Açar mı, Anahtar mı?

PAYLAŞ

Rusya ile aramızda 2015 yılı sonunda başgösteren krizin etkilerinin en çok orta asya’da hissedildiği, bölgede görev yapan Türk Büyükelçilerin neredeyse görev yapamaz hale geldiği, orta asyada yerel televizyonlardan daha çok izlenen Rus basın ve yayın organlarının her gün ülkemiz aleyhine yayın yaptığı günlerde,  Kırgızistan’ın geçmişte cumhurbaşkanlığı yapmış, saygın  bir siyasetçisi ile yemek yerken, bana şu serzenişte bulundu:

 

“Düşürülen Rus uçağı Iraklı Türkmenleri bombalıyordu. Normalde Türkmenler dahil orta asya’da halklar, bombalanan kendi soydaşlarından yana olmaları gerekirken Rusya’dan yanalar. Niye biliyor musunuz? Çünkü bombalananların Türkmen olduğunu, o Türkmenlerin kendi soydaşları olduğunu bilmiyorlar. Rus televizyonları Orta Asya’da her yerden  yerel kanallar gibi izlenir. TRT Avaz’ı izlemek için ise uydu alıcısı taktırıp, her gün yarım saatlik Kırgızca haberleri beklemek gerekir ki, buna kimse zahmet etmeyeceği  gibi, yarım saatlik haberde de  bir şey öğrenmek mümkün olmaz. Türkiye’nin sorunu hala bölgeye etkin ve sürekli tv yayını getirememiş olmasıdır. Tabiatıyla uydudan Türk tv’lerini (dizilerini) izleyen bir kesim mevcut. Ancak bunların oranı % 3’ü bulmaz, ki zaten bunlar Türkiye’de okumuş, Türkçe öğrenmiş kişilerdir”.

 

Kırgız siyasetçiye hak vermemek mümkün değildi. Nitekim ben de Kırgız köylerini ziyaretimde, çocukların salonda diz çökmüş Rus tv kanallarını izlediğine bizzat şahit olmuştum. Bu zor dönemde ikinci anım ise beni Büyükelçilikte ziyarete gelen bir grup Kırgız köylüsünün, Antalya ahalisi için para yardımı getirmeleri oldu. Rusya’nın uyguladığı tarım ürünü almama ve turist de göndermeme ambargosu sebebiyle Antalya’da açlık baş gösterdiğini, halkın işsiz, aç ve sefil olarak sokakta dilendiğini Rus tv’lerinden görüp üzülmüşler ve aralarında topladıkları bir miktarı yardım olarak Büyükelçiliğe getirmişler. Antalya’da böyle bir şey olmadığını defalarca izah edip,  paralarını iade ettiysem  de, Rus baskısı karşısında kuyruğu dik tutmaya çalıştığımı düşünüp yanımdan pek ikna olmuş gibi ayrılmadılar.

 

Bu anım Türkiye’de birçoklarına komik gelebilir. Ancak acı gerçek budur. Türkiye bölgenin bağımsız olduğu çeyrek asırlık dönemde bölgeye 24 saat aktualite yayını yapan ve bu yayını bölgenin anladığı dille ulaştıran bir tv yayını başlatamamıştır. Kırgız, Kazak, Özbek, Türkmen dış dünyayı Rus kanallarından  tanır. Orta asyada Batılı kanallar yayın yapmaz ve süreli yayınları da satılmaz. Türkiye’de okuyan, çalışan, tatil yapan küçük bir azınlık hariç, Türkiye’yi ve dünyayı Rusya gözünden öğrenir. Rusya dahilinde bulunan Türk topluluklarının durumu daha vahimdir. Onlarda Türkiye’de okuyan, çalışan, tatil yapanlar yok seviyesindedir. Gündemlerinde Türkiye de yoktur, Türkiye hakkında haber alacakları imkanlar da. Onlar tatil için ancak, en yakınlarında bulunan, bildikleri tek dille anlaşabilecekleri SSCB döneminden de alışkın oldukları Kırgızistan’ın Issık Göl’ü kenarındaki sayfiyelere gidebilirler.

 

Türkiye’nin, “Türk Dünyası ile kültürel bütünleşme sağlanmış, iş bitmiştir” gibi hayata devam etme yaklaşımı bu alanda da aynen geçerlidir. Kırgızistan’da dört yıllı aşan görev süremde TRT Avaz’ın izlendiğine hiç tanık olmadım. Filhakika, izlendiğinde de Türkiye’nin bugünkü durumu, vizyonu, imkanları ve ağırlığı konusunda aktüel bilgi almak mümkün değildir. Zaten bahsettiğim ve Yakutistan’a kadarki geniş coğrafyada ihtiyacımızı karşılayacak kanal o değildir.  Türkiye’nin asıl gücünü alacağı, hinterland’ı olan, köklerinin ve kültürünün geldiği alandaki etkinliğinin artması amaçlanıyorsa bölgeye, onların anladığı ortak dilde (yani Rusça) 24 saat aktüalite yayını yapan TRT World gibi bir kanala acilen ihtiyaç vardır. Yayının Rusça  olmasına doğal olarak itirazlar gelecektir. Türk Dünyasına Türkçe değil de Rusça yayın yapmak kendi içimizde çelişki oluşturmaz mı denecektir.  Eğer 27 yılda Azerbaycan’dan Yakutistan’a kadarki bölgede ortak bir dil oluşturabilseydik bu doğru olurdu. Ancak durum böyle değildir ve çok uzun zaman da böyle olmayacaktır. O sebeple bölgenin anladığı ortak dili kullanmak ve bu dili kullanarak amaçlarımızı gerçekleştirirken zamanla ortak bir dil yaratmak en mantıklısı olacaktır. Öte yandan SSCB döneminde kreşlerden itibaren Rusça ile hayata başlamış ve kendi dillerini ancak, müfredattaki “etnik konular” dersinde üç beş kelime görmüş olan kuşağın yaşadığı Kırgızistan ve Kazakistan’ın bir çok bölgesinde Kırgızca ve Kazakça da duyamazsınız. O sebepledir ki yasalarda devlet memuru olabilmek ve siyasi görevlere gelebilmek için Kırgızca bildiğinizi kanıtlamak gerekir. Buna rağmen, görev süremde Kırgızca bilmeyen bir çok Kırgız bakanla karşılaşmışımdır.

 

Ortak dil demişken şu hususu da belirtmeden geçemeyeceğim. Türk Dünyasının çatı kuruluşu olan Türk Konseyinde genel sekreter yardımcılığı yapmaya başlayan ve Türkiye Türkçesi bilmeyen bir Kırgız siyasetçi bana  “ Ben İstanbul’da ne konuşulduğunu anlamıyorum, ama Anadoluya köylere gittiğimde konuşulanları anlıyorum” demişti. Kırgızistan’ı ziyaret eden bir kuvvet komutanımız da, Kırgız komutan konuşurken “bıldır” (önceki yıl) dediğinde, “Bıldırı  nenem de kullanırdı, anlamı ne?” diye sormuştu. Kırgızistan’daki görev süremde gelen heyetlerden, “En güzel Türkçe bizimki, tüm Türk Dünyasına öğreterek dil birliğini sağlayalım” diyenler çoğunluktaydı. Turizm merkezi  Belek’in (Hediye) veya Gürbulak (Bulak: Pınar) sınır kapımızın anlamını bilmeyen, Ülgen (Erkek şaman), Bayülgen, Erbulak, Say (Akansu), Baysal, Baylan, Bektaş, Baytaş (Bay: Varsıl, Zengin), Berkut (Kartal) gibi bir çok soy adının anlamı olmadığını sananlar için böyle bir tez olabilir. Ancak Türk Dünyasında ortak bir dil yaratacaksak bizim vereceğimiz kadar oralardan da alacaklarımız (daha doğrusu yeniden hatırlayacaklarımız) olduğunu bilmeliyiz. Yoksa orta asyada kullanılan “açar”, “açgı”, “açgıç” yerine Rumca kökenli “anahtar” demeyi en güzel Türkçe sanmaya devam ederiz.

 

 

İlgili Yazılar