Küba Komünist Partisi’nin 8. Kongresi, 16 Nisan günü, başkent Havana’da toplandı. 89 yaşındaki, Partinin Birinci Sekreteri Raul Castro, daha önceden duyurduğu çerçevede görev süresini uzatmadı ve Kongrenin ilk günü kendisini emekliye ayırdı. Yerine, beklenmedik bir sürpriz olmadığı takdirde, 60 yaşındaki genç lider Miguel Mario Diaz-Canel seçilecek. Komünist Partisinin en üst organı Politbüro üyesi eski tüfeklerin de görevden ayrılmaları kesin gibi. Yeni Politbüronun tamamı muhtemelen devrimden sonra (1959) doğan genç politikacılardan oluşacak.
Raul Castro, 2018 yılında, devlet başkanlığı görevini Diaz-Canel’e devretmiş, ancak Partinin birinci sekreteri görevini müteakip kongreye kadar muhafaza etmeyi tercih etmiş idi. Şimdi, ülkenin en yetkili ve önder kuruluşu olan Parti’nin en kudretli koltuğunu genç lidere devretmesi söz konusu.
Eğri oturalım, doğru konuşalım: Birçok alanda başarılarını takdir ettiğimiz Küba’da ekonominin yolunda gittiğini söylemek mümkün değil. 2017 yılından itibaren ekonomik sorunların daha da ağırlaştığını, başka bir deyişle, sokaktaki Kübalının sıkıntılarının son bir kaç yıldır hızla arttığını izliyoruz.
Ekonomik kötü gidişin nedenlerine baktığımızda üç temel sebep karşımıza çıkıyor:
- Uzun yıllar ülkenin petrol ihtiyacının yarısını çok müsait koşullarda (petro caribe) karşılayan dost ve müttefik Venezuela’nın 2015 yılından itibaren ekonomik krize girmesi,
- Başkan Obama’nın Küba açılımı sayesinde ABD-Küba ilişkilerinde kaydedilen ilerleme ve kazanımların Trump’ın gelişiyle birlikte sona ermesi, Küba’ya ilave yaptırımlar uygulanması,
- Covid-19 nedeniyle turizmin darbe alması, turizm gelirlerindeki düşüşün ülkeyi döviz dar boğazına itmesi, dış borçların ödenememesi.
Yukarıdaki paragraftan, Küba ekonomisi iyi giderken 2017 sonrası ortaya çıkan koşullar nedeniyle aniden kötüye gidiş başladı manasında bir izlenim verirsek yanlış olur. Küba ekonomisinin yapısal ve kalıcı mahiyetteki bazı sorunları, 1960’lardan itibaren uygulanan “Sovyet tipi” ekonomik sistemden miras kalmıştır. İktidarı, 2006 yılında, sağlık sorunlarıyla karşılaşan Fidel Castro’dan devralan Raul Castro yönetimi, ülke ekonomisinin karşı karşıya bulunduğu kronik sorunları çözmek üzere büyük çabalar sarf etmiş ve kapsamlı reform programları uygulamaya koymuştur (Küba yönetimi bu programları reform olarak adlandırmaktan nedense kaçınmış ve sosyal ve ekonomik modelin güncellenmesi şeklinde nitelendirmiştir). Bu çerçevede, kamu iktisadi teşebbüslerine kar edebilmeleri amacıyla otonomi sağlanmış, tarımda kooperatiflerin ve özel sektörün önü açılmış, İspanyollar ile ortak turizm yatırımları gerçekleştirilmiş, yabancı sermayeyi teşvik edici mevzuat kabul edilmiştir. Söz konusu reformlar, 2011 ve 2016 yıllarında toplanan Küba Komünist Partisi’nin 6. ve 7. kongrelerinde onaylanmıştır.
Diaz-Canel’in, Raul Castro döneminde başlatılan ekonomik reformları daha da ileriye taşıdığını memnuniyetle takip ediyoruz. Genç liderin, üretimin artmasına öncelik verdiğini, bu amaçla özel sektöre ve kooperatiflere yeni imkanlar sağladığını, yıllardır süren bir garabeti, ülkede tedavülde bulunan iki ayrı para birimini, (CUC ve CUP) uzun yıllar sonra, tek bir para biriminde birleştirdiğini izliyoruz.
Doğrusu, Havana görevimden önce (2012), Küba’da iki ayrı para birimi kullanıldığının farkında değildim. CUC, 1994 yılında, iktisadi buhran ve döviz kıtlığı karşısında ülkeyi dış dünyaya ve turizme açmak mecburiyetinde kalan Fidel Castro tarafından yaratılmış. Ülkedeki yabancılar ve turistler, ABD dolarına eşitlenen CUC (Convertible Cuban Peso) kullanırken, Küba halkı geleneksel para Küba pezosu CUP’u (moneda nacional) kullanmayı sürdürmüş, iç piyasada 1 CUC, 24 CUP’a eşitlenmiş, devlet, memur ve işçilerin maaşlarını CUP üzerinden ödemiş; yurt dışından ithal mallar satan zincir marketlerde ise ürünler CUC üzerinden fiyatlandırılmış. Havana’da gezinen turistlerin, yerel pazarlara gidip, taze meyve sebze almadıkları takdirde, CUP diye bir para birimi olduğunu duymadan ülkelerine geri döndüklerine çok şahit oldum. Zaman içinde, çok sayıda temel gıda maddesinin sadece marketlerde ve CUC ile satılmaya başlanılması üzerine, Küba halkının maaşının bir kısmını CUC’a çevirerek alışveriş yapmak durumunda kalmasının yarattığı yaygın rahatsızlık neticesinde, marketlerde CUC yanında CUP kullanımına da (2015 yılı olsa gerek) izin verildiğini hatırlıyorum. Bir ülkede iki ayrı para biriminin tedavülde olmasının, bütçe ve muhasebe işlemleri açısından, istatistiki veriler bakımından, ne denli güçlüklere ve sakıncalara yol açtığını açıklamaya gerek yok. Havana’da bulunduğum dönemde, Raul Castro yönetimi, CUC’ un kaldırılacağını defalarca ilan etmesine rağmen, bu zor ve hassas operasyon hep ertelendi. Sonunda, 2021 başında CUC tedavülden çekildi, 1 ABD doları 24 CUP’a eşitlendi.
Böylece, Küba parası seneler sonra devalüe edilmiş oldu. Kalkınmakta olan ülkeler, paralarını devalüe ederek, rekabet güçlerini ve ihracatlarını arttırmaya çalışırlar, ancak yan tedbirler alınmaz ve hesaplar iyi yapılmazsa, devalüasyonun yol açtığı enflasyon kazançları götürür. Halen Küba’dan yansıyan görüntüler, maalesef devalüasyonun beklenen sonuçları vermediği yönünde; fiyatlar artmış, döviz sıkıntısı had safhada, Küba pezosunun değeri, karaborsada ABD doları karşısında yarıya düşmüş vaziyette. Genç lider Diaz-Canel’in siyasi cesaret gerektiren mali icraatının, Covid-19 nedeniyle global düzeyde ortaya çıkan ekonomik güçlükler dönemine denk gelmesi büyük bir talihsizlik. Küba halkının bir süre daha, kuyruklarda sıkıntı çekeceği anlaşılıyor.
Yukarıda özetlenen zorlu ekonomik tablonun arka planı oluşturduğu bir dönemde gerçekleştirilen Küba Komünist Partisinin görkemli 8. Kongresinden beklentiler bu defa hayli yüksek. Halk artık plan ve program laflarını duymak istemiyor. Tarım ve hayvancılığa son derece müsait bir iklime ve bereketli topraklara sahip bu Karayip adasında, temel gıda ürünlerinin, marketlerde, makul fiyatlarla ve yeterli miktarlarda, düzenli biçimde satışa sunulamaması karşısında, halkın sergilediği sabır ve anlayışın bir sonu olsa gerektir.
Küba devriminin özellikle sağlık ve eğitim alanında kaydettiği büyük başarıyı bir kenara altını çizerek koyalım ve diğer alanlara göz atalım: Küba, Latin Amerika’nın en güvenli ülkesi olmaya devam etmektedir. Castro’ların ülkesi, uluslararası ilişkiler alanında da dünyanın saygın ülkeleri arasına dahildir. Kübalı doktorlar dünyanın dört bir yanında insanlara hizmet ederler. Spor ve kültür faaliyetleri sıralamasında Küba’nın adı Latin Amerika’da yine ön sıralardadır. Buna mukabil sadece 11 milyon nüfuslu ve eğitim seviyesi gayet yüksek bu ülkede, et ve süt ürünleri (yumurta dahil), inşaat malzemeleri (boya vs.), araba lastiği gibi, şu an aklıma gelmeyen alelade ürünler, maalesef, bir türlü düzenli biçimde tedarik edilemez (Küba’dayken Malta adlı çok farklı çok hoş bir içecek keşfetmiştim, marketlerde bir gün bulunur, ertesi gün kaybolurdu). Gıda maddeleri bakımından, yapılan tüm planlamalara, ilan edilen onca hedeflere rağmen, ülke, bir türlü kendi kendine yeterli hale gelememiştir (her yıl 2 milyar dolar tutarında gıda ithal edilmektedir).
Covid-19 pandemisinin hepimizi perişan ettiği şu günlerde, ümidimizi büyük ölçüde aşıya bağladık. ABD, Almanya, İngiltere (İsveç ile ortaklaşa), Rusya, Çin ve Hindistan dışında, Covid-19 virüsüne karşı, 2021 nisan ayı itibarıyla, aşı üretmeyi başaran yegane ülke galiba Küba. Geçtiğimiz mart ayında tüm sağlık çalışanlarına kendi ürettiği Soberana 2 adlı aşıyı uygulayan, yaz aylarına kadar nüfusun tamamına aşı yapacağını duyuran Küba’nın, ekonomik alanda da, benzer başarıları sergilemesini temenni edelim ve Biden yönetiminin, gecikmeden, başkan Obama’nın başlattığı Küba açılımını, Trump tarafından durdurulan safhasından daha ilerilere taşımasını dileyerek noktayı koyalım.