ABD’NİN GRÖNLAND TUTKUSUNUN DÜNÜ VE BUGÜNÜ

PAYLAŞ

*Büyükelçi İbrahim Mete Yağlı

ABD Başkanı Trump’ın Grönland’ı satın almak konusundaki abartılı   taleplerini, Başkanın öngörülemez karakteriyle açıklamak ve gülümsemeyle  karşılamak mümkündür.   Ancak   gerçek farklıdır.   ABD’nin Grönland tutkusu Trump’la başlamamıştır, ABD’nin bu yakın ilgisi yaklaşık  ikiyüz yıllık bir tarihe  sahiptir.

1823 yılında Kongre’de yaptığı konuşmayla ABD’yi Batı yarımküresinin tek hakim gücü olarak tanımlayan ve Avrupalı sömürgeci güçlerin kendi hakimiyet alanına yapacakları müdahalelere izin verilmeyeceğini açıklayan ABD Başkanı Monroe, Grönland’a açıkça atıfta bulunmamıştır.   O tarihte, Avrupalı sömürgecilerin Karayipler ve G.Amerika’ya yönelik faaliyetlerinden rahatsızlık duyan ve önceliği bu bölgelere veren Başkan Monroe, Grönland’ın ismini zikretmemişse de, ABD için Grönland Batı Yarımküresi’nin ayrılmaz bir parçası olarak telakki edilmiştir.

ABD arşivlerinde Grönland’la ilgili ilk resmi kaydın tarihi 1832 yılıdır. Başkan Jackson döneminde Grönland’ın da satın alınması düşünülmüş, sonra bundan vazgeçilmiştir.  ABD’nin satın almalarla topraklarını genişlettiği bir çağda Grönland, zor coğrafyası nedeniyle öncelikli bir bölge  olmamıştır.  Bugünkü ABD topraklarının yaklaşık yüzde 40’ı başka devletlerden satın alınmıştır. Louisiana Fransa’dan (1803), Florida İspanya’dan (1819), New Mexico ve Arizona Meksika’dan (1853) ve en nihayet Alaska Rusya’dan ( 1867) satın alınarak ABD’ye katılmıştır.

Öncelikli bölgeleri   topraklarına katan ABD’nin gündemine Grönland 1868 yılında yeniden girmiştir. 1867 yılında Rusya’dan Alaska’nın satın alımıyla ilgili müzakereleri de yürütmüş olan Dışişleri Bakanı Seward, ABD’nin ekonomik ve siyasi çıkarları doğrultusunda   Grönland ve İzlanda’nın da satın alınmasını savunmuş  ve bu amaca yönelik olarak   ‘’Grönland ve İzlanda’nın doğal kaynakları’’  başlıklı bir rapor hazırlatmıştır.   Seward, Grönland’ın da ABD topraklarına katılmasıyla, İngiliz Kolombiyası’nın  (Kanada) batıda Alaska, doğuda Grönland tarafından kuşatılacağını, bu şekilde zaman içerisinde barışçıl bir şekilde ABD’ye katılmak durumunda kalacağını ifade etmiştir. Ancak   Seward’ın Grönland’la ilgili bu girişimi Senato’da yeterli desteği sağlayamamış ve sonuca ulaşamamıştır.

Takip eden dönemde ABD ‘nin Grönland’a ilgisi artarak devam etmiştir. ABD, 19.yüzyıl sonlarından itibaren Avrupa’da giderek güçlenen Prusya Almanyası’nın Danimarka’yı ve sömürgelerini ilhak  etmesi ihtimalini  potansiyel bir tehdit  olarak görmüş ve I. Dünya Savaşı’ndan önce  Danimarka ile anlaşmaya varmak istemiştir. Ancak, 1914 Ağustos’unda Panama Kanalı’nın deniz trafiğine açılması, ABD’nin dikkatlerinin  Grönland’dan çok Danimarka’ya ait  Batı Karayipler’deki adalara  yoğunlaşmasına yol açmıştır. ABD Panama Kanalı’na potansiyel bir tehdit oluşturabilecek bu adaların egemenliğine sahip olmak istemiştir.  Bu durum  Grönland üzerindeki egemenliğini korumak isteyen Danimarka’nın elini güçlendirmiştir. Danimarka hem adalar için yüksek bir fiyat biçmiş, hem de adaların satışını Danimarka’nın Grönland üzerindeki egemenliğinin ABD tarafından tanınması şartına bağlamıştır.  Nihayet Ağustos 1916’da Danimarka ile ABD, Batı Karayipler’deki St Thomas ve St.John adalarının 25 milyon Dolar karşılığında  ABD’ye devri konusunda anlaşmaya varmışlar, bu anlaşmayla bağlantılı olarak ABD, Danimarka ‘nın Grönland üzerindeki egemenliğini tanıyan bir deklarasyon yayınlamıştır :   ‘’ …that the Government of the United States of America will not object to the Danish Government extending their political and economic interests to the whole of Greenland.’’

1. Dünya Savaşı, Grönland’ın ABD güvenlik politikalarındaki önemini çok farklı bir boyuta taşımıştır. Nazi Almanyası’nın Danimarka’yı Nisan 1940’ta işgal etmesiyle birlikte, Danimarka kolonisi Grönland ABD için potansiyel bir güvenlik tehditine dönüşmüştür. ABD bu tehditi karşılayabilmek için hızla harekete geçmiş ve Danimarka’nın Vaşington Büyükelçisi  ile imzaladığı bir anlaşma çerçevesinde defacto Grönland’ı himayesi altına almıştır. Havada yakıt ikmalinin mümkün olmadığı II.Dünya Savaşı yıllarında Grönland’daki havaalanları binlerce ABD savaş uçağının  Avrupa’ya yaptıkları uçuşlarda  kritik bir yakıt ikmal noktası  olmuştur.

Savaş sonrasında da Grönland’ın stratejik önemi ABD için artarak devam etmiştir. SSCB nin  uzun menzilli bombardıman uçakları ve  kıtalararası füze sistemleri Soğuk Savaş döneminde ABD için  en büyük tehdit  kaynağını teşkil etmiştir. Küresel jeopolitik, Doğu ve Batı Yarımküre arasındaki en kısa yol olan Arktik bölgesini ABD için  ilk savunma hattı konumuna yükseltmiştir. Zorlu iklim  koşullarının denizde ve karada harekat kabiliyetini sınırladığı kutup bölgeleri hava araçlarının gelişmesiyle birlikte, insanlık tarihinde ilk kez büyük güçler için yeni bir mücadele alanına dönüşmüştür.  (Doğu ve Batı Yarımkürenin kutup bölgelerinde birbirlerine ne kadar yaklaştığını  kavrayabilmek için dünyanın çevresinin ekvator hattında yaklaşık 40 bin km, Kuzey ve Güney Kutup Dairelerinde (66 derece kuzey ve güney enlemler)  ise yaklaşık 16 bin km. olduğu gözönünde bulundurulmalıdır. )

ABD, Grönland’ı sahiplenebilmek için en kestirme çözüm olarak, Başkan Truman döneminde adayı Danimarka’dan satın almak istemiş, bu teklifin reddedilmesi üzerine Grönland’da askeri tesisler kurabilmek için Danimarka ile 1951 yılında bir savunma anlaşması imzalamıştır. Bu Anlaşma çerçevesinde, ABD Soğuk Savaş döneminde Grönland’da toplam 16 askeri üs kurmuştur. Bu üslerle ABD, hava araçları vasıtasıyla SSCB’den gelebilecek uzun menzilli tehditlerin gelişmiş radar sistemleriyle takibini ve  Grönland’daki üslerde  konuşlanmış balistik füze sistemleri ve hava araçlarıyla SSCB’ye en kısa sürede ulaşabilecek caydırıcı güce sahip olma amacını gütmüştür.   ABD’nin bu üslerde konuşlandırdığı silah ve mühimmat hakkında Danimarka’yı yeterince bilgilendirmediği,   21 Ocak 1968  tarihinde dört nükleer bomba taşıyan bir B-52 bombardıman uçağının  kaza sonucu Grönland’daki Thule üssü ( bugünkü adıyla Pituffik) yakınlarına düşmesiyle ortaya çıkmıştır.  Kaza sonrasında   ABD ve Danimarka ekipleri radyoaktif kirlenmenin giderilebilmesi için kapsamlı bir çalışma yürütmüşlerdir.  Açılan davalar neticesinde 1995 yılında Danimarka Hükümeti, sözkonusu çalışma sırasında  radyasyona maruz kalan 1700 işçiye tazminat ödemek durumunda kalmıştır.

Soğuk Savaş sonrasında SSCB tehditinin gerilemesi neticesinde ABD’nin Grönland’daki üsleri de önemini kaybetmiş ve biri (Pituffik) dışında tamamı kapatılmıştır. Bugün Grönland’ın önemi, Arktik’te giderek ivme kazanan jeopolitik mücadeleyle bağlantılıdır.

Nüfusu 58 binden ibaret olan Grönland, dışişleri ve savunma konularında  Danimarka’ya bağlı olup,   özerk bir yönetime ve kendi parlamentosuna sahiptir.  Danimarka ile imzalanmış anlaşmalar çerçevesinde,  Grönland’ın   bir referandum sonucunda   bağımsızlığını ilan etme imkanı da hukuken mevcuttur. Kamuoyu yoklamalarına göre Grönland halkının bağımsızlık ilanını ilke olarak destekledikleri, ancak bağımsızlık halinde ekonomik koşullarının kötüleşmesi ihtimali nedeniyle buna uzak durdukları   görülmektedir. Halihazırda, Danimarka’nın yılda yaklaşık 240 milyon Avro’luk bütçe katkısı, Grönland bütçesinin yaklaşık yüzde 70’ini oluşturmaktadır.

2,16 milyon km2 yüzölçümü ve yaklaşık 2,5 milyon km2’yi bulan münhasır ekonomik bölge alanıyla Grönland’ın Arktik coğrafyasının en değerli ‘’emlak’’larından biri olduğunu   söylemek mümkündür. Arktik bölgesinde yeralan ülkelerin kıyı uzunlukları karşılaştırıldığında, Grönland’ın stratejik önemi açığa çıkmaktadır. Arktik bölgesinde en uzun kıyı uzunluğuna sahip ülke Kanada  (162 bin km.) iken, bu ülkeyi Grönland (44 bin km.), Rusya (38 bin km), Norveç (25 bin km.) ve ABD (12 bin km.) izlemektedir.

Bugün ABD’yi endişelendiren husus, bağımsızlığını ilan etmesi halinde  Grönland’ın Çin’in ve Rusya’nın ekonomik yörüngesine girmesi ihtimalidir. 12 Şubat 2025 tarihinde, Bilim, Ticaret ve Ulaştırma Komitesi Başkanı Senatör Ted Cruz’un başkanlık ettiği bir oturumda (Youtube : US Senate Hearing on Greenland’s Geostrategic Importance to the US), ABD’li uzmanlar, Grönland’ın stratejik öneminin yanısıra, Arktik bölgesinde artan Rusya ve Çin tehditi üzerinde durmuş, bu iki ülkenin  uzun yıllardır  yapmakta oldukları yatırımlara ABD’nin yeterince karşılık veremediğini, buzkıran gemiler gibi Arktik için gerekli özel ulaşım araçlarında dahi, ABD’nin yeterli donanıma sahip olmadığını vurgulamışlardır. ( Rusya 40 buzkıran gemi ile en büyük kapasiteye sahipken, ABD’nin  biri atıl vaziyette, sadece üç buzkıran gemisi mevcuttur. )

Ancak Çin ve Rusya’dan kaynaklanan bu potansiyel tehditi   bertaraf etmek için  Trump’ın  uyguladığı baskıcı Grönland politikası, ABD’nin  kendi kurduğu Batı ittifak sistemini ve değerlerini  sarsacak bir boyuta ulaşmıştır.   Trump’ın, Grönland’ı ‘’bir şekilde’’ ABD’ye bağlamak konusundaki ısrarını sürdürmesi, MAGA (Make America Great Again) politikasına  uygun medyatik bir tavır olsa da hem Grönland ahalisi, hem de Danimarka için rahatsızlık vericidir. Bunun ötesinde, zor kullanarak toprak ilhak edilmesi,  kural temelli dünyanın tabutuna çakılacak son çivi olacak ve Batı karşıtı güçlü devletlerin benzer emellerine karşı çıkmanın meşruiyet zemini de ortadan kalkacaktır. Herhalde bu bağlamda ilk akla gelecek ülke Tayvan’dır.

Trump’ın ilk döneminde Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak görev yapmış Büyükelçi Bolton, 2019 yılında görevdeyken Grönland’la ilgili ayrıntılı bir çalışma yapmış olduklarını, bu çalışma sonucunda Grönland ‘ın egemenliğini üstlenmek yerine, ABD’nin güvenlik  endişelerini giderecek  diplomatik girişimler ve yeni akdi düzenlemeler üzerinde  yoğunlaşılmasının en makul politika olacağını belirlediklerini   ifade etmiştir. (Youtube : Amb. John Bolton on Trump, Tariffs China, Russia, NATO And Greenland)  Büyükelçi Bolton, 1951 ABD-Danimarka Savunma Anlaşması’nın gözden geçirilerek  kapsamının genişletilmesinin  ABD’nin Grönland’daki güvenlik çıkarlarını korumak için yeterli bir mekanizma oluşturacağını savunmaktadır.

Danimarka ile bir müzakere sürecini gerektiren bu yöntem Trump’ın medyatik karakterine uygun düşmeyebilir.  Kısa bir süre önce Grönland’daki ABD üssü Pituffik’i ziyaret etmiş olan  Başkan Yardımcısı Vance’ın  Danimarka karşıtı  sert ifadeleri de, Trump’ı dengelemek biryana daha da cesaretlendiren bir tutumdur.  ABD’nin Grönland’daki  güvenlik endişelerini giderecek  diplomatik girişimler yerine,   baskı ve zorlamayla Grönland’ın ABD egemenliği altına alınması  ihtimal dahilindedir.   En nihayetinde,  Trump,  diğer ‘’parlak’’ diplomatik girişimlerinden  sonuç alamasa da dört senelik görev dönemini  Grönland’ı ABD’ye kazandıran Başkan olarak tamamlamak ve  bu şekilde tarihe geçmek de isteyebilir. Ancak,   ABD’nin bir müttefik ülkenin topraklarını zorla ilhak etmesi, sadece Avrupa’da değil, Uzak Asya’da da Batı ittifakını parçalayabilecek kaotik  bir etki yaratacaktır. Tüm bu kötü senaryolar dikkate alındığında, sonuçta   ABD’de sağduyunun egemen olacağı düşünülmektedir.  Bugünkü sert retoriğin zamanla yumuşayarak  Grönland konusunda da hayatın gerçeklerinin  galebe çalması,    kapalı kapılar arkasında ABD ile Danimarka’nın Grönland’daki işbirliklerini  genişletecek bir mutabakata varmaları  gerçekçi ve makul bir beklentidir.

İlgili Yazılar
Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir