Sena Adıkutlu*
Türk-İran etkileşimi ilk olarak iki ulusun dini konjonktürde aynı paydayı yakalaması ile olmuştur. Her iki ulusun da İslamiyeti kabul etmesi aynı zamanda İran coğrafyasında 20.yüzyıla kadar kurulan devletlerin hemen hemen hepsinin Türk hükümdara sahip olması devletler arası etkileşimi arttırmıştır. Bu etkileşim günümüzde ticari ve siyasi alanda olsa da geçmişte askeri ve kültürel alanda da etkileşime geçildiği görülmektedir. Nitekim Pers\İran Medeniyeti de Türk Medeniyeti de tarihin en köklü medeniyetleri arasında yer almaktadır. Türklerin kavimler göçü sonucunda Orta Asya bozkırlarından Anadolu düzlüklerine gelmeleri ile de İran ile eş topraklar üzerinde yaşamaya başlamışlardır. Tarih ve coğrafya olarak bu denli ortak olmaları onları dünya siyaseti üzerinde kader ortaklığı yapmalarına itmiştir. İlk başlarda iki devlet arasında çeşitli nedenlerden dolayı çekişmeler yaşanırken değişen dünya düzeni ile devletler birbirlerine karşı politikalarında değişikliğe giderek güç birliği yapmışlardır. Bu güç birliği Mustafa Kemal ve Rıza Şah arasında gerçekleşmiştir. Rıza Şah yeni kurulan Türk devletinin mimarı Atatürk’ün devrimlerini öncü olarak İran modernleşmesinde kullanmıştır.
Rıza Şah Pehlevi ve İran Modernleşmesi
Rıza Şah, Pehlevi hanedanlığının kurucusu ve 1925-1941 arasındaki dönemde İran’ın şahıdır. Askerlik hayatına 16 yaşındayken başlamış ve güçlü kişiliği, önderlik ruhu ile kısa sürede yükselmiştir. Rıza Şah bu askeri deneyimleri yaşarken İran, kötü yönetim ve saldırgan dış mihrakların etkisi ile çökme eşiğine gelmiştir. 21 Şubat 1921 tarihinde Tahran’ı ele geçirerek kuvvetli bir askeri güç ile disiplinli bir hükümet kurarak ülke içerisinde karışıklığa son vermeyi hedeflemiştir. Bu darbe sonrasında ise Rıza Han ordu komutanı, Ziyaeddin Tabatabai ise başbakan oldu. Tabatai’nin 100 günlük hükümdarlığından sonra Rıza Han gücü kendinde topladı ve Kaçarlar hükümdarlığına son verdi. Bunun sonucunda Pehlevi Hanedanlığı ülke yönetimine geçti.
Şah Abbas döneminden Pehlevi Hanedanlığı’na kadar olan süreçte İran çeşitli modernleşme aşamaları yaşamıştır. Ancak İran’ın modernleşme sürecinin en sert zamanı Rıza Şah Pehlevi döneminde meydana gelmiştir. Bu kadar sert olunmasının temelinde iki ana amaç yatmaktadır: Mesele İran’ı, güçlü, birliği sağlanmış, merkezden yönetilen, modern ve gerçekten bağımsız, topraklarını korumaya muktedir ve ülkede düzeni sağlayabilecek bir devlet yapmaktı. Bir diğer amaç da yabancı müdahalelerine direnmek ve Batılı güçlerle eşitlik ölçüsünde ilişkiler sürdürmekti. Nitekim Rıza Han bu amaçlar doğrultusunda -asker kimliğinin muhtemel etkisi ile- askeri alanda sert bir yenileşmeye giderek devletin güçlenmesi ve kendi adına yaraşır bir ordunun kurulmasını hedeflemiştir. Yenileşme hareketlerinde ona örnek olabilecek iki model vardı: Birincisi 30’lu yılların her yerde bulunan otoriterliği, bir diğeri ise yeni kurulmuş Türk devletinin Kemalist modernleşmesi.
Mustafa Kemal Atatürk ve Türk Modernleşmesi
Mustafa Kemal Atatürk Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve önderi, mareşal ve aynı zamanda Türkiye’nin ilk cumhurbaşkanıdır. Mustafa Kemal, Osmanlı Devleti’nin kan kaybettiği zamanlarda Samsun’da yaşanan karışıklıları yatıştırması için müfettiş olarak görevlendirildi. Bu görev ile Mustafa Kemal 19 Mayıs 1919 yılında Türk bağımsızlık savaşının fitilini ateşledi ve Samsun’a çıkışı ile başlayan milli mücadele Lozan Barış Antlaşması ile son buldu. Yeni kurulan devletin yönetimi ise cumhuriyet olarak değiştirildi. Aynı zamanda ülke 1922 yılında saltanatın kaldırılması ile başlayıp 1937 yılında laikliğin anayasaya girmesi ile son bulan Osmanlı Devleti’nin çok uluslu yapısı ve teokratik yönetimi, laik ve ulus devlet anlayışına dönüştü. Bu dönüşüme Atatürk İnkılapları adı verilmektedir. Atatürk’e göre bu devrimlerin amacı; Türk Milletinin son asırlarda geri kalmasına neden olan bütün kurumları kaldırarak yerine milletin karakterine, şartlara ve çağın gereklerine uygun ve ilerlemeyi sağlayacak yeni kurumlar kurmak ve Türkiye’yi çağdaş medeniyetler seviyesine çıkartmaktır.
Rıza Şah ve Atatürk
Mustafa Kemal Atatürk ve Rıza Şah Pehlevi iç içe coğrafyaların dönemdaş yöneticileridir. Bulunulan coğrafyaların bu denli yakınlığı, tarih boyunca her iki devletin de kaderlerinde benzerliklere rastlanmasına sebebiyet vermiştir. Bu durum, devlet yöneticilerini kader ortaklığından ötürü bir birleşmeye itmiş, aynı zamanda da bahsinde bulunulan devletlerin birbirlerine öncü olmasına ortam sağlamıştır. Bu öncüllerin en belirgini de Mustafa Kemal’in Türk modernleşmesi için yaptığı devrimlerin başta İran olmak üzere eş coğrafyadaki birçok devlette yankı bulmuş olmasıdır. İran ve Türk devletlerinin yolları tarih sahnesinin birçok yerinde sosyokültürel, ekonomik ve -bilhassa- siyasi olarak sıkça kesişmiştir. Ancak yeni kurulan Türk devleti ve İran arasındaki ilişkiler Milli Mücadele’den sonra diplomatik boyut kazanmıştır. İlk başlarda Simko İsmail Ağa olayı ve İran’ın Ankara hükümetini tanımayı geciktirmesinden ötürü ilişkiler gerilse de, sonrasında Şah’ın ve Gazi’nin ılımlı tutumları devletler arası barışçıl bir politika izlenmesinde yol gösterici olmuştur. Atatürk, 18 Haziran 1932’de kendisini ziyaret eden Tahran büyükelçisine Şah hazretleri ile birebir tanışma arzusunun bulunduğunu iletmiş ve bunun üzerine Rıza Şah, Gazi’yi esasen makamlarında ziyaret etmek istediğini belirtmiştir. Akabinde ise Rıza Şah Haziran ayında Türkiye ziyareti için bir takvim hazırlamıştır.
Rıza Şah’ın Türkiye Ziyareti
Mayıs ayı başında Rıza Şah’ın Türkiye’ye yapacağı resmi ziyaret kamuoyuna da açıklanır. Bunun üzerin Şah’ın güzergahındaki yolların bakımı yapılır, cadde ve sokaklar yenilenir, her yer Türk ve İran bayrakları ile donatılır, geçilecek her vilayetin giriş ve çıkışına Farsça tabelalar yerleştirilir. Şah için Kayseri’deki uçak fabrikasında iki adet uçak imal edilir. Ayrıca ziyaret anısı olarak, Darphane’ye, bir yüzünde Rıza Şah’ın, diğer yüzünde Mustafa Kemal’in resmi bulunan elli adet gümüş ve yüz adet bronz madalya basılması talimatı verilmiştir. Mustafa Kemal, Şah’ı Ankara garında bizzat karşılamıştır. Bütün ziyaret boyunca da iki lider birbirine karşı titiz tutumlarını sürdürmüştür. Ziyaret süresince Rıza Şah, Hava Meydanı Mektebi’ni, Yüksek Ziraat Enstitüsünü, Çubuk Barajı’nı, Gazi Terbiye Enstitüsünü, Numune Hastanesini, Himaye-i Eftal Cemiyeti’ni, Erkan-ı Harbiye’yi, Hıfzısıhha Enstitüsü’nü, Milli Müdafaa Vekaleti ve askeri fabrikalarını gezmiştir. Türkiye’nin bu denli kısa sürede böylesine hızlı bir şekilde gelişmesine şaşırmıştır. Donald N. Wilber’e göre Şah karamsar ve şaşkın bir halde Ankara’ya ulaşmıştır.” Ankara’ya kadar uzun bir otomobil, gemi ve tren yolculuğu hükümdarda şaşırtıcı bir etki yaratmıştı. O maiyetindekilere Türkiye’nin bu kadarını yapabildiğine ve İran’dakileri geçebildiğine inanamadığını söyledi.” Ayrıca İstanbul’a ayrı bir hayranlık beslemiş, onun dünya şehirleri içerisinde mümtaz bir yerde olduğunu söylemiştir.
Şah’ın Şerefine: Özsoy Operası
Özsoy Operası, Şah’ın geleceği kesinleştikten sonra Atatürk’ün isteği üzerine Münir Hayır Bey tarafından yazılan ilk tiyatro eserdir. Eser Firdevsi’nin Şahnamesi’nden esinlenilerek Türk-İran kardeşliğini simgeleyen semboller ile oluşturulmuştur. Bütün olay örgüsü, eserin son sahnesindeki “kardeşlik” mesajının iletilmesi için özel olarak ayarlanmıştır. Bir başka bakış açısı ile Özsoy Operası iki ülkenin siyasi ve askeri alanda istenilen yakınlığın sanat ile dışa vurulduğu kendine has bir eserdir.
Şah İnkılaplarında Mustafa Kemal İzleri
Rıza Şah ziyareti süresince, Atatürk inkılaplarını ve bu inkılapların yansımalarını birinci kaynaktan görme fırsatı bulmuştur. Bu durum Şah’ın Atatürk’ten etkilenmesine ve kendi ülkesinde de Türk İnkılabı’nı örnek alarak reform hareketlerinde bulunmasına sebep olmuştur. Şah, “Türkiye’nin ilerleme ve genişlemesini Atatürk’ün tecrübeli ve yurtsever kadrolarına dayandığını” ifade ederken İran’ın geri kalmışlığında kendi yönetiminin üyelerini de sorumlu tuttu. Türkiye ziyaretinden yararlanarak, İran devrimlini bu doğrultu üzerinde planladı. Bu ziyaretinden ardından iki yıl kendi kariyeri için zirve yaptığı yıllar oldu. 1935 yılında karma halk okulları açıldı. Tahran üniversitesi ve Ferhengistân kuruldu, resmi üniforma kabul edildi, Kurban Bayramında Tahran’ın ana meydanında deve kurban edilmesi yasaklandı ve Tahran’daki Kadın Kültür Merkezi resmi bir tören ile açıldı. 1936’da bütün okullarda yetişkinler için akşam sınıfları kurulması karara bağlandı, adlî sistem yeniden düzenlenip lâikleştirildi ve son adımlar da peçenin ilga edilmesi ile atıldı.
Bunlara ek olarak; Atatürk’ün Medeni Kanunu 1926 yılında yürürlüğe girerken, Rıza Şah’ınki 1928’de yürürlüğe girmiştir. Türkiye’de kapitülasyonlar 1923’te, İran’da ise 1928’de kaldırıldı. Türk Dil Kurumu 1935’te kuruldu, Ferhengistan ise 1935’te açıldı. Türkiye’de bütün geleneksel lakap ve unvanlar 1934’te yasaklanırken, İran’da 1935’te yasaklandı. Atatürk’ün şapka kanunu 1926’da, Şah’ın ise Pehlevi Başlığı kanunu 1928’de çıkarıldı. Türkiye’de peçe giyilmesinden vazgeçirme çabaları 1925’te, İran’da ise peçenin ilgasına 1928’de başladı.
Sonuç:
Türk ve İran medeniyetleri birçok defa tarihin ortak sahnesini paylaşmışlardır. Bu paylaşım her iki ulusun da İslamiyet’i kabul etmesi ile ilk olarak dini tabanlı olmuştur. İran coğrafyasında kurulan devlet hükümdarlarının çoğunun Türk olması, Türklerin batıya göçü ile İranlıların Türkler ile aynı yaşam sahasını paylaşması ülkeler arası etkileşimi günden güne arttırmıştır. Başlarda iki devletin ilişkileri birbirleri üzerinde -çoğunlukla- dini ve siyasi üstünlük kurma çabası şeklindedir. Ancak sonraları dünya düzeninin hızla değişmesi, aynı zamanda Avrupalı devletlerin, dünya üzerinde çıkar çarklarına göre hareketlerini keskinleştirmesi, tarih ve coğrafya ortaklığı yapan bu iki devleti birbirine karşı ılımlı politika izlemeye itmiştir. Bu ılımlı yaklaşımların başında Kasr-ı Şirin Antlaşması, Sadabat Paktı ve Rıza Şah’ın Türkiye ziyareti vardır. Rıza Şah’ın Türkiye ziyaretinde iki ülke arasındaki ilişkilerin gelişmesi ve zaten takipte olduğu Atatürk Devrimlerini yakından görme amacı vardır. Şah’ın Türkiye ziyareti yaklaşık bir ay sürmüş, ziyaret boyunca Atatürk devrimlerinin Türkiye’ye yansıması üzerine gözlemlerde bulunmuştur. Ülkesine döndüğü zaman yaptığı reformlarla Mustafa Kemal’i bizatihi örnek aldığı açıkça görülmektedir. Ancak Rıza Şah’ın devrimleri İran’da, Atatürk Türkiyesi’ndeki kadar geniş yankı bulmamış hatta bazı devrimleri oldukça sert tepkiler almıştır. Bunun temelde iki sebebi vardır: Her ne kadar benzer coğrafyalarda olsalar da İran ve Türkiye’nin farklı altyapılara sahip olmaları, diğer sebep ise Rıza Han’ın asker kökenli olup yönetim manasında pek deneyimi yokken başa gelmesi, Mustafa Kemal’in ise asker kökenli olmasına rağmen Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu çalkantılı dönemi yakından takip ederek deneyim kazanmasıdır.
*Sena Adıkutlu Marmara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi 3. Sınıf öğrencisidir. Genç APM uluslararası ilişkiler ve diplomasi alanlarında öğrenim gören ve mesleklerini bu alanlarda seçmeyi arzu eden gençlerimiz için bir alan oluşturmaktadır.