yu doğrudan çatışma içine çekecek tasarrufların ortaya atılması en azından şu anda Biden yönetiminin tercih ettiği bir yol gibi görünmemektedir. ABD Başkan adaylarından olması beklenen Trump’ın Ukrayna’da devam eden savaşa yaklaşımı ise ikirciklidir.
Türkiye’den ABD’ye Mayıs 2024’te devlet başkanı düzeyinde yapılması beklenen ziyaret, Temmuz 2024’te NATO’nun 75. Yıl Zirvesi, ABD’de Kasım’da yapılacak Başkanlık seçimleri ve Ukrayna’daki savaşın bu yıl içinde de sürmesi beklentisi karşısında Karadeniz güvenliğiyle ilgili olarak Montrö Sözleşmesi’ni yakından etkileyebilecek küresel tabanlı ve bölgesel destekli taleplerin ve/veya girişimlerin yeniden güncellik kazanması peşinen dışlanacak bir olasılık değildir.
İmzalandığı 1936’dan bugüne Türkiye’nin titizlikle uyguladığı Montrö rejiminin esnetilmesi veya değiştirilmesine yönelik görüş ve olası girişimler karşısında Türkiye’nin izlemesi gerekli ön alıcı yaklaşıma zemin oluşturabilecek etkenleri ve uygulamaları şu şekilde özetlemek mümkündür:
- Türkiye, gelecekteki olası bir barış anlaşması sürecinde Rusya’yı dışlamayacak; ancak süren savaşta Ukrayna’ya hem ikili hem çok taraflı (NATO) destek sağlayacak bir çerçevede hareket etmiştir. Bu yaklaşım zaman zaman kimi müttefik ülkeler nezdinde eleştirilerin duyulmasına yol açsa da izlenen bu yolun gerçekçi olduğuna şüphe yoktur.
- Devlet ve Hükümet Başkanları düzeyinde kabul edilen NATO stratejisinde Rusya’nın İttifak için önemli ve doğrudan bir tehdit oluşturduğu kabul edilmiş, Ankara da Karadeniz dahil olmak üzere caydırıcılık ve savunma önlemlerinin uygulanmasına her seviyede ve her coğrafyada fiilî katkı sağlaya gelmiştir. Uzun vadeli çıkarlarını esas alarak bu yöndeki tutumunu sürdürmesi doğru bir tercihtir.
- Karadeniz güvenliğinin sadece deniz alanıyla bağlantılı kılınamayacağının, bunun yanı sıra hava, kara, siber, hibrit ve uzay boyutlarında da önlemler alınması gerektiğinin bilincinde olması lazım gelir.
- Türkiye, mensubu bulunduğu NATO’nun üye ülkeleri zamanında Ukrayna’ya kinetik nitelikte askerî imkân ve kabiliyetler sağlanıp sağlanmayacağı yolunda tartışmalar yaparlarken, stratejik düzeyde ilişki kurduğu bu komşu ülkeye insansız hava araçları tedarik etmiş ve Ukrayna donanmasının kapasite ve kabiliyetini geliştirecek projeleri hayata sokmuştur. Mevcut koşullarda da Ukrayna’nın savunmasını güçlendirecek atılımlarını sürdürmelidir.
- Karadeniz güvenliğini tehdit eden durumlarda sahildar müttefikleriyle dayanışma içinde gerekli önlemleri almaktadır. Örneğin, Karadeniz’in uluslararası sularında emniyetli seyrüseferi tehdit eden serbest mayınlara karşı üçlü çerçevede (Türkiye, Romanya ve Bulgaristan) “Karadeniz Mayın Karşı Tedbirleri Görev Grubu” girişiminin hayata geçirilmesinde öncü rol oynamıştır. Üç NATO üyesi müttefikin yürüttüğü bu operasyonun NATO’nun bölgedeki caydırıcılığına katkı sağlayacağına şüphe yoktur. İleride gerekli hallerde deniz güvenliği bağlamında Montrö rejimini olumsuz etkilemeyecek benzer bölgesel işbirliği çerçevelerinin geliştirilmesine devam edilmelidir.
- Montrö rejimi, Ukrayna’nın havadan, karadan, siber uzaydan ve uzaydan desteklenmesinin önünde bir engel değildir. Nitekim, bu dört operasyonel alanda Ukrayna’ya olan müttefik desteği kesintisiz sürdürülmektedir.
- NATO’nun bölgedeki üç müttefik ülkesinin Karadeniz’de deniz güvenliğini, insansız hava ve deniz araçları vasıtasıyla su üstü ve su altı yeteneklerle kendi aralarında güçlendirmeye yönelmelerinin önünde de bir engel yoktur. Bunun için mevcut koşullarda bu alana ortak yatırımlarda bulunmaları, müşterek girişimler gerçekleştirmeleri ve kapasitelerini geliştirmeleri daha da önem kazanmıştır. Kapasite ve yetenek geliştirme süreçlerine Ukrayna ve Gürcistan’ı dahil edecek yolların da bulunması önemli ve önceliklidir.
- Bugün gelinen aşamada Rusya Ukrayna’da; İsrail ise Gazze’de uluslararası hukuku yerle bir eden davranışlar sergilemektedir. Bu tür meydan okumalar, jeopolitik gerekçe ve çıkarlar öne sürülerek “kuralsızlığa dayalı küresel sistemin” inşasına destek olurken, hukuka ve kurallara dayalı dünya düzeni bakımından yıkıcı rol oynamaktadır. Uluslararası hukukun bu derecede sınandığı düzensizlik ortamında bu hukukun ayrılmaz bir halkasını oluşturan çok taraflı Montrö Sözleşmesi’nin tartışmaya açılmasına dönük söylem, görüş ve yaklaşımlara karşı müteyakkız olmak tercih değil, zorunluluktur. Aksi yöndeki girişim veya tutumların bölgedeki çatışma değirmenine su taşımaktan başka bir amaca hizmet etmeyeceği açıktır. Bu müteyakkız duruşun, bölgede Rusya kaynaklı tehdidi karşılamak üzere müttefikler arası dayanışma ve yardımlaşmanın önünde bir engel olarak görülmemesi gerekir. Benzer şekilde Montrö rejimi, varlık mücadelesi veren Ukrayna’nın desteklenmesi bağlamında da engelleyici bir çerçeve oluşturmamaktadır. Nitekim, Ukrayna’nın, diğer çatışma hatlarındaki durgunluğa rağmen Karadeniz’de Rusya’ya karşı denizde elde ettiği başarı bunun kanıtıdır.
Önümüzdeki kısa dönemde dışarıdan Türkiye’ye ve Türkiye’den dışarıya önemli ziyaretler yapılacaktır. NATO Zirvesi de yaklaşmaktadır. Zirvede, Ukrayna’ya dair önemli kararlar alınması beklenmektedir. Hem gerçekleşecek ziyaretler hem bir dizi zirvede alınacak kararlar bağlamında Montrö rejimiyle bağdaşmayacak olası taleplere karşı Türkiye tarafından kararlı bir duruş sergilenmesi Türkiye’nin uzun dönemli çıkarlarıyla uyumlu olacaktır.