Neden Körfezde Buluşma?
Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yoğun İHA ve füze saldırıları düzenlediği, son olarak İran-İsrail çatışmasının Ortadoğu’da mevcut gerilimi arttırdığı ve bölgeye ilişkin yeni bir düzen arayışının hız kazandığı, ayrıca Azerbaycan-Rusya ilişkilerinde de tansiyonun yükseldiği bir dönemde, Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev ile Ermenistan Başbakanı Paşinyan 10 Temmuz’da Abu Dabi’de bir kez daha bir araya gelerek II. Karabağ Savaşı sonrasında başlayan kalıcı barış arayışına yeni bir halka eklediler.
İki liderin beş saat sürdüğü açıklanan görüşmelerinde ülkeleri arasındaki sınırlandırma çalışmalarının devam etmesi, Mart 2025’te üzerinde mutabık kalınan barış anlaşması metninin paraflanması, Zengezur koridorunun geleceği ve heyetler arasındaki ikili üst düzey temasların sürdürülmesi suretiyle güven arttırıcı adımlar atılması gibi hususlarda mutabık kaldıkları görüşme sonrası yayımlanan bir basın açıklamasıyla duyuruldu.
İkili çerçevedeki doğrudan görüşmelerin, Moskova, Washington, Brüksel veya Ankara’da değil de neden Abu Dabi’de yapıldığı yurtiçinde ve dışında kimi çevrelerin merakını celbetti. Bu çevreler, bütüncül resme bakıldığında Ortadoğu’yla, dolayısıyla İran’la da olan bağlantıları dolayısıyla BAE’nin, Güney Kafkasya’ya özgü sayılabilecek bu bölgesel sorunun çözümünde de en azından liderler arası görüşmelere ev sahipliği yapmak suretiyle rol almak istemesinin arka planını görmezden geldiler.
BAE’nin, hidrokarbon kaynaklarından elde ettiği gelirlerin sağladığı ekonomik gücü, özellikle İran’dan ve kendi rejiminin bekasına yöneleceğini değerlendirdiği Müslüman Kardeşler ve benzeri oluşumlardan algıladığı tehditi de dikkate alarak bölgedeki nüfuzunu yaymaya tahvil ettiği gözlenebilen bir olgu. Bu çerçevede, çeşitli çatışma bölgelerinde, son yıllarda atılan karşılıklı adımlara rağmen Türkiye’yle ayrı saflara düştüğü ve Türkiye’deki yönetim çevreleriyle arasındaki mesafeyi ilişkileri bozmadan olabildiğince korumaya çalıştığı diğer bir gerçeklik.
Abu Dabi buluşmasını mümkün kılan bir etken de Bakü ve Erivan’da, iki ülke arasındaki barış sürecine üçüncü tarafların ve Azerbaycan’ın lağvedilmesini istediği Minsk Grubu üyelerinin müdahil olmamaları yönünde hâkim olan ortak anlayış. Hasılı, her iki ülke bundan böyle barış görüşmelerini ikili çerçevede doğrudan görüşmek hususunda mutabakat halinde. Bu bağlamda, bölge ülkesi olmakla birlikte Türkiye’nin halen varlığına son verilmemiş Minsk Grubu’nun üyesi olduğu anımsanmalı.
Ankara Sürecin Neresinde?
Güney Kafkasya’nın bir parçası olan Türkiye, Azerbaycan-Ermenistan barış sürecinin içinde doğrudan veya dolaylı bir aktör olmayı bölgeye dönük pozisyonunda sürekli gündeminde tutabilmiştir. Bu çerçevede, Azerbaycan-Ermenistan arasında biran evvel kalıcı barışın sağlanması Türkiye’nin, Güney Kafkasya ve Orta Asya’ya yönelik stratejisi açısından elzemdir ve ulusal çıkarlarıyla doğrudan örtüşmektedir. Esasen bu temel tutumun Bakü tarafından bilinmediği varsayılamaz. Diğer yandan, Azerbaycan’ın da ilerleyen barış sürecinde zaman zaman Ankara’nın bakış açısından ayrılabilen kendi ulusal çıkarlarını kollamaya çalıştığı görülmektedir. Bu durum, sadece Güney Kafkasya’daki barış süreci bakımından değil, örneğin Ankara’nın İsrail’le ilişkilerinde sergilediği yaklaşıma Azerbaycan’ın Türk kamuoyunun büyük bölümünde rahatsızlık yaratan bakışı açısından da geçerlidir. Bunu dikkate alan Azerbaycan liderliği, örneğin Suriye’deki son gelişmeler karşısında Türkiye ve İsrail’den yetkililerin katılımıyla iki ülke arasında çatışmasızlık mekanizmasını görüşmek üzere 10 Nisan’da Bakü’de bir toplantı düzenlemek aracılığıyla kolaylaştırıcı bir rol üstlenmiştir.
Abu Dabi görüşmelerinin hemen öncesindeki gelişmelere bakıldığında esasen Türkiye’nin, sözkonusu doğrudan görüşmelere ev sahipliği yapmamakla birlikte, perde gerisinden de olsa, gelişim halindeki barış sürecinde kendisine yer edindiğini gözlemek mümkündür. Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev’in 19 Haziran’da; Ermenistan Başbakanı Paşinyan’ın ise bir gün sonra bu düzeydeki ilk resmî ziyaret için 20 Haziran’da Türkiye’ye yaptıkları ziyaretler kayda değerdir. Bu ziyaretler vesilesiyle Azerbaycan-Ermenistan barış sürecinin ve Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde normalleşmenin (iki ülke arasında kapalı olan sınırın açılması ve karşılıklı olarak diplomatik temsilcilikler açılması) ele alındığından şüphe duyulmaması gerekir. Bu perspektiften bakıldığında Ankara’nın bu iki meseleye dair yaklaşımının, Abu Dabi’deki liderler görüşmesi öncesinde her iki tarafa da aktarıldığını varsaymak gerekir.
Barış Süreci Ne Yöne Evrilebilir?
Abu Dabi liderler görüşmesi öncesinde Rusya’nın Gümrü/Ermenistan’daki askerî üssüne takviye birlikler gönderdiği yolunda Ukrayna askerî istihbaratı kaynaklı bir haber her ne kadar Ermenistan tarafından tekzip edildiyse de, Moskova’nın Güney Kafkasya’daki gelişmeleri mercek altında tuttuğundan şüphe duyulmaması lazım gelir. Diğer yandan, yaklaşık dört yıldır Ukrayna’yla olan savaşını sürdüren Rusya, Suriye’de Esad rejiminin devrilmesiyle birlikte oradaki iki askerî üssünden (Tartus ve Hymeymim) çekilmek sürecini başlatmak zorunda kalmıştır.
Ukrayna’daki savaşa odaklanan ve kaynaklarını bu savaşı sürdürmek üzere seferber eden Rusya’nın, Azerbaycan ve Ermenistan üzerindeki nüfuzunun aşınmaya uğradığı bir dönemden geçilmektedir. Bu gözleme karşın Rusya’nın iki Güney Kafkasya ülkesi (Azerbaycan ve Ermenistan) arasındaki barış sürecinde oyun bozucu bir rol üstlenip üstlenmeyeceği geçerli bir sorudur. Benzer bir gözlemi, İsrail ve ABD’yle başı dertten kurtulamayan İran için de yapmak mümkündür. Bu tabloya barış sürecine karşı direnç sergileyen Ermenistan’daki aşırı milliyetçi çevreler ile Ermeni diasporasının belli kesimlerinin uzlaşmaz tutumlarını da eklemek gerekir.
Genel resimdeki olumsuz etkenlere karşın mevcut uluslararası koşulların hem Rusya hem İran’ı, Türkiye dahil Azerbaycan ve Ermenistan’la iyi komşuluk ilişkilerini tercih etmeye zorladığını öngörmek gerekir.
Paşinyan yönetiminin bölgede uzlaşmaya açık ve normalleşmeyi önceleyen yaklaşımının, Ermenistan’ın iç bünyesinde ve diaspora nezdinde ne ölçüde kabul göreceği de belirsizliğini halen koruyan bir diğer önemli etkendir. Bu çerçevede, Ermenistan yöneticilerinin, sözkonusu iki kesimi barış sürecine olumlu bakmaya yakınlaştırmaları gayretlerini aralıksız sürdürmeleri toplum destekli barışın sağlanması için elzemdir.
Güney Kafkasya’nın şüphesiz önemli aktörlerinden biri olan Gürcistan’ın bölgeye dönük meşru çıkarlarını da göz ardı etmeden Türkiye-Azerbaycan-Ermenistan üçlü ilişkilerinin, karşılıklı mutabakatlarla daha da ileri bir noktaya taşınmasının öncelenmesi şimdi daha da önemli hale gelmiştir. Bu anlayıştan hareketle Azerbaycan-Ermenistan barış anlaşmasının sonuçlanması ile Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleşmesinin tercih değil zorunluluk olduğu gerçeği kabul görmelidir. Zamanın ruhu bunu gerektirmektedir. Kısa bir dönem öncesine kadar Ermenistan’la ilişkilerde çatışmayı çağrıştıran bir söylemi yeğleyen Azerbaycan liderliğinin, sırasıyla Kahramanmaraş, İstanbul ve Abu Dabi görüşmeleri sonrasında daha mutedil ve sonuç odaklı bir söyleme yöneldiği gözlenmektedir. Bu yaklaşımını, Türkiye’nin bölgesel çıkarlarını da gözeterek ileride de sürdürmesi, dolayısıyla an itibarıyla gözlenen tutarlılığını koruması umulur.
Ne yapmalı?
Türkiye, Azerbaycan ve Ermenistan, mevcut uluslararası koşullar ile bölge ve bölge dışı denge ve dinamikleri de dikkate alarak bölgeye özgü olmak üzere Güney Kafkasya’da kalıcı barışın temellerini sağlamlaştırmak sorumluluğuyla karşı karşıyadır. Son dönemde meydana gelen gelişmeleri kendi ideolojileri çerçevesinde dar bir açıdan görüp, Türkiyenin doğu kuşağında bulunan Güney Kafkasya ve Orta Asya hattındaki uzun dönemli çıkarlarıyla uyumlu, Ermenistan’ı da kapsayacak bölgesel bir barış ortamını “dış güçlerin” oyununa bağlamayı yeğleyen çevrelerin uzak görüşlülükten mahrum bir yolda ilerledikleri gözlenebilmektedir. Ermenistan’ı, ortaya çıkması mukadder olan bir barış ve istikrar havzasında sadece dar ölçekli ekonomik-ticarî ölçekte değerlendirip, Türkiye-Ermenistan ilişkilerini bu kısıtlı alana hapseden yaklaşımların da, meseleye jeostratejik ve jeopolitik bir bakış açısından yaklaşmakta zorlandıkları görülmektedir. Ankara, bu iki ana yaklaşımın da ötesine gidecek, Türkiye’ye stratejik anlamda daha fazla nüfuz kazandıracak büyük resmî gözden kaçırmamalıdır. Bu çerçevede, Azerbaycan-Ermenistan barış anlaşmasının ivedilikle, mümkünse 2025’te imzalanmasında öncü rol oynamalıdır.
Üç bölge ülkesi arasında yapılan son görüşmeler temelinde Türkiye ve Ermenistan arasındaki üst düzeyli resmî temaslara devam olunmalıdır. Zamanlaması karşılıklı olarak belirlenmek suretiyle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Erivan’a bir iade-i ziyaret yapması düşünülmelidir.
Türkiye ve Ermenistan’ın karşılıklı olarak atadıkları Özel Temsilciler vakit geçirmeksizin yeniden bir araya gelmeli ve liderler düzeyinde son dönemde mutabık kalınan hususlarda ilerlemeler sağlamakla yetkilendirilmelidir.
Türkiye-Azerbaycan-Ermenistan ilişkilerinin normalleşmesi sürecinde ikili ve üçlü çerçevelerde hükûmet dışı kuruluşların kendi aralarında düzenleyecekleri faaliyetlere de hız kazandırılmalıdır. Sivil toplum kuruluşlarının temaslarından ortaya çıkabilecek sinerjinin resmî makamlar arasındaki görüşmelere yeni perspektifler sunmasının önü daha fazla açılmalıdır.
Abu Dabi görüşmesi sonrasında Türkiye’nin de teşvikiyle Azerbaycan-Ermenistan arasındaki temasların, iki ülke arasında kalıcı barış anlaşmasının imzalanmasını doğuracak bir anlayışla sıklaştırılması da öngörülmelidir. Bunun için Ankara’nın, Minsk Grubu üyeliğinden çekilerek, Ermenistan iç siyaseti bakımından hassasiyet arz edebilecek yönleri bulunmakla birlikte, Azerbaycan-Ermenistan arasında gelecekte yapılacak temaslara ev sahipliği yapması düşünülmelidir.
Kısa vadede sonuç vermesi muğlak görünse de, Azerbaycan-Ermenistan barış anlaşmasının önünde Azerbaycan’ın toprak bütünlüğü açısından engel olarak duran Ermenistan anayasasından Ermenistan’ın Kuruluş Bildirisi’ne yapılan atfın çıkarılması talebinin, kesin bir takvime bağlanmak kaydıyla iki ülke arasındaki barış anlaşmasında yer verilecek bir hükümle aşılmasına dönük yaratıcı ve esnek bir anlayış ortaya konulabilmelidir. Bu tür bir uzlaşı formülünün gereğinin, 2026’da Ermenistan’da yapılacak genel seçimler öncesinde Paşinyan hükûmeti tarafından karşılanıp karşılanamayacağı şimdilik belirsizliğini korumaktadır. Hal böyle olmakla birlikte, bu yöndeki bir taahhüt karşılığında Paşinyan yönetimine Türkiye-Ermenistan sınırının açılacağı güvencesi yine takvime bağlı olmak koşuluyla verilebilir.
Türkiyenin etrafı bir ateş ve istikrarsızlık çemberi içindedir. Bu çemberin kritik bir bölümünün kırılmasında, en azından Güney Kafkasya’da, Azerbaycan-Ermenistan arasında ortaya çıkacak kalıcı bir barış anlaşması hayatî bir rol oynayabilir. Barışa giden süreçte bölgedeki üç aktörün (Türkiye, Azerbaycan ve Ermenistan) ortak bir paydada buluşmaları kaçınılmazdır.

