İki adım ileri, bir adım geri tempoyla seyreden Türkiye İsrail arasındaki yakınlaşma süreci geçtiğimiz haftalarda yaşanan gelişmeler neticesinde bir kez daha gündeme oturdu. Önce, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkmenistan dönüşü uçakta yaptığı değerlendirmelerinde yakın zamanda Birleşik Arap Emirlikleri’ne iade-i ziyarette bulunacağı müjdesini verdi ve ilişkilerin iyileştirilmesi yönünde benzer adımların İsrail ve Mısır’la da atılacağını ekledi. Cumhurbaşkanı’nın beyanatından bir gün sonra Haaretz gazetesinde yayınlanan söyleşide İsrail Dışişleri Bakanlığı Direktörü Alon Ushpiz: “Size şu kadar zaman zarfında Türkiye’nin Büyükelçisi burada olacaktır diyemem. Ama iki hafta öncesine kıyasla Türkiye-İsrail ilişkilerinde düzelme potansiyeli mevcut,” dedi.
Aslında yalnızca birkaç hafta önce gazete manşetleri, İstanbul’da tatil yaparken casusluk suçlamasıyla gözaltına alınan İsrailli çiftin haberleriyle çalkanıyordu. Natali ve Mordi Oknin, İsrail’in yürüttüğü sessiz ancak yoğun diplomatik temaslar neticesinde Türk yetkililerce serbest bırakılmıştı. Çiftin ülkesine dönüşü ardından İsrail Başbakanı Naftali Bennett, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı arayarak teşekkür etmişti. Bu telefon görüşmesi, Bennett’in Haziran ayında yemin ederek göreve başlamasından bu yana, liderler arası kurulan ilk doğrudan temastı. Anlaşılan Türk tarafı, bu olayın ertesinde İsrail ile canlanan diyalog sürecini ilerletmekten yana. Peki neden şimdi? Değişen koşullar neler? Ve daha da önemlisi, 2022 yılına yaklaştığımız şu günlerde Türkiye-İsrail ilişkilerinde bu kez kalıcı bir normalleşmeden bahsetmek mümkün mü?
Konuya girmeden önce bir noktayı açıklığa kavuşturmak yerinde olur. Her ne kadar uzlaşma niyetini yansıtması bakımından önem arz etse de, Türkiye’nin İsrail’e büyükelçi yollaması aslında teknik bir mesele. Zira, 2018’de büyükelçi geri çekilirken, diplomatik ilişkilerin seviyesinde herhangi bir değişikliğe gidilmedi. Dolayısıyla, bu konu büyük ölçüde Ankara’nın inisiyatifinde. Büyükelçi gönderilmesi muhakkak ki İsrail tarafında da karşılık bulacaktır. Bu açıdan bakıldığında, aslında İsrail Dışişleri’nin 2021 başında Büyükelçi İrit Lillian’ı Ankara Büyükelçiliğine Maslahatgüzar olarak atamış olması ikili ilişkilere verilen önemin bir göstergesi olarak görülebilir.
Tercih mi yoksa zorunluluk mu?
Türkiye, İsrail de dahil olmak üzere bölge ülkeleriyle bozuk olan ilişkilerini onarmak amacıyla başlatmış olduğu diplomatik girişimlere bir süredir hız vermiş görünüyor. Dış politikada gecikmeli de olsa gerçekleşen bu U-dönüşünün ardında gerek uluslararası gerekse iç siyasetteki gelişmelerin payı olduğu söylenebilir. Bu bağlamda, Ortadoğu’da şekillenmekte olan yeni dengeler Türkiye’nin normalleşme çabaları için uygun bir zemin sunmakta. Öyle ki, ABD’nin Çin ve Rusya ile kızışan güç mücadelesi arka planında, Ortadoğu’ya olan ilgisinin göreceli olarak azaldığı algısı bölge ülkelerini kendi aralarında çatışma noktalarını azaltarak ilişkilerini çeşitlendirmeye itiyor. Öte yandan, nükleer bir İran ile komşuluk olasılığı -ki İran mevcut pozisyonunu değiştirmediği takdirde kaçınılmaz görünüyor- yine bölge ülkelerini güvenlik konusunda işbirliğine teşvik etmekte.
İç ve dış siyaset geçişkenliği çerçevesinden bakıldığında da belli bir ton değişikliğinden bahsetmek mümkün. Bu açıdan, başta ekonomik kriz olmak üzere iktidarın elini zorlayan sorunlar karşısında, İsrail karşıtı söylemin, seçmen tabanını mobilize etmek bakımından işlevselliğini büyük ölçüde yitirmiş olmasının ilişkilere dolaylı etkisi göz ardı edilmemeli. Bunun yerine, pozitif bir söylem üzerinden geliştirilecek “diplomatik bağlarını onaran, bölgedeki yumuşak gücünü tesis eden Türkiye” anlatısının gelecek seçimde daha geniş kitlelerce karşılık bulma olasılığı değerlendiriliyor olabilir.
Türkiye-İsrail İlişkilerinde Yeni Normal
Kuşkusuz, ikili ilişkilerde normalleşmeye dair her iki tarafın da birtakım beklentileri bulunmakta. Türkiye açısından, İsrail ile diplomatik diyaloğun sağlıklı şekilde yeniden tesis edilmesi, her şeyden önce ülkenin bölgesel yalıtılmışlığını azaltarak, dış politikada manevra kabiliyetini artıracaktır. Daha geniş bir perspektiften bakıldığında, Ankara normalleşme adımları neticesinde, bölgedeki rakiplerine (başta Yunanistan ve Mısır) kaptırdığı etki alanını geri almayı amaçlıyor. Bu bakımdan, Doğu Akdeniz’deki deniz sınırlarının yeniden çizilmesi ve hali hazırda imzalanmış uluslararası anlaşmaların çıkarlara uygun şekilde revize edilmesi gibi hedeflerden vazgeçilmiş değil. Ancak İsrail, bölgede edindiği yeni müttefiklerini, Türkiye ile ilişkilerin düzelmesi karşılığında gözden çıkarmaya razı görünmüyor. Geçtiğimiz son on yılda, özellikle İbrahim Anlaşması’nı takiben, Ortadoğu’nun jeostratejik görünümü büyük ölçüde değişti ki bu durum aynı zamanda Türkiye-İsrail ilişkilerindeki güç dinamiklerini de belli ölçüde İsrail lehine değiştirdi.
Yine de, bölgenin Arap olmayan üç ülkesinden ikisi olan Türkiye ve İsrail’in, Ortadoğu’da güven ve istikrara dayalı bir düzen kurulması konusunda çıkarları büyük ölçüde örtüşüyor. Türkiye-İsrail ilişkilerini de kapsayan normalleşme adımları, Türkiye’nin orta-uzun vadede Doğu Akdeniz’deki ABD destekli güvenlik eksenine eklemlenmesinin önünü açacağından, bu yönde yürütülen diplomatik girişimler gerek Washington gerekse Londra’dan destek buluyor.
Geliştirilmeyi bekleyen işbirliği potansiyeli
Türkiye ve İsrail, ticaret, istihbarat paylaşımı, enerji işbirliği ve savunma gibi pek çok alanda işbirliğinin geliştirilmesinden karşılıklı fayda sağlayacaktır. Nitekim iki ülke, geçtiğimiz on yıllık zaman zarfında ilişkileri kompartmantelize etmeyi başarmış ve bu sayede karşılıklı ticaret hacmi siyasi krizlere rağmen, büyümeye devam etmiştir.
Türkiye açısından, İsrail, Washington ile iyi ilişkiler tesis edilmesinde daima aracı bir rol oynamıştır. F-35 programından çıkarılmasının ülke savunmasında doğurduğu zararı telafi etmek amacıyla hükümetin son dönemde Biden yönetiminden F-16 satışı ve mevcut F-16 uçaklarının modernizasyonuna ilişkin talepte bulunduğu biliniyor. Ankara, İsrail ile ilişkilerin yoluna koyulması neticesinde, tıpkı geçmiş yıllarda olduğu gibi, Kongre’deki Türkiye karşıtı havanın giderilmesi için Washington’daki İsrail yanlısı lobilerin desteğini almayı bekliyor olabilir. Böylesi bir desteğin çeşitli konularda Türkiye aleyhine kampanya yapan lobilere karşı dengeleyici bir etkisi olacaktır. Tüm bunların yanı sıra, İsrail ile dengeli ilişkiler geliştirilmesinin, Türkiye’nin Filistin meselesinde yapıcı ve etkin bir rol oynamasını mümkün kıldığını da eklemek gerek.
İbrahim Anlaşması, Türkiye’nin İsrail ile Arap Dünyası arasında diyalog sağlayıcı rolünü, avantajlı konumunu zayıflatmış olabilir. Ancak gerek Müslüman çoğunluklu nüfusa sahip aynı zamanda NATO üyesi oluşu, gerekse jeopolitik konumu(İsrail’in hasımları İran ve Suriye’ye komşu olması)Türkiye’yi İsrail nezdinde önemli bir müttefik kılmaya devam edecek. Bu durum, ilişkilerin dibe vurduğu zamanlarda dahi neden İsrail’in diyalog kanallarını daima açık tuttuğunu ve Ankara’dan son dönemde gelen ılımlı mesajlara-çeşitli çekincelere rağmen- aynı şekilde karşılık verdiğini açıklıyor. Ancak İsrail tarafı aynı zamanda iktidarın Hamas yanlısı yaklaşımında ısrarcı olduğu sürece, iki ülke arasında geliştirilecek işbirliğinin sınırlarının da bilincinde görünüyor. Bu bakımdan, Hamas’ın ülke içindeki faaliyetlerini kısıtlayıcı birtakım tedbirlerin alınmasının Türkiye-İsrail arasındaki uzlaşma süreci üzerinde hızlandırıcı etkisi olabilir.
Son tahlilde, uzlaşma sürecinde gerçek anlamda ilerleme kaydedilmesi her iki tarafın da ortak paydada buluşma konusunda samimiyet ve tutarlılık göstermesine bağlı. İşbirliğinin karşılıklı çıkarlar temelinde geliştirilmesi, ikili ilişkileri Filistin meselesinin ipoteğinden çıkararak, krizlere dayanıklı kılacaktır. Atıl kalan işbirliği potansiyelinin değerlendirilebilmesi içinse, her şeyden evvel karşılıklı güvenin yeniden tesis edilmesi gerekiyor.