9 Şubat 2022 Çarşamba saat: 20:00
“Türkiye’nin Uluslararası İtibarı İçin A’dan Z’ye Türk Yargı Reformu”
Konuşmacı Av. Mehmet Gün
Daha İyi Yargı Derneği
Kurucu Başkanı
Zoom:
https://zoom.us/j/99849646745?pwd=N2ZuMC9oR2tUVC81aTVTWW4zT1hGZz09
9 Şubat 2022 Çarşamba saat: 20:00
“Türkiye’nin Uluslararası İtibarı İçin A’dan Z’ye Türk Yargı Reformu”
Konuşmacı Av. Mehmet Gün
Daha İyi Yargı Derneği
Kurucu Başkanı
Zoom:
https://zoom.us/j/99849646745?pwd=N2ZuMC9oR2tUVC81aTVTWW4zT1hGZz09
Eski NATO Daimi Temsilcisi Büyükelçi (E) Fatih Ceylan’ın 21 Şubat 2021 tarihinde Ankara Politikalar Merkezi’nin üyeler arası, sınırlı katılımlı toplantısında verdiği konferansın özet kağıdı
Fatih Ceylan konuşmasını üç başlık altında topladı:
Tarihçe:
Günümüzde S-400 ve F35 konularında yaşanılan durumu analiz edebilmek için konunun tarihi sürecinin detaylı incelenmesi gerekmektedir.
Reagan Döneminde Yıldız Savaşları olarak adlandırılan stratejik savunma sistemi bugün geldiği nokta itibariyle Füze Savunma Sistemi olarak adlandırılmaktadır. 1972 yılında ABD ve Sovyetler Birliği arasında Anti-Balistik Füze Antlaşması imzalandığı için füze savunma sistemi gündem oluşturmuyordu.
Yaşanılan sessizlik döneminin ardından Soğuk Savaşın sona ermesiyle birlikte Varşova Paktına üye Merkezi ve Doğu Avrupa Ülkelerinin NATO bünyesine alınması o dönemde temel hedeflerden birisini oluşturmaktaydı.
2000’li yıllarla birlikte Füze Savunması sistemi konusunda hareketlenme süreci başladı. ABD, 2002 yılında Anti-Balistik Füze Antlaşmasından çekildiğini açıkladı. Bunun ertesinde ‘’caydırıcılık’’ ve ‘’ stratejik denge’’ kavramlarına bakış değişti. Rusya bu durumdan çok rahatsız oldu. Hemen ardından ABD 2000’li yılların başında NATO’da ‘’Taktik Balistik Füze Savunması’’ kavramını gündeme getirdi.
Füze Savunmasının caydırıcılık denklemi bünyesine alınması 2010 yılında NATO Lizbon Zirvesi’nde gündeme getirildi ve kabul edildi.
Sonraki aşamada caydırıcılığın sadece konvansiyonel ve nükleer silahlarla değil,aynı zamanda füze savunmasına da dayandırılması konusunda mutabık kalındı.
George W. Bush döneminde ise Füze Kalkanı Projesi Kavramı ortaya atıldı. Bu Proje ABD’nin tek taraflı projesiydi. Füze savunmasının NATO ile entegre olmasıgereğini o dönemde savunan ülkelerin başında Türkiye geliyordu.
2002 Prag Zirvesi sonrası ABD füze savunmasının NATO bünyesine alınmasınaolumlu yaklaştı.
2012 NATO Şikago Zirvesinde, ‘’Hava savunması ile füze savunması ayrı düşünülemez ve bu kavramların birleştirilmeleri gerekir’’ tezi kabul edildi.
Türkiye Şikago Zirvesi öncesinde Malatya-Kürecik’te füze savunma radarının konuşlandırılmasını kabul etti. Bu radarın Kürecik’te konuşlandırılması ertesinde Türkiye’ye ilişkin ‘’eksen kayması’’ tartışmalarının birden kesildiği görüldü.
1990lı yıllarda Türkiye’nin füze savunması alanındaki açığı tespit edilmişti. O dönemin şartları içinde siyasi irade genel maksatlı hava savunmasına yöneldi ve F-16’lar tercih edildi.
Süreç içindeki diğer önemli gelişme ise hava ve füze savunması kavramlarının iç içe geçmiş olmasıdır. Bundan böyle ağ tabanlı (network centric) sistemler ön plana çıkacaktır. Birbirleriyle ‘konuşabilen’ uyumlu sistemlere gereksinim artacaktır.
S-400 Krizine Giden Yol:
Füze savunma sistemleri için, 2013 yılı öncesinde devlet altı temel kriter belirlemiştir. Bunlar;
Ortak Üretim
Teknoloji Transferi
Ortak Üretim Kapsamında Türk Savunma Şirketlerinin payı
Teslimat Süresi
Fiyat
Tercih edilecek silah sistemlerinin ulusal (ve NATO) standartlarıyla uyumlu olması.
2013 yılında füze savunması ihalesi bu kriterler temelinde açıldı. Bu ihaleye Çin, Rusya, ABD ve Fransa-İtalya ortaklığı teklif verdi.
1 Ekim 2013 tarihinde Çin firmasıyla müzakere başlatılması kararı alındı. Sonuçta Çin firmasının gerekli kriterleri karşılamaması nedeniyle ihale bir yıl sonra iptal edildi.
S-400 sistemine yönelme, sanılanın aksine 15 Temmuz 2016 öncesinde başgösterdi. S-400 tercihinin gündeme gelmesi üzerine ABD bundan duyduğu rahatsızlığı birkaç kez Türkiye’ye iletti. NATO’yla uyumlu herhangi bir sistemin belirlenmesinden yana olan tutumunu kayda geçirdi.
Süreçte Yaşananlar:
Füze Savunma sisteminin temel hedeflerinin şunlar olması gerekir:
-Türkiye’nin tüm topraklarının kapsama-koruma altına alınması
– Mevcut diğer sistem ve platformlarla entegre bir ağ oluşturması.
Bu çerçevede, füze savunma sistemi alırken ABD veya Rusya ile ikili çerçevede ilişkiden ziyade bir konsorsiyumu, örneğin EUROSAM’i tercih etmek daha sağlıklı görülmelidir. Bir konsorsiyum bünyesinde sadece tek bir ülke muhatap olmaz. Ortak çaba-ortak üretim ön plana çıkar. Teknoloji üretiminde deneyim kazanmak marjı daha yüksek olur. Bu itibarla, F-35 projesi konsorsiyumunda yer almak düşüncesi doğru yönde bir tercihti.
Füze savunma sistemi gibi ciddi bir alanda tercih yaparken kurumsal ortak akıla dayanıp, ideolojik tercihlerden kaçınılmalıydı. Bilgi ve tecrübe birikimine sahip devlet kurumlarının sesine kulak verilmeliydi.
Bu açıdan bakıldığında Eurosam SAMP-T sistemini tercih etmek daha sağduyulu ve bizi sorunlardan uzak tutacak bir yol oluştururdu.
Sonuç olarak, S-400 sisteminden vazgeçilmesi gerekmektedir. S-400 tercihi ülkeyi çıkmaz sokağa sürüklemiştir.
F-35 programına dönmeyi sağlayacak adımlar atılmalıdır. F-16 uçaklarımızın modernizasyona rağmen verecekleri hizmet süresi kısalmaktadır. Bunların yerine beşinci nesil savaş uçakları konmalıdır. Rus uçaklarının tedarikine yönelmek alternatif değildir; birçok mesele ve kriz çıkarmaya adaydır.
Türkiye daha fazla vakit geçirmeksizin beşinci nesil uçak üretiminde yer almalı ve buna yönelmelidir. Aksi takdirde altıncı nesil uçak geliştirme sürecinin de uzağında kalma riskiyle karşı karşıya gelecektir.
Büyükelçi (E) Fatih Ceylan
Moderatörlüğünü Tülin Daloğlu’nun üstlendiği ilk toplantının konukları: TBMM Eski Başkanı ve Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin ile Gazeteci, Yazar Murat Yetkin oldu. Büyükelçi (E) Rafet Akgünay’ın APM’nin temel tanıtımı, vizyon ve misyonlarını belirten konuşmasının ardından oturum moderatör Tülin Daloğlu’nun, ‘’2021 yılında Türkiye’nin Dış Politikasında neler bekliyoruz?’’ sorusuyla başladı.
‘’Türkiye 2020 yılına önemli sorunlarla girdi.’’
Ekonomik olarak 2021 de ekonomik sorunların ağırlaşarak devam edebileceği öngörülmektedir.
‘’Türkiye’de siyasette kamplaşma yaşanmaktadır’’
Türkiye’de siyasetin dili ağırlaşmıştır. Demokrasi uzlaşı dilidir. Siyasi partiler arasında uzlaşmaya ihtiyaç vardır.
‘’Dış Politikada var olan sorunlar artacak ve ağırlaşacaktır.’’
Dış Politika’da yaşanılan sorunların devam edeceği öngörülmektedir.
Özellikle,
Mısır
Suudi Arabistan
B.A.E
blok oluşturmuştur ve Türkiye blok dışı kalmıştır.
Doğu Akdeniz’de ise
Mısır
İsrail
Yunanistan
Kıbrıs Rum Yönetimi
ortak hareket ederek, Türkiye’yi dışlayan politika izlemektedir.
Bununla beraber İsrail ile ilişkiler bölge dışını etkileyecek kadar önemliyken İsrail ile ilişkiler ‘’Büyükelçi’’ olmadan devam etmektedir.
‘’ABD’de yaşanılan Yönetim Değişikliği’’
-Ermeni Soykırımı konusunun bu yönetim tarafından da ana gündem maddesi olacağı düşünülmektedir.
– S 400 ve F 35 sorununda;
‘’Türkiye’nin NATO üyesi bir ülke olduğu unutulmamalıdır.’’
‘’Fetö terör örgütü sorunu güncelliğini koruyacaktır.’’
‘’Demokrasi, İnsan Hakları ve Özgürlükler’’ konularındaki duyarlılıklar gündemde olacaktır.’’
‘’Suriye Konusunda İzlenilen yanlış politika’’
Suriye ile 911 km sınırımız mevcuttur. Türkiye’nin sınır güvenliği, Suriye’nin sınır güvenliğine bağlıdır. Suriye’nin güvende olmadığı durumda Türkiye’nin güvende olması zor görünmektedir. Suriye’nin güvenliği göz önünde bulundurulmuş olsaydı, binlerce insan göç etmek durumunda kalmayacaktı.
Şu an Amerika’da yönetime gelen insanların PYD ve YPG’yi silahlandırmış ve eğitimlerine katkı sağlamış aynı insanlar olduğunu görmekteyiz. Göreve yeni başlayan Savunma bakanı Lloyd Austin bu isimlerden birisidir.
Kuzey Afrika ve Ortadoğu Özel Temsilcisi Brett McGurk’ün da o grupları silahlandırdığı bilinmektedir.
‘’Doğu Akdeniz Sorununda Yunanistan Federal Kıbrıs için çalışmaktadır.’’
‘’Azerbaycan – Ermenistan Sorunu’’
Minsk Grubu uzun yıllar başarı sağlayamamıştır.
Bölgede ateşkes sağlayan Rusya Azerbaycan’da asker bulundurma yolunu seçmiştir. Türkiye ise Rusya ile birlikte gözlemci olarak bölgedeki varlığını sürdürecektir.
‘’İsrail ile ilişkiler’’
Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerini bozması sadece Amerika değil, tüm Musevi grupları etkilemiştir.
‘’Avrupa Birliği ile ilişkiler’’
Türkiye – AB ilişkileri dalgalı şekilde ilerlemektedir.
Türkiye’de, ‘’AB Hristiyan Kulübüdür, bizi AB’ye almaları mümkün değildir’’ söylemlerinden sonra tekrar AB’ye dönüş sinyalleri verilmiştir.
Türkiye’de hukuk ve demokrasi yönünde önemli adımlar atılmadığı sürece AB yolunda ilerleme kaydetmesi zor görünmektedir.
Türkiye’nin sorunu yasa çıkarmakta değil, çıkardığı yasaları uygulamaktadır.
AİHM Kararlarına uyulmamaktadır, bu kurallar uygulanmamaktadır. Bu kurallar uygulanmadığı sürece yeni yapılacak yasal düzenlemelerin de başarı sağlayacağı öngörülmemektedir.
Avrupa Birliği için:
Göçmenler Konusu
Gümrük Birliği
Vize Konusu
Kıbrıs
Doğu Akdeniz
Ege Sorunları
Diğer Taraftan,
İnsan Hakları
Demokrasi
Temel Hak ve Özgürlükler
Basın Özgürlükleri konuları her zaman gündem maddeleri olmaya devam edecektir.
Türkiye ‘’Doğu Akdeniz’’ konusunda haklıdır fakat yanlış politikaların getirdiği bir noktadayız.
Türkiye’nin Mısır ve İsrail’de Büyükelçisi olmamasının açıklaması yoktur. Bu konuda ideolojik politikaların etkisinin olduğu görülmektedir. Dış politikada ‘’İhvan’’ ağırlıklı politikanın etkisi büyüktür.
İsrail ile büyükelçi seviyesinde ilişkiler başlayabilir ama Mısır ile bu süreç zor görünmektedir, çünkü Mısır ile yaşanılan gerginlikler iç politikada kullanılmıştır.
Ülkenin çıkarı söz konusu olduğunda, yaşanılan gerginlikleri ülke çıkarlarını etkileyecek boyuta getirmek yanlıştır.
Türkiye ve Libya arasında imzalanmış olan münhasır ekonomik bölge anlaşmasının önümüzdeki dönemde nasıl sonuç vereceği bilinmemektedir.
Suriye’de Esad’la temas kurmak gereklidir. Suriye’nin toprak bütünlüğüne önem verilmelidir. Bununla beraber Türkiye Suriye’ye müdahaleden kaçınmalıdır. Şam Rejimiyle ilişkiler kurulmalıdır.
‘’Rusya ile Pragmatik ilişkiler devam etmektedir’’
Türkiye’nin Rusya ile turizm, doğalgaz, petrol ve ihracat ürünlerini kapsayan 20 milyar dolarlık dış ticaret hacmi mevcuttur ve ekonomik ilişkimiz devam edecektir.
NATO üyesi olarak S-400 sorunu yaşanabilir. Batı’da Türkiye NATO içerisinde sorunlu bir ülke olarak görülmektedir. Hatta Batı medyasında zaman zaman Türkiye’nin NATO içerisindeki üyeliği sorgulanır hale geldi. ABD’de yönetime gelen Biden politikalarını uygularken NATO ile birlikte hareket edeceğini vurguladı. AB yaptırımlarına ise Mart ayında zirvede karar verileceği düşünülmektedir.
Özeti;
Yeni Dış Politika ve Stratejiye ihtiyaç duyulmaktadır.
Türkiye Cumhuriyetinin geleneksel dış politika ilkelerine dönülmelidir.
Barışçı politikalar izlenmeli, iyi ilişkiler tesis edilebilmelidir.
Ortadoğu’da ihtilaflara taraf olmamak gerekir.
Ülke çıkarları ön planda tutulmalı, ideolojiye dayalı dış politikadan kaçınılmalıdır.
Diplomatik bilgi ve birikimden yararlanılmalı, Dışişleri Bakanlığı gibi kurumlar siyasallaştırılmamalıdır.
-Çalkantılar,
-Dönüşler,
-Adaptasyon süreci
başlıkları altında topladı.
‘’Çalkantılar’’
Covid-19 Sürecinde dünyadaki ezberler bozuldu. Tüm dünyada olduğu gibi ABD’de ciddi değişikler yaşandı.
AB, İngiltere’nin Brexit ile birlikten ayrılması sonucunda kurulduğundan beri ilk defa küçüldü ve bu ayrılık dolayısıyla çok kan kaybetti.
ABD-AB ilişkilerinde yeni bir dönem başlamaktadır. Biden’in önceliklerinden biri Transatlantik ilişkilerin güçlendirilmesidir. Türkiye de bir şekilde bu ilişkinin içerisinde olacaktır.
Çin-Rusya ekseninde önemli gelişmeler yaşanmıştır. Çin’in dünyadaki ekonomik gücü giderek artmaktadır. Pasifik Bölgesinde Çin ne derse Rusya’nın o yönde hareket ettiği görülmekte iken, Avrupa, Ortadoğu ve Akdeniz bölgelerinde Çin’in Rusya’yı desteklediği görülmektedir.
Bununla beraber, 2017 yılında bir Çin Savaş gemisinin ilk defa İstanbul ziyareti Çin’in artık Akdeniz’deki varlığını akıllara getirmektedir. Çin gemisi Selanik ve Hayfa Limanına da gitti.
NATO 2030 Stratejisi, NATO’da da değişikler yaşayacağını göstermektedir.
‘’Dönüşler’’
Kutuplaşmadan kaçınılmalıdır.
‘’Biz ne yapıyorsak doğrudur” veya “Biz ne yapıyorsak yanlıştır” gibi kategorik düşünceden uzaklaşılarak siyah ve beyazın yanında gri renklerin varlığı unutulmamalıdır.
AB uyum sürecinde 2003-3004 yıllarından başlayan reformların bir kısmının anayasa referandumundan, bir kısmının 2016 askeri darbe girişiminden sonra geri alındığı görülmektedir.
Stratejik değişiklikler meydana gelmiştir.
Türk Tipi Başkanlık olarak adlandırılan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin içerisinde tek belirleyici vardır.
‘’Adaptasyon Süreci’’
Pandemi sürecinde uluslararası işbirliğinin artacağı düşünülmektedir. Biden’in Dünya Sağlık Örgütüne tekrar dönme isteği de bu düşünceden kaynaklanmaktadır.
‘’Aşı milliyetçiliği’’ kavramı ortaya çıkmıştır. Fransa bu milliyetçiliği yapan ülkelerin başında yer almaktadır. Bu kavram ülkeleri farklı uluslararası ilişkiler boyutuna zorlamaktadır.
Uluslararası ilişkilerin diplomasi boyutunun çok ötesine geçerek doğrudan bireylerin hayatlarına dokunduğu görülmektedir.
Değişen ortama sadece ‘’Türkiye orada nasıl yer bulacak?’’şeklinde bakılmamalı, farklı parametrelerin varlığı da göz önünde tutulmalıdır. E-ticaret, ekonomik ilişkiler, pazara yakınlık bu süreçte önemli rol oynamaktadır. Bunlara ek olarak bilişim yapısı ve dokusu da değişmektedir. Bu durum bilgi patlamasına da sebep olmaktadır. Deyim yerindeyse dünyada ‘’Dijital Rönesans‘’ yaşanmaktadır.
Konuşmacılarımızın ardında karşılıklı soru cevap bölümüne geçildi. İnteraktif şekilde ilerleyen toplantımız 2 saate yakın sürdü.