SON ÇAR

PAYLAŞ

Rusya’nın, uluslararası hukuku ayaklar altına alarak, 24 Şubat 2022 tarihinde Ukrayna’yı işgali ile başlayan, İkinci Dünya Savaşı ertesindeki en büyük küresel kriz, her ne kadar gündemin alt sıralarına düşmüş gibi görünse de, aslında stratejik dengeleri köklü şekilde sarsmaya devam ediyor.

 

Son günlerde, ABD liderliğindeki Batı bloku ile Rusya arasında bu kriz yüzünden iyice tırmandığı görülen gerginlik ve çekişmenin bir nevi karşılıklı yıpratma mücadelesine dönüştüğüne şahit oluyoruz.

 

Ne yazık ki, dünya kamuoyunun, Rusya ve Ukrayna arasındaki savaşın yol açtığı can kayıplarına ve giderek büyüyen mülteci sorununa ilgisi de büyük ölçüde azalıyor. Eskiden, kriz ile ilgili haberler basın organlarında baş haber olarak olarak yer alırdı. Şimdilerde, konuya ilişkin gelişmeleri özel olarak takip etmezseniz olan bitenden bir pek haberiniz olmuyor.

 

Rusya’nın egemen ve bağımsız bir ülkeyi, uluslararası hukuku ayaklar altına alarak, pervasızca ve acımasızca istila etmesi ve binlerce masum Ukraynalıyı katletmesi dahi neredeyse ikinci plânda kaldı. Hatta, Türkiye de dahil, birçok ülkede, uluslararası hukukun ve evrensel ilkelerden biri olan yaşam hakkının böylesine hoyratça ihlâline mazeret oluşturmaya ve şahsi ihtirasları yüzünden bu küresel krizin ortaya çıkmasının başlıca sorumlusu olan Rusya devlet başkanı Putin’i aklamaya tevessül eden çevreler ortaya çıkmaya başladı.

 

Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin şimdiye kadar görülmemiş boyutta küresel enerji ve gıda krizine, ayrıca ekonomi, ticaret ve ödemeler dengesinde bozulmaya yol açması dünya kamuoyunun ilgisini bu konulara yöneltmiş olsa da, Putin, şahsi ihtirasları yüzünden ortaya çıkan mevcut küresel açmazın başlıca sorumlusu olarak anılmaktan asla kaçamayacaktır.

 

Putin, devlet adamı değil, gücün adamı olduğunu bütün dünyaya göstermiştir. Artık, uluslararası plânda işbirliği yapılacak bir lider değil, ürkülen ve uzak durulan bir suçlu konumundadır. Ne ABD önderliğindeki Batı blokunun ne müzmin Putin muhaliflerinin yaptıkları yanlışlar veya ihlaller Putin’in tarihi hatasına mazeret oluşturabilir. Uluslararası kamuoyunun, Ukrayna’nın işgali öncesinde meşru kabul ettiği Putin tarafından dile getirilen güvenlik kaygılarının altının boş olduğu da görülmüştür.

 

ABD’nin ve Batılı müttefiklerinin sütten çıkmış ak kaşık olmadıkları herkesin malûmudur. Evet, örneğin ABD, uydurma gerekçelerle Irak’ı işgal etmiş ve binlerce masum insanın hayatını kaybetmesine sebep olmuştur. Bunun neticesinde ülkemize mücavir bölgede halen etkileri devam eden büyük bir istikrarsızlık oluşmuştur. ABD’nin Afganistan’dan çekilme fiyaskosu da bu bağlamdaki bir diğer örnektir. Ancak, Batı alemince yapılan bu ve benzeri hatalar, hiçbir şekilde Putin’in Rusya’yı sürüklediği tarihi yanlışa gerekçe olamaz. Eskilerin deyimiyle, suimisal emsal teşkil etmez.

 

Maalesef, Türkiye’de de, iktidarın Rusya tarafından Ukrayna’ya yapılan saldırıya ilişkin olarak başlangıçta benimsediği dengeli tutumda garip değişiklikler olmaya başladığını görüyoruz. Önceleri, taraflar arasında bir an önce uzlaşı sağlanarak, savaşın sona erdirilmesini hedefleyen ve uluslararası camia tarafından destek gören girişimlerimiz, zaman içinde mahiyet değiştirerek, sadece iç siyasette zemin kazandırma amaçlı bir egzersize dönüşmüştür. Bu çerçevede, örneğin, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, 9 Haziran’da Ankara’ya yaptığı ziyaret sırasında, hiç sıkılmadan, utanmadan ve de Dışişleri Bakanımızın gözlerinin içine bakarak, Rusya’nın, egemen ve bağımsız bir ülke olan Ukrayna’yı Nazilerden kurtarmak amacıyla “işgal” ettiğini söyleyebilmiştir. Ayrıca, Lavrov, yine Dışişleri Bakanımızın huzurunda, Ukrayna devlet Başkanı Zelenski’yi aşağılayıcı ifadelerde bulunabilmiştir. Lavrov’un, ziyaretin temel amacı ile bağdaşmayan bu ve benzeri ifadeleri, ne yazık ki, Türk tarafından hiçbir tepki görmemiştir. Üstelik, Lavrov, Türkiye’nin kuzey Suriye’de, Fırat’ın batısında yer alan Tel Rıfat ve Münbiç’e yapmayı planladığı askeri harekat konusunda da beklenen açıklıkla konuşmamış, muğlak ifadelerde bulunmakla yetinmiştir.

 

Türkiye’de, iktidar, her geçen gün daha da vahim bir hal alan ekonomik sıkıntıları örtülemek, hamasi söylemlerle milliyetçiliği köpürtmek ve bu suretle giderek eriyen tabanını konsolide etmek amacıyla bir süredir yürütegeldiği siyaset bağlamında, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısının yarattığı krizi bir pazarlık unsuru olarak kullanmayı düşünmekte ise, bunun kendisine hem müttefikleri hem muhalifleri nezdinde güven ve itibar kaybına mal olma riskini barındırdığını bilmelidir.

 

Diğer taraftan, Putin ve şürekâsının, Türkiye ile ilişkiler bağlamındaki temel hedefinin, Türkiye’yi Batı’dan ve Batı değerlerinden mümkün olduğunca uzaklaştırmak olduğunu görmeli ve Putin’e bu sinsi oyunu oynama fırsatı vermemelidir.

 

Rusya ile ilişkilerimizin tarihi çok eskidir ve bu ilişkilerin daha da geliştirip, güçlendirilmesi dış politikamızın önemli hedeflerinden biri olmaya devam etmelidir. Ancak, bizatihi Rus halkı tarafından benimsenmeyen ve ret edilen, “Çarlık Rusya’sının topraklarını ihya etmek” gibi ihtiraslı politikalar içindeki Putin ve şürekâsı tarafından kullanılma riskini göze alarak, bu hedefe ulaşmak mümkün değildir. Böyle bir politikada ısrar etmek, sadece Rusya ile ilişkilerimizin yara almasına değil, giderek Batı aidiyetimizin sorgulanmasına da yol açar.

 

Putin, şahsi ihtiraslarını ve hayallerini gerçekleştirmek için her şeyi göze aldığını çeşitli vesilelerle açıkça dile getirmekten çekinmedi. Hatta, son olarak, kendisini Rus tarihindeki son Çar olarak gördüğü imasında bulunmaktan dahi çekinmedi.

 

Putin, tarihte bizim “Deli Petro” olarak bildiğimiz, Çar Büyük Petro’nun doğumunun 350inci yıldönümü vesilesiyle geçen hafta düzenlenen törende yaptığı konuşmada kendisini Büyük Petro ile karşılaştırdı. Putin, Moskova liderliğindeki İsveç karşıtı bir koalisyonun, İsveç imparatorluğunu parçaladığı ve Rusya’yı Avrupa’da yeni bir emperyal güç haline getiren Büyük Kuzey savaşına atıfta bulundu. Putin, bir zamanlar İsveç’in elindeki topraklarda St Petersburg’un kurulması hakkında konuşurken “Peter, İsveç ile savaşıyor ve toprakları ele geçiriyordu. Yani onları geri alıyordu” dedi. Putin, Çar Büyük Petro’ya saygı duruşunda bulunarak, kendisinin Rus topraklarını geri kazanmaya yönelik tarihi arayışları ile Çar Büyük Petro’nun bundan üç asır önce yaptıkları arasında bir paralellik çizdi. Günümüz Estonya’sında gerçekleşen Narva Savaşı’na atıfta bulunan Putin, ‘Neden oraya gitti? Bize ait olanı geri almak için. Ancak, ele geçirdiği onlardan alınmış bir şey değildi. Aslında, Rusya’nın olanı Rusya’ya geri verdi. Yaptığı tam olarak buydu.’ dedi. Putin sözlerini, “Görünüşe göre Rusya’nın olanı geri almak ve ülkeyi güçlendirmek de bize düştü. Bu değerlerin varlığımızın temelini oluşturduğu gerçeğinden yola çıkarsak, karşı karşıya olduğumuz sorunları çözmeyi kesinlikle başaracağız” ifadeleriyle sürdürdü.

 

Kısacası, Rusya devlet başkanı Vladimir Putin, Rusya’nın Çarlık döneminde sahip olduğu topraklar üzerinde yeniden hâkimiyet kurabileceği yolundaki fantastik hayalleri yüzünden hem kendisinin hem ülkesinin itibarını ve ağırlığını yok etti. Esas itibariyle Putin’in sebep olduğu küresel restleşmenin kazananı olmayacaktır. Savaş, geriye kan ve gözyaşından başka bir şey bırakmaz. Neticede, herkes maddi ve manevi kayıplara uğrar. Böyle bir ortamda, en fazla kaybeden de, şark kurnazlığına ve fırsatçılığa tenezzül edenler olur.

İlgili Yazılar
Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir