Tarih: 3 Ekim 2021 Pazar, Saat: 18:00
Zoom ID: 978 4538 8744
Passcode: 513569
Zoom Linki: https://bit.ly/3lOoNXH
Tarih: 3 Ekim 2021 Pazar, Saat: 18:00
Zoom ID: 978 4538 8744
Passcode: 513569
Zoom Linki: https://bit.ly/3lOoNXH
Moderatörlüğünü Tülin Daloğlu’nun üstlendiği ilk toplantının konukları: TBMM Eski Başkanı ve Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin ile Gazeteci, Yazar Murat Yetkin oldu. Büyükelçi (E) Rafet Akgünay’ın APM’nin temel tanıtımı, vizyon ve misyonlarını belirten konuşmasının ardından oturum moderatör Tülin Daloğlu’nun, ‘’2021 yılında Türkiye’nin Dış Politikasında neler bekliyoruz?’’ sorusuyla başladı.
‘’Türkiye 2020 yılına önemli sorunlarla girdi.’’
Ekonomik olarak 2021 de ekonomik sorunların ağırlaşarak devam edebileceği öngörülmektedir.
‘’Türkiye’de siyasette kamplaşma yaşanmaktadır’’
Türkiye’de siyasetin dili ağırlaşmıştır. Demokrasi uzlaşı dilidir. Siyasi partiler arasında uzlaşmaya ihtiyaç vardır.
‘’Dış Politikada var olan sorunlar artacak ve ağırlaşacaktır.’’
Dış Politika’da yaşanılan sorunların devam edeceği öngörülmektedir.
Özellikle,
Mısır
Suudi Arabistan
B.A.E
blok oluşturmuştur ve Türkiye blok dışı kalmıştır.
Doğu Akdeniz’de ise
Mısır
İsrail
Yunanistan
Kıbrıs Rum Yönetimi
ortak hareket ederek, Türkiye’yi dışlayan politika izlemektedir.
Bununla beraber İsrail ile ilişkiler bölge dışını etkileyecek kadar önemliyken İsrail ile ilişkiler ‘’Büyükelçi’’ olmadan devam etmektedir.
‘’ABD’de yaşanılan Yönetim Değişikliği’’
-Ermeni Soykırımı konusunun bu yönetim tarafından da ana gündem maddesi olacağı düşünülmektedir.
– S 400 ve F 35 sorununda;
‘’Türkiye’nin NATO üyesi bir ülke olduğu unutulmamalıdır.’’
‘’Fetö terör örgütü sorunu güncelliğini koruyacaktır.’’
‘’Demokrasi, İnsan Hakları ve Özgürlükler’’ konularındaki duyarlılıklar gündemde olacaktır.’’
‘’Suriye Konusunda İzlenilen yanlış politika’’
Suriye ile 911 km sınırımız mevcuttur. Türkiye’nin sınır güvenliği, Suriye’nin sınır güvenliğine bağlıdır. Suriye’nin güvende olmadığı durumda Türkiye’nin güvende olması zor görünmektedir. Suriye’nin güvenliği göz önünde bulundurulmuş olsaydı, binlerce insan göç etmek durumunda kalmayacaktı.
Şu an Amerika’da yönetime gelen insanların PYD ve YPG’yi silahlandırmış ve eğitimlerine katkı sağlamış aynı insanlar olduğunu görmekteyiz. Göreve yeni başlayan Savunma bakanı Lloyd Austin bu isimlerden birisidir.
Kuzey Afrika ve Ortadoğu Özel Temsilcisi Brett McGurk’ün da o grupları silahlandırdığı bilinmektedir.
‘’Doğu Akdeniz Sorununda Yunanistan Federal Kıbrıs için çalışmaktadır.’’
‘’Azerbaycan – Ermenistan Sorunu’’
Minsk Grubu uzun yıllar başarı sağlayamamıştır.
Bölgede ateşkes sağlayan Rusya Azerbaycan’da asker bulundurma yolunu seçmiştir. Türkiye ise Rusya ile birlikte gözlemci olarak bölgedeki varlığını sürdürecektir.
‘’İsrail ile ilişkiler’’
Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerini bozması sadece Amerika değil, tüm Musevi grupları etkilemiştir.
‘’Avrupa Birliği ile ilişkiler’’
Türkiye – AB ilişkileri dalgalı şekilde ilerlemektedir.
Türkiye’de, ‘’AB Hristiyan Kulübüdür, bizi AB’ye almaları mümkün değildir’’ söylemlerinden sonra tekrar AB’ye dönüş sinyalleri verilmiştir.
Türkiye’de hukuk ve demokrasi yönünde önemli adımlar atılmadığı sürece AB yolunda ilerleme kaydetmesi zor görünmektedir.
Türkiye’nin sorunu yasa çıkarmakta değil, çıkardığı yasaları uygulamaktadır.
AİHM Kararlarına uyulmamaktadır, bu kurallar uygulanmamaktadır. Bu kurallar uygulanmadığı sürece yeni yapılacak yasal düzenlemelerin de başarı sağlayacağı öngörülmemektedir.
Avrupa Birliği için:
Göçmenler Konusu
Gümrük Birliği
Vize Konusu
Kıbrıs
Doğu Akdeniz
Ege Sorunları
Diğer Taraftan,
İnsan Hakları
Demokrasi
Temel Hak ve Özgürlükler
Basın Özgürlükleri konuları her zaman gündem maddeleri olmaya devam edecektir.
Türkiye ‘’Doğu Akdeniz’’ konusunda haklıdır fakat yanlış politikaların getirdiği bir noktadayız.
Türkiye’nin Mısır ve İsrail’de Büyükelçisi olmamasının açıklaması yoktur. Bu konuda ideolojik politikaların etkisinin olduğu görülmektedir. Dış politikada ‘’İhvan’’ ağırlıklı politikanın etkisi büyüktür.
İsrail ile büyükelçi seviyesinde ilişkiler başlayabilir ama Mısır ile bu süreç zor görünmektedir, çünkü Mısır ile yaşanılan gerginlikler iç politikada kullanılmıştır.
Ülkenin çıkarı söz konusu olduğunda, yaşanılan gerginlikleri ülke çıkarlarını etkileyecek boyuta getirmek yanlıştır.
Türkiye ve Libya arasında imzalanmış olan münhasır ekonomik bölge anlaşmasının önümüzdeki dönemde nasıl sonuç vereceği bilinmemektedir.
Suriye’de Esad’la temas kurmak gereklidir. Suriye’nin toprak bütünlüğüne önem verilmelidir. Bununla beraber Türkiye Suriye’ye müdahaleden kaçınmalıdır. Şam Rejimiyle ilişkiler kurulmalıdır.
‘’Rusya ile Pragmatik ilişkiler devam etmektedir’’
Türkiye’nin Rusya ile turizm, doğalgaz, petrol ve ihracat ürünlerini kapsayan 20 milyar dolarlık dış ticaret hacmi mevcuttur ve ekonomik ilişkimiz devam edecektir.
NATO üyesi olarak S-400 sorunu yaşanabilir. Batı’da Türkiye NATO içerisinde sorunlu bir ülke olarak görülmektedir. Hatta Batı medyasında zaman zaman Türkiye’nin NATO içerisindeki üyeliği sorgulanır hale geldi. ABD’de yönetime gelen Biden politikalarını uygularken NATO ile birlikte hareket edeceğini vurguladı. AB yaptırımlarına ise Mart ayında zirvede karar verileceği düşünülmektedir.
Özeti;
Yeni Dış Politika ve Stratejiye ihtiyaç duyulmaktadır.
Türkiye Cumhuriyetinin geleneksel dış politika ilkelerine dönülmelidir.
Barışçı politikalar izlenmeli, iyi ilişkiler tesis edilebilmelidir.
Ortadoğu’da ihtilaflara taraf olmamak gerekir.
Ülke çıkarları ön planda tutulmalı, ideolojiye dayalı dış politikadan kaçınılmalıdır.
Diplomatik bilgi ve birikimden yararlanılmalı, Dışişleri Bakanlığı gibi kurumlar siyasallaştırılmamalıdır.
-Çalkantılar,
-Dönüşler,
-Adaptasyon süreci
başlıkları altında topladı.
‘’Çalkantılar’’
Covid-19 Sürecinde dünyadaki ezberler bozuldu. Tüm dünyada olduğu gibi ABD’de ciddi değişikler yaşandı.
AB, İngiltere’nin Brexit ile birlikten ayrılması sonucunda kurulduğundan beri ilk defa küçüldü ve bu ayrılık dolayısıyla çok kan kaybetti.
ABD-AB ilişkilerinde yeni bir dönem başlamaktadır. Biden’in önceliklerinden biri Transatlantik ilişkilerin güçlendirilmesidir. Türkiye de bir şekilde bu ilişkinin içerisinde olacaktır.
Çin-Rusya ekseninde önemli gelişmeler yaşanmıştır. Çin’in dünyadaki ekonomik gücü giderek artmaktadır. Pasifik Bölgesinde Çin ne derse Rusya’nın o yönde hareket ettiği görülmekte iken, Avrupa, Ortadoğu ve Akdeniz bölgelerinde Çin’in Rusya’yı desteklediği görülmektedir.
Bununla beraber, 2017 yılında bir Çin Savaş gemisinin ilk defa İstanbul ziyareti Çin’in artık Akdeniz’deki varlığını akıllara getirmektedir. Çin gemisi Selanik ve Hayfa Limanına da gitti.
NATO 2030 Stratejisi, NATO’da da değişikler yaşayacağını göstermektedir.
‘’Dönüşler’’
Kutuplaşmadan kaçınılmalıdır.
‘’Biz ne yapıyorsak doğrudur” veya “Biz ne yapıyorsak yanlıştır” gibi kategorik düşünceden uzaklaşılarak siyah ve beyazın yanında gri renklerin varlığı unutulmamalıdır.
AB uyum sürecinde 2003-3004 yıllarından başlayan reformların bir kısmının anayasa referandumundan, bir kısmının 2016 askeri darbe girişiminden sonra geri alındığı görülmektedir.
Stratejik değişiklikler meydana gelmiştir.
Türk Tipi Başkanlık olarak adlandırılan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin içerisinde tek belirleyici vardır.
‘’Adaptasyon Süreci’’
Pandemi sürecinde uluslararası işbirliğinin artacağı düşünülmektedir. Biden’in Dünya Sağlık Örgütüne tekrar dönme isteği de bu düşünceden kaynaklanmaktadır.
‘’Aşı milliyetçiliği’’ kavramı ortaya çıkmıştır. Fransa bu milliyetçiliği yapan ülkelerin başında yer almaktadır. Bu kavram ülkeleri farklı uluslararası ilişkiler boyutuna zorlamaktadır.
Uluslararası ilişkilerin diplomasi boyutunun çok ötesine geçerek doğrudan bireylerin hayatlarına dokunduğu görülmektedir.
Değişen ortama sadece ‘’Türkiye orada nasıl yer bulacak?’’şeklinde bakılmamalı, farklı parametrelerin varlığı da göz önünde tutulmalıdır. E-ticaret, ekonomik ilişkiler, pazara yakınlık bu süreçte önemli rol oynamaktadır. Bunlara ek olarak bilişim yapısı ve dokusu da değişmektedir. Bu durum bilgi patlamasına da sebep olmaktadır. Deyim yerindeyse dünyada ‘’Dijital Rönesans‘’ yaşanmaktadır.
Konuşmacılarımızın ardında karşılıklı soru cevap bölümüne geçildi. İnteraktif şekilde ilerleyen toplantımız 2 saate yakın sürdü.
Moderatörlüğünü Özlem Akarsu Çelik’in üstlendiği İkinci Diplomatik Akıl Toplantısının konuşmacıları: Bosna-Hersek İnsan Hakları Mahkemesi Uluslararası Yargıcı Prof. Dr. Rona Aybay, AİHM Eski Yargıcı Dr. Rıza Türmen ve APM üyesi Büyükelçi (E) Oğuz Demiralp oldu.
Toplantının başında APM adına Büyükelçi (E) Rafet Akgünay’ın bir takdim konuşması yaparak, insan hakları ve demokrasi kavramlarının tarihçesi ve önemini vurgulayan konuşmasının ardından Prof. Dr. Rona Aybay’ın konuşmasıyla devam etti.
Prof. Dr. Rona Aybay, özetle aşağıdaki hususları belirtti:
İnsan Hakları, 1789 Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Beyannamesi Osmanlı Döneminde Hukuk-u Beşer olarak tercüme edilmiştir. O dönemde Hukuk-u Beşer kavramı bireysellikten ziyade Türk Ulusu’nun bir bütün olarak varlığı ve insan haklarının dünyaya karşı savunulması anlamında kullanılmıştır.
İnsan hakları kavramına bakıldığı zaman, sadece gerçek kişiler akla geliyor olsa da, bu kavram dernekler, vakıflar, şirketler gibi kurumları da kapsamaktadır.
Günümüzde insan hakları bir ülkü, bir idealdir çünkü dünyanın bugünkü halini aşarak daha mutlu, huzurlu, barışçıl bir dünyaya ulaşılmasını arzulayanlar için bir araç olarak görülmektedir. İnsan hakları aktivisti olarak adlandırılan kişilerin de dünyanın her yerinde insan haklarının gerçekleştirilmesi için mücadele ettiği görülmektedir. Çeşitli STK’ların da bu mücadele için çalıştığını görüyoruz. Bu tarz örgütler içerisinde farklı amaçla çalışan grupların varlığı da bilinmektedir. Bu örgütlerin içerisinde gelir kaynağı saydam olan örgütlerin saygın olduğunu söylemek mümkündür.
İnsan Hakları kavramının başka boyutu ise, geçim kaynağı oluşturmasıdır. Dünya’nın çeşitli kurumlarında çalışan insanlar var. Bu insanlar için bu kavram iş kapısıdır.
İnsan Hakları kavramı aynı zamanda hukuk dalıdır, ders olarak üniversitelerde okutulmaktadır.
İnsan Hakları kavramının, uluslararası ilişkiler açısından güçlü devletlerin başka devletlerin iç işlerine karışmak, hatta askeri müdahalelere kadar varan boyutunun olduğu da görülmektedir. Burada saygı duyulması gereken idealin çifte standart ve ikiyüzlülük politikaları yoluyla ekonomik ve siyasal çıkarlar uğruna bir araç olarak kullanıldığını da bilmek acı bir gerçektir.
Çifte standartlı insan hakları konusunda bir başka boyut ise, reel politik gerçekliğidir. Bu durum uluslararası alanda ahlak, kuramsal tutarlılık, insancıl değerler gibi kavramları bir tarafa iterek sadece ulusal çıkarları öne çıkaran bir anlayışı ifade etmektedir. Bu kapsamda insan hakları saygı duyulup gerçekleştirilmesi gereken bir ideal değil, ideolojik ve ekonomik açıdan düşman olarak algılanan başka ülkelerin açığını bulup, karşı tarafı zor durumda bırakmak için kullanılan bir araç olarak karşımıza çıkmaktadır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) devletleri insan hakları ihlali iddiaları karşısında bir uluslararası mahkeme önünde savunmaya zorlayan ve yargılayıp hüküm veren bir mahkemedir. AİHM insanlık tarihinde çok önemli bir gelişmedir. Ne yazık ki, verdiği kararların üye devletlerce hafife alınması sonucunda itibarını yitirdiği görülmektedir. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Avrupa Konseyi’nin bugün üye sayısı 47’ye ulaşmıştır. Bu üye devletlerin içerisinde uyumdan söz etmek zordur. Bu devletler arasında bazı ülkelerde fiili savaş yaşanmaktadır. Rusya, Ukrayna, Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan da birbirleri aleyhine AİHM’e başvuruda bulunmaktadır. Gerçek şu ki, İnsan Hakları Hukuku savaş hukuku değildir.
AİHM Eski Yargıcı Dr. Rıza Türmen de şu hususları ifade etti:
İnsan hakları kavramı açısından dönüm noktası 2. Dünya Savaşı sonrasında oldu. 2.Dünya Savaşı sırasında 6 milyona yakın insan öldürüldü ve bu durumda insan hakları ihlallerine karşı uygulanacak hukuk formu yoktu. İnsan Hakları kavramı var olmasına rağmen hukuk normu boyutuna ulaşmamıştı. 2.Dünya Savaşının ardından savaşın galip ülkeleri kitlesel insan ölümlerinin tekrar yaşanmasını engellemek istedi. Bu durumun ilk aşaması Nuremberg Mahkemeleri’nin oluşumudur.
1948 yılında Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Evrensel Bildirisi kabul edildi. Bu bildiri bağlayıcı değildir ama yeni bir dönemin başlangıcıdır. Bu bildiriyle beraber,
• Devlet ve birey arasındaki ilişkiler tanımlandı,
• Birey, Uluslararası Hukukun öznesi haline geldi,
• İnsan Hakları Hukuku bir hukuk normu niteliğine kavuştu,
• Uluslararası sözleşmeler aracılığıyla İnsan Hakları koruma altına alındı,
• İnsan Hakları kavramı genişledi. 1. Kuşak Haklarına ek olarak 2. ve 3. Kuşak Haklar da ortaya çıktı.
• Son zamanlarda teknolojik iletişim araçlarının gelişmesiyle beraber, insan hakları kavramı Global Kamuoyu oluşturdu.
• Demokrasi ile insan hakları kavramları arasında güçlü bağ ortaya çıktı.
İnsan Hakları kavramının eksik noktalarını sayarsak; Bu kavram uygulama alanında yarım kaldı çünkü normlar uluslararası düzeyde olmasına rağmen uygulama ulusal düzeyde kaldı. AİHM bu durumun istinası olarak düşünülebilir. Çünkü AİHM’de birey devlete karşı dava açabilir konuma geldi, diğer istisna ise AİHM kararlarının bağlayıcı olmasıdır.
Günümüzde haklara sahip olma kavramının ‘’prekarya’’ kavramıyla ele alınması gerekmektedir. Aynı zamanda vatandaşlara tanınmış haklardan yoksun bırakılmış kişileri, medeni, kültürel, siyasi, sosyal ve ekonomik haklardan yoksun bırakılanları da kapsamaktadır. Mülteci ve göçmenlerin prekaryalaşmanın somut örneği olarak hakları olmadığı görülmektedir. Çünkü Türkiye Cenevre sözleşmesine çekince koymuştur. Yine Türkiye’de prekaryalaşma hak öznesi olamamaktadır. Taşeron işçiler bu gruplardan birisidir.
Büyükelçi (E) Oğuz Demiralp şunları belirtti:
İnsan Hakları Diplomatlığı, bir taraftan başka ülkeleri eleştirirken, diğer taraftan ülkenizin geleceği için reform telkinlerinde bulunmanızı gerektirir. Dolayısıyla ülke içerisinde, cesur olup, reform ve telkinler ile uygulamayı iyileştirmeyi istemeyi de gerektiren bir görevdir. Dışişlerinin içişlerine dönük yönü, insan hakları ve demokrasi konusunda misyon yürütüyor olmasıdır. İnsan Hakları Kavramı, 2. Dünya Savaşından sonra diplomasinin konusu haline gelmiş olsa da bu kavramın, Osmanlı Dönemi’nden itibaren dışişlerinin görev alanına girdiği görülmektedir. İnsan Hakları kavramı, 1856 yılında Avrupa Uyumu olarak adlandırılan örgüte katılmamızdan Lozan’a kadar diplomatlarımızın yakından ilgilendiği konu olmuştur. Cemiyet-i Akvam’da dahi azınlık hakları için oluşturulmuş, azınlık haklarını denetlemekle görevlendirilmiş sekretarya görülmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan itibaren azınlık hakları kavramının önemli bir yerde bulunduğu görülmektedir.
2. Dünya Savaşından sonra İnsan Hakları Kavramı diplomasinin konusu haline gelmiştir. Bu kavramın Uluslararası ve Bölgesel Forumlar ile devletlerarası ikili ilişkilerde yürütüldüğü görülmektedir.
• Uluslararası ve Bölgesel Forumlarda, tematik denetim yapılmaktadır. Ülkeler birbirlerini bu forumlarda değerlendirmektedir. BM bünyesinde periyodik denetimler yapılmaktadır. Her ülke 4 senede bir kendi ülkesinden raporlar sunmaktadır. Buradaki temel amaç devletlerarası eşitliği sağlamaktır. Bu forumların hukuki açıdan en önemli sonucu Uluslararası Ceza Mahkemesinin kurulmuş olmasıdır. Siyasi açıdan önemi ise ‘’devletler vatandaşlarının insan haklarını korumalıdır’’ yükümlülüğünü oluşturmuş olmasıdır.
• İkili devletlerarası ilişkilerde de insan hakları konusunun ele alındığı görülmektedir. Devletler bunu açıklama yaparak ya da kınama yoluyla yapmaktadır. Ayrıca İnsan Hakları kavramı ikili ilişkilerde koşul olarak ileri sürülmektedir. İstatistiklere bakıldığında ise bu yöntemlerin işe yaradığı görülmektedir.
Özetlemek gerekirse, İnsan Hakları kavramı konusunda devletler birbirinin kurdudur ve bu kavram her zaman karşı tarafı vurmak için kullanılır. İnsan Hakları alanında devletin kendisini korumasının tek yolu insan hakları kavramına gerekli önemi vererek bu konuda bir açık yaratmamasıdır.
Katılımcılar daha sonra toplantıya katılan 180 katılımcının sorularını cevaplandırdı.